'En Büyük Pişmanlığım Kur'an'ı Öğrenmemek'
BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık, Gülen Hareketinin en eski Dergi'lerinden Aksiyon'a konuştu. Sakık, en büyük pişmanlığının Kur'an-ı öğrenmemek olduğunu söyledi.
Aksiyon'dan Nursel Dilek Manavbaşı'nın Sakık ile gerçekleştirdiği ve içinde Sakık'a dair bilinmeyen bilgilerin yer aldığı röportajın tamamını sizlerle paylaşıyoruz:
‘Bazı kesimler sandıkta yenişemedikleri iktidar partisini acaba farklı alanlarda nasıl devirebiliriz, ne yapabiliriz anlayışı içinde oldular. Biz AKP ile çatışırız, kavga ederiz; ama bunun yolu yöntemi sandıkta olur. Bir taraftan bayraklarla, bayrakların sopalarıyla linç operasyonu gerçekleştirenlerin art niyetli olduğunu görüyoruz. Özellikle ‘Mustafa Kemal’in Askerleriyiz’ diyerek sokakları tetikleyenlerin ulusalcı milliyetçi kesimlerin aslında niyetlerinin iyi olmadığını biz de biliyoruz.”
Gezi Parkı olaylarının ardından yapılan bu açıklama BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık’a ait. BDP’li vekil son günlerde ilginç çıkışlar yapıyor. Mısır’da yaşanan darbe sonrasında da ‘Bazı şahsiyetler postal seslerinden devrim yaratmaya çalışıyor.’ sözleriyle dikkatleri üzerine çekmişti.
Yaşadıklarının ardından hayata tutunmaya çalışıyor Sakık. Zira beş kişilik ailesinden geriye üç kişi kalmışlar. Acılardan kendine büyük bir aile oluşturduğunu söylüyor. Yaklaşık bir yıl önce 25 yaşındaki oğlu Sedar Sakık, Çankaya Yıldız’daki evlerinde, gözlerinin önünde balkondan atlayarak veda etmişti hayata.
BDP’li vekil olaydan beş yıl önce de eşi Gülsima Sakık’ı toprağa vermişti. Ardından ablasının vefatıyla sarsıldı. Yaşadığı acıların ardından sessizliğini bozan Sakık, oğlunun intihar ettiği evlerinden kısa bir süre önce taşınmış. Çankaya’da yeni kiraladığı giriş katta bir evde oturuyor. Artık kendini ‘toprağa’ daha yakın hissettiğini söylüyor.
Sırrı Sakık, Vatan ve Cumhuriyet gazetelerinde aktif muhabirlik yapmış bir isim. 1987’den beri siyasetin içinde. 12 Eylül sonrasında SODEP’in kuruluşuna omuz vermiş, SHP Muş İl Başkanlığı yapmış. 1991 SHP ve HEP ittifakıyla meclise girmeyi başarmış. Sonrası malum, cezaevi yılları, parti kapatılmaları. 2007 seçimleriyle tekrar meclise girdi Sakık. Meclis İdare Amiri görevi; yani mecliste –pek de mümkün olmayan- sükûneti sağlamak. Bugün BDP içerisinde önemli bir yere sahip. ‘Sakık’ soyadı her daim ülkenin gündeminde. Ancak geçmişi, ailesi, inançları hakkında çok da tanımadığımız biri. Oğlunun ölümünden sonra bıraktığı, Doğu’da yas tutmanın sembolü olan ‘sakallarını’ artık kesmeyi düşünmüyor. BDP’li vekil ‘En büyük pişmanlığım Kur’an’ı öğrenmemek’ itirafında bulunuyor.
Sırrı Sakık, Diyarbakır’dan Urfa’ya kadar uzanan Batkan Aşiretine mensup. Muş’un Zengök köyünden. 1990’lı yılları ağır yaşamış. Köyleri yıllar önce terör nedeniyle yakılıp boşaltılmış. Muş merkezde babası tarafından işletilen otelleri Mehmet Ağar tarafından kapatılmış. 19 kardeşli. Kardeşlerinin kimisi cezaevinde, kimi dağda, kimi Avrupa’da. ‘Kopan tespihin taneleri gibiyim’ diyerek mücadelede çok sayıda kişiyi kaybettiğini belirtiyor. Hâlâ dağda olup haber alamadığı kişiler de var. Ancak o en çok evlat acısının dayanılmaz olduğu inancında. Oğlunun ölümünden sonra sürecin daha anlamlı hale geldiğini düşünen Sakık, artık şehit cenazelerinde farklı hisler yaşıyor: “Şehit ailelerinin acısını paylaşmak isterim; tepki alırım, koşullar uygun olmadığı için gidemiyorum.” BDP’li vekille siyasi gündemden uzaklaşıp, yaşadıklarını, iç dünyasını ve maneviyatını konuştuk.
