'Hangi suçtan?' sorusuna, 'Hizbullah' dedi…
HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi ve Hukuki İşler Başkan Yardımcısı Serkan Ramanlı'nın, İslami kimliğinden dolayı 24 yıldır kaldığı cezaevinde yakalandığı hastalığın ardından vefat eden zindan şehidi Hüseyin Akbalık ile ilgili sosyal medya hesabında paylaştı duygu yüklü anısını tekrar sizlerle paylaşıyoruz...
Hizbullah Cemaati'ne gönül verenlerin maruz kaldığı hukuksuzlukları gözler önüne seren Ramanlı'nın, 29 Temmuz 2016 tarihinde Facebook hesabında yayınladığı anısı:
24 Eylül 2001…
Nihayet sevk yazımız gelmiş, sabahın erken saatinde Konya Kapalı Cezaevi’nden Bitlis Kapalı Cezaevi’ne gitmek üzere çıkış yapmış, Konya-Aksaray-Niğde-Kayseri-Gürün-Malatya-Elazığ-Diyarbakır-Bitlis cezaevlerine sırasıyla girip çıkıyoruz… Niğde Cezaevi'ne geldiğimizde askerler, ring adı verilen cezaevi nakil aracına 4-5 çuval eşya getirdiler. “Bu çuvallar dolusu eşyalar kiminse, cezaevi onun gerçekten eviymiş” dedim…
Az sonra sakallı ve nur yüzlü bir genç bindi araca. Onu, yanlış iğne sonucu kendisini sakat bıraktığı için doktorunu öldüren bir gence zincirlediler… Hal hatırdan sonra: “Hangi suçtan?” diye sordum. “Hizbullah” dedi. “Bizim de öyle” dedim, dosya ortağımı da işaret ederek.
“İsim ne?” diye sordum. “Hüseyin” diye cevap verdi. Bizim isimleri sordu mu, hatırlamıyorum. “Tutuklu mu hükümlü mü?” diye sordum. “1994’te müebbet aldım.” dedi. “Sizinki?” diye sordu. Müebbet hapsi duyunca önemsiz bir cezadan bahseder gibi: “Üyelik. Yargılanıyoruz daha.” dedim, utana sıkıla. “Ben de bu yıllarda yargılanıyor olsaydım üyelik cezası alırdım ancak.” dedi ve ekledi: “O zaman Konjonktür öyle gerektiriyordu, delil yoktu ama kanaatten verdiler cezayı”.
“Tahliye tarihi?” diye sordum. “2024” dedi, tereddüt etmeden. Bir an dondum kaldım. Sayması bile uzun sürerdi. Ceza alsam hepi topu 9 yıl 4 ay yatacaktım. O bile uzun geliyordu ki 30 yılı duyunca istemeden de olsa yutkundum o an. Yaşını sordum. "29" dedi. “Evli misin?” diye sordum. “İyi ki değilim” dedi. “Yoksa o da ayrı bir dert olurdu” diye ekledi. Kayseri’ye vardık. Cezaevi avlusunda ihtiyaç molası verdik. Lavabolara yöneldik. Abdest aldık. Araç komutanına namaz kılmak istediğimizi söyledik. “Olmaz, yasak!” karşılığını aldık. Bu cevaba şaşırmamıştık. Üsteledik, sonuç alamayacağımızı bile bile. Son cevabı şu olmuştu komutanın “Elazığ’a vardığımızda kaza edersiniz.”
Ring aracına bindik. Her bir tutuklu bir diğerine ortasında kilit olan birer zincirle bağlanmıştı. Araç hareket etmeye yakın Hüseyin:“Şu çuvalda bir örtü var. Onu uzatır mısın?” dedi, arkadaşıma dönerek. Çuvaldan çıkan örtüyü, yön tayininden sonra ring aracının ortasına serdi. Doktor katili gence bağlı zinciri özel bir teknikle çözdü. Namaza durdu. Ardından tekniği bize de öğretti. Dosya ortağımın bileğinden çözdüğümüz zincir benim bileğime takılı kaldı. Bileğimden sarkan zincir yumağı eşliğinde kıldığım o namazdan aldığım haz bir başkaydı. Malatya cezaevinden sonra akşam karanlığında Elazığ Cezaevi'ne vardık. Hüseyin için yolculuk sona ermiş, Bundan sonra birlikte ömür tüketeceği koğuş arkadaşlarına kavuşmuştu. Biz ise sabah erkenden kalan yolu tamamlamak üzere cezaevinin misafir koğuşuna alınmıştık. Berbat bir gecenin ardından yeniden ring aracına bindirildik. Diyarbakır Cezaevi'nde yolculuğu bitecek son tutukluyu da bıraktıktan sonra Bitlis Cezaevi'ne gitmek üzere yol almaya başladık. Araç hareket eder etmez, İki kafadar, Hüseyin’den öğrendiğimiz tekniği kullanarak bizi birbirimize bağlayan zinciri çözdük. Bitlis cezaevine varıncaya kadar her birimiz ring aracının bir yanına uzandık. Çözerken mekanizmasını bozduğumuz kilitli zinciri askerin farkedeceği endişesi altında Bitlis Cezaevi'ne vardık. Sorun çıkmadı. Ertesi gün mahkemeye çıkıp tahliye olacağımız duruşmanın provasını yapmıştık gece yarısına kadar.
Hikayesini dinledim dosya avukatından, tahliyemden kısa süre sonra…
Bize anlatmadığı işkenceleri, müebbet hapisle sonuçlanan merhametini, kendisine sorulan insanları 'işkence ederler' endişesi ile ele vermeyişini, işlemediği suçlar için kendisine ödetilen ağır bedelleri anlattı bir bir.
Yıllar sonra Siirt Cezaevi'nde gördüm onu, bu kez avukat sıfatıyla. Psikolojisi bozulmuş, herkesten her şeyden şüphe eden, halüsinasyonlar gören, şizofren belirtileri gösteren biri olmuş çıkmıştı. Hatırlamadı beni. Tanıştığımız o günün detaylarını paylaşınca, utanma belasına da olsa, hatırlamış gibi yaptı kanaatimce. Üzülmüş ama bir şey gelmemişti elimden. Sadece dinledim. Sanrılarını... komplo teorilerini… Ona zarar vermeye çalışanlarla giriştiği mücadeleyi…. vs.
Allah hakkını bırakmasın…
Koca ömrünü, adı adalet konulmuş sarayların talimat ayarlı dosyaları arasında eritenlere, hayatını dört duvar arasında esamesi okunmayacak hale gelinceye kadar öğüten zalimlere ve ayakta tutmak için her yolu mübah gördükleri sistemlerine bir kez daha lanet ettim, hasta yatağına uzanmış bitkin bedeninin fotoğrafını görünce.. (Hürseda Haber)