Hizbullah Mensubu, Devletin zulmünü anlattı
İslami faaliyetlerinden dolayı 28 Şubat döneminde tutuklanarak cezaevine konulan Abdulaziz Çelik, o dönem Devlet adına yapılan zulmü anlatarak, "Ağustos 1998'de yakalandım. On günlük eziyet, işkence, tehdit ve hakaretten sonra; içeriğini göremediğim bir sürü dosya, tehdit ve işkence zoruyla bana imzalattırılarak, tutuklanmam sağlandı." dedi.
Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi'nden Yeni Akit'e yazdığı mektupta 28 Şubat döneminde kendisine yapılan insanlık işkenceleri anlatan Hizbullah Cemaati mensubu Abdulaziz Çelik, "90'lı yıllarda ve 28 Şubat sürecinde binlerce, on binlerce Müslüman’ın uğradığı haksızlık ve gadre, bir nebze de olsa, duyarlı Müslümanların dikkatini çekmek istiyorum." dedi.
12 Ağustos 1998'de yakalandığını belirten Çelik, "On günlük eziyet, işkence, tehdit ve hakaretten sonra; içeriğini göremediğim bir sürü dosya, tehdit ve işkence zoruyla bana imzalattırılarak, tutuklanmam sağlandı. İmzalamak zorunda kaldığım bu dosyalarla birlikte, habersiz olduğum pek çok eylemi üstlenmiş olduğumu sonradan öğrenecektim. Kurgulanmış ifadelerle; hiçbir bilgi, bulgu, belgeye dayanmayan, silah vb. hiç bir suç aleti olmadan ceza almam sağlandı. Yargılandığım dosyanın içeriği baştan sona çelişkilerle dolu olduğu halde bütün bunlar göz ardı edilerek ceza kesildi. Kendi kıt imkanlarımla çürütebildiğim eylemler düştü. Çürütmeye imkanımın erişemedikleri ise sabit görüldü. Oysa onlar da birçok çelişkiyi barındırıyordu. Halbuki yasalar, "iddialar delillerle ispatlanmadıkça, kişi masumdur" derken; ben ve benim gibi yüzlerce, binlerce Müslüman, hiçbir delile dayanmayan o kuru iddiaları çürütemediğimizden dolayı ceza aldık." diyerek yapılan hukuksuzlukları sıraladı.
Ergenekon, Balyoz vb. dosyalardan yargılananların bir çırpıda serbest bırakıldılarını anımsatan Çelik, mektubunun geri kalan kısmında şunları kaydetti: "
Neymiş? Belgelerde ıslak imza yokmuş! El yazısı fotokopi imiş! vs. vs. 2000'deki Beykoz operasyonuyla ele geçirilen Hizbullah arşivindeki özgeçmiş raporlarının bilgisayar çıktılarına dayanılarak binlerce, on binlerce dindar Müslüman gözaltına alındı. Büyük bir kısmı tutuklandı ve pek çoğu üyelik cezası yattı. Bu zavallı dindarların da el yazıları, fotokopi idi. Zaten el yazısının fotokopisi bulunanlar sayılabilecek kadar azdı. Diğerlerinin özgeçmişlerine ait bilgiler tamamen bilgisayarın harf karakterleriyle yazılmış dosyalardı. Gel gör ki bu word dosyaları nedeniyle cezalar, yağmur gibi yağıyordu. Üstelik özgeçmiş raporu dedikleri de kişinin camiye gidip orada ne ders yaptığı, hasta ziyareti, komşu ziyaret vs. bir Müslüman’ın her gün yaptığı, yapmak zorunda olduğuna dair bilgileri barındırıyordu.
Mahkemeler kimilerine hemen cezayı kesiyor, kimilerine de boyuna taslak eriyordu. Mesela benim yargılanmam 9,5 yıl sürdü. Kimi Müslümanın dosyası; 10,13,15 hatta 16 yıl yargılama sürecinde kaldı. Kısacası ellerinden geldiğince kimseyi bırakmak istemiyorlardı. Dosyadaki büyük çelişkilerden dolayı ceza da veremiyorlardı. Böylece dosyalar sürekli erteleniyor, uygun bir zemin bulunur-bulunmaz hemen ceza veriyorlardı. Uygun zemin olmayınca da işte böyle uzuyordu yargılamalar.
Bazen bir hakim, bu tür çelişkilerden ve delil yetersizliğinden birkaç kişiyi tahliye edip göze çarptı mı hemen soluğu başka bölgedeki bir mahkemede alıveriyordu. 90'lı yılların başından itibaren başlayan bu baskı ve tutuklamalar, 28 Şubat süreciyle birlikte hız kazandı. Daha önceleri camilere gidip çocuklara ders verenler gözaltına alınırken, bu dönemden sonra ise artık ders almaya gelen çocuklar da gözaltına alınmaya ve tutuklanmaya başlanmıştı. Dini ve dindarlığı sevmeyen 28 Şubat zihniyeti, bu çocukları tehditle, işkenceyle, hapisle, camiden ve dinden uzaklaştırmaya çalıştı.
İşte; şu anda PKK adına ortalığı yakıp-yıkan, halkın canına düşen gençler, o gün birilerinin marifetiyle camilerden uzak kalmaları sağlanan çocukların ta kendileridir.
Ben, Hizbullah mensubu olarak yaklaşık 17,5 yıldır cezaevindeyim. Bu süre zarfında 7 değişik cezaevine nakledildim. Gözaltındaki sistematik işkenceyi uygulayan bir cezaevi vardı. Bingöl Cezaevi, 28 Şubat döneminde, orada kalan Hizbullah tutuklularına karşı oda sistemine geçiş dayatıldı ve bu süre içerisinde her gelen mahkum (Hizbullah'tan başka kimse Bingöl'e verilmiyordu, o zamanlar) tıpkı gözaltı gibi gözleri bağlanıyor ve gözaltında uygulanan pek çok işkence metodu burada da uygulanıyordu. Sadece elektrik, Filistin askısı, buz havuzu ve elektrik gibi büyük çaplı işkence metodları kullanılmıyordu. Belki bunlar da imkanlarının elvermediğindendi, bilemiyorum. Her neyse, sadece şunu belirterek yetineyim ki; Bingöl'de maruz kaldığımız dayakların, jopların izleri 3-4 ayda ancak geçebildi. Zaten gözaltında olanları ise pek çok insan anlattığı için değinmeye ihtiyaç duymuyorum.
Bütün bunlara rağmen hamdolsun, huzur ve rahat içerisindeyim/içerisindeyiz. Çünkü biliyoruz ki; bu Rabbimizin takdiriyledir ve bunda muhakkak çeşitli hayırlar ve hikmetler gizlidir. Mesela bunlardan biri; yüzlerce arkadaşımız medrese tahsilini cezaevinde bitirdi. Yüzlercesi çeşitli üniversiteler bitirdi ve okuyor. Dışarı çıkan, tahliye olan; dernekler, STK'lar vasıtasıyla halka faydalı olmaya gayret ediyor. Zaten asıl amacımız da bu idi, halka hizmet idi. Pek çok engelden sonra olsa da, nihayet asıl amacımızı yerine getirmeye muvaffak oluyoruz." (Hürseda Haber)