-Nasıl bir ailede büyüdünüz?
Çok geniş, 19 kardeşli. Babam varlıklı bir ailenin çocuğuydu, üç evlilik yapmıştı. İlk evliliğinden doğdum, anne baba bir 11 kardeşiz. Üç eş, kardeşler hep bir arada büyüdük; ama ister istemez çocuklar arasındaki tartışmalar, eşlere de yansıyordu.
-Ne iş yapıyordu babanız?
Köyümüz Zengök’teydi, geniş arazilerimiz; Muş merkezde de Zengök isimli otelimiz ve iş yerlerimiz vardı. Ayrıca Gaziantep’te şirketlerimiz vardı. Orta Doğu’ya canlı hayvan ve hububat ihraç ederdik.
-Siyasetle ilgilenen var mıydı?
Aslında hepimizin siyasete yatkınlığı var. Çünkü kimliğimizin mücadelesini veriyorduk. Kimliğimiz red ve inkâr ediliyordu. Kendi dilimizle, okulda hayatta konuşma hakkımız yoktu. Çocuktuk, Kürtlere yapılan zulümleri evimizde öğrendik. Evde Türkiye dışında yayın yapan Erivan radyosunu dinlerdik. Güney Kürdistan’daki Mustafa Barzani’nin mücadelesini takip ederdik. Kürtlere yapılan zalimane politikaları evimize gelen büyüklerimiz konuşurlar bizde kulak misafiri olurduk.
-Böyle bir ortamda büyümek sizde nasıl bir duygu oluşturdu? Türklere karşı nefret duygusuyla mı büyüdünüz?
Hiçbir dönem Türklere karşı içimizde bir düşmanlık olmadı. Yaşadığımız coğrafyada hemen yanı başımızda Kafkaslardan ve Karadeniz’den gelen halklar vardı. Çerkezler, Lazlar, Çeçenler, Azeriler. Halkların ortak kenti Muş’tu. Kafkaslardan gelen Çeçenlerin evinde geçti hayatım. Bu tür tartışmalar yapılırken birbirimize değil sisteme karşı bir düşmanlık vardı.
-Ailenin siyasi görüşü neydi?
Babam CHP’ye oy veriyordu. O da bizim büyük bir günahımızdır, bende o günaha bulaşmışımdır. Zaten bir Adalet Partisi vardı bir de CHP. Partiye oy verenlerin büyük bir bölümü CHP ideolojisini bilmiyordu. Yani bu kadar zulmün ana kaynağının CHP olduğunu bilmediklerinden yıllarca bu partiye oy verdiler.
Türkçeyi nerde öğrendiniz?
Evde genelde Kürtçe konuşuyorduk. Türkçe konuşulmazdı. Kürt çocukları içerisinde anaokuluna giden ilk bendim sanırım, orada öğrendim.
-Devlet yatırım yapmadı derler; ama o yıllarda anaokulu varmış Muş’ta?
Vardı evet. Bu anlamda şanslı biriyim. Orada öğrendik Türkçeyi. ‘Şehrin çocukları’ bizi zaman zaman döverlerdi, kuşatırlardı, eşyalarımıza el koyar, evimize kadar kovalarlardı. Ben şiddeti ilk anaokulunda yaşadım. Anaokulundan başlayarak liseye kadar Kürt olduğumuz için aşağılandık.
-Ancak Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir yerden bahsediyoruz. Azınlıkta kalan Türkler değil miydi?
Kürt şehriydi; ama ne yazık ki her şehirde olduğu gibi ‘Öz’ kavramı vardı. Daha önce gelip şehre yerleşen insanlar yani. Zaten Cumhuriyet öncesi farklı halklar yaşamamış; Ermeniler ve Kürtler. Bazı halklar asimile olup kendi kimliklerini saklıyorsa özlük kimliğine sığınarak yeni bir kimlik arayışında buluyorlardı. Köyden gelenlere despotça davranıyorlardı.
-Siz nereden gelmişsiniz Muş’a?
Biz oranın yerli halklarındanız. Öyle bir soy avcılığına soyunmadım, araştırma da yapmadım. Burası Anadolu kavimler kapısı, binlerce halk gelip geçmiş bu topraklardan. Gen bağı avcılığımız olmadı, duygu bağını önemsedik. Arab’ın Acem’e, Acem’in Arab’a, siyahın beyaza, beyazın siyaha bir üstünlüğü yoktur. Ailemizin hayat felsefesi buydu.
-Ne okudunuz?
Hayalimde hukukçu olmak vardı; ama turizm işletme okudum. Onu da yarım bıraktım. Ticarete atıldım. 20’li yaşlarda gazeteciliğe merak saldım. Vatan ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik yaptım. Birkaç yıl bölgede muhabirlik yaptım.
-Ailede din olgusu nasıldı?
Ben annemi hep namaz kılarken gördüm. Biz ‘Anne namaz günde beş kez kılınır ama sen sürekli namaz kılıyorsun’ diyorduk. Gecenin geç saatinde, şafakta… Ama hâlâ kız kardeşlerim o geleneği devam ettirir. Çocukken de Ramazan aylarında oruç tutardık. Yani Kürtlerin büyük bir çoğunluğu böyledir. Kürt halkı muhafazakârdır. Başbakan bazen çıkıp talihsiz açıklamalar yapıyor, ‘Zerdüştlük’ten falan bahsediyor. Emin olun bizim tabanımız kıyametleri koparıyor. Başbakan’ın bu talihsiz açıklamaları bizleri üzüyor.
-Fakat geçtiğimiz yıl PKK’nın Zerdüşt tapınakları ve ayinlerinden fotoğraflar ortaya çıktı.
PKK bu konularla uğraşmaz. PKK içerisinde farklı kimlikler, farklı inançlar hayat bulur. Biz böyle bir şeyle hiç karşılaşmadık.
-Yani siz Zerdüşt diye bir din kabul etmiyorsunuz?
Evet, Zerdüştlük var. İslamiyet öncesi herkesin bir inanç anlayışı var. İslamiyet geldikten sonra ilk Müslüman olan halk Araplardır. Ondan sonra Kürtlerdir. Türkler çok sonra Müslümanlığı kabul etmişler. Tarih bilgisi olmayanlar sadece kara propaganda yaparak toplumun hassasiyetleriyle oynayarak bunları yapıyor. Ondan önce Zerdüşilik var. Türkler neydi Şamanist’tiler. Bu polemiklere girmek bize bir şey kazandırmaz. Bütün inançlara saygılı olmalıyız.
-Sizdeki din olgusu nasıl?
Ben de inançlı biriyim. Annemin gösterdiği hassasiyetleri gösteremiyorum ama içimdeki o inanç olmasa bu ağır mücadelenin içinde olmam.
-Hiç Kur’an-ı Kerim okudunuz mu?
Kur’an dinlemekten çok etkilenirim; ama Kur’an okumayı bilmem. Keşke bilmiş olsaydım. Yani hâlâ pişmanlıklarımdan biridir. Keşke bu konuda bilgi sahibi olsaydım. Hayatıma da çok büyük katkısı olurdu. Ne yazık ki öğrenemedim. Ailede bilenler var.
-Oğlunuzun ölümünden sonra sakal bıraktınız. Bunun bir anlamı var mı?
Eşimi 2007’de ağır bir hastalıktan kaybettim. Bizde yas için bırakılır belli bir dönem. Ağabeyim, yeğenlerim, eşim öldüğünde bırakmadım. Ama oğlum Sedar’dan sonra böyle oldu bir daha da kesmek istemedim.
-Sakal fiziksel bir değişim ama manevi anlamda ruh halinizde bir değişim yaşıyor musunuz? Ölüm sizin için ne ifade ediyor?
Yaşadığım süreç kolay bir şey değil. 5 kişilik küçük bir aileden 3 kişi kaldık. Ama sonra acılardan büyük bir aile oluşturdum. Çocuklarını savaşta kaybedenlerle ciddi bağlar oluşturduk. Sedar’ı kaybettiğimde Roboskili aileler sekiz saatlik bir yolculuktan sonra bana ulaştılar. 35. Sedar dediler.
Eşimi 40 yaşlarında oğlumu 25’inde kaybettim. Hele oğlum gözlerimin önünde ölüme atladı. Bütün ölümleri tattım; ama evlat acısı apayrıymış. Bu savaşta çocuklarını yitirenlerin acısını şimdi daha iyi anlıyorum. Yani bu kadar derinden yaşamıyordum, bu bir itiraftır. Bunu iki taraf için de söylüyorum. Şehit ailelerinin acısını paylaşmak isterim; tepki alırım, koşullar uygun olmadığı için gidemiyorum. Sedar’ın ölümünden sonra Başbakan’la konuştuk. Ne olur bu ölümlere bir son verelim dedik.
-Oğlunuz ne yaşadı da intiharın eşiğine geldi?
Evde beraberdik, telefonda konuşuyordu. Psikolojisi bozulmuştu, yaşananlar onu üzmüştü. Annesine çok düşkündü onun vefatından etkilendi. Aslında yaşadığımız şeylerin eşimize çocuklarımıza yansımasıydı bu. Yani Ankara’da çocuklarımızla çok sıkıntılı günler yaşadık. Çocuklarımız okulda saldırılara maruz kaldı. Oğlum Cenk lisedeyken bıçaklandı. Nefret söylemleriyle karşı karşıya kaldılar. Sedar da aynı şekilde. Bu savaşın faturasını ailemle ödedim. Kaderimizde bu varmış.
-BDP’lilerin çocuklarıyla ilgili çok lüks bir hayat yaşadıkları konuşulur? Sizde durum nasıl?
Bu belli odaklar tarafından zaman zaman ortaya atılan ve hiç haklı tarafı olmayan bir şey. Çocuklarımız bir iş kuruyor anında kimlikleri ortaya çıkıyor. Şu an emin olun BDP’lilerin çoğunun çocuğu işsiz güçsüz. Devletin kurumlarında bırakın BDP’lilerin çocuklarını üst düzey bir Kürt bürokrat bile yok, varsa da istisnadır. Diğerleri Avrupa’da Amerika’da okuyor, kimse bir şey demiyor. Çocuklarımız eğitimini tamamlayıp gelse iş yapamaz, başarılı olamazsa çocukların ruh halini düşünün.
-Sizinde yurt dışında okutma imkânınız var…
Tabii yapabiliriz ama ben şunu söylüyorum, çocuklarımızın özel bir okulda okuma hakkı yok mudur? İktidardakilerin çocukları nerelerde okuyor? Neden bizim çocuklarımız üzerinden siyaset yapılıyor, bunu etik bulmuyorum.
-Bedel ödediğinizi söylüyorsunuz sıklıkla. Siz bir baba olarak çocuklarınıza eksik kaldığınızı düşündünüz mü hiç?
Biz ağır mücadeleden geliyoruz, bu mücadele benim tercihimdi. Zaman zaman ihmaller vardır. Bedel ödenmeden hiçbir şeye kavuşmuyorsunuz. Keşke bu bedeller bize kalmasaydı.
-Psikolojik destek alıyor musunuz?
Yakın hekim arkadaşlarım var. Hem onlar, hem mücadele arkadaşlarım hem de ailemin vermiş olduğu destekle ayakta duruyorum. Biz acılardan süzülerek geliyoruz. Onlarca arkadaşımı kaybettim. Ağabeyimi, annemi, ablamı, eşimi oğlumu… Ben bütün acıları tadarak buraya geldim. Demokratik zeminde siyaset yaparken kafasına silah sıkılan, evleri barkları yakılan, çatışmada ölen yakınlarım var. Ağabeyim Gaziantep’te faili meçhul, PKK’ya katılan iki kardeşim operasyonlarda öldürüldü. Biri İsviçre’ye biri Kuzey Irak’a yerleşti. Biz kopan tespihin taneleri gibiyiz. Kardeşlerimden kimi cezaevinde kimi güney Kürdistan’da, kimi toprak altında.
-Dağda olanlar var mı?
Dağda olanlar da var, dağda olup da haber alamadıklarımız da var.
-Siz hiç düşündünüz mü dağa çıkmayı?
Ben hep demokratik zeminde mücadelenin sürdürülmesi gerektiğine inandım. Hep öyle oldu. Yani dağa gidenlere bir tepkim yoktu. Eğer bir insan genç yaşta eşini, sevgilisini, annesini, babasını buraya bırakıp gidiyorsa bir nedeni var. Keşke bu koşullar olmadan demokratik zeminde bu mücadeleyi götürebilseydik. Ne yazık ki 12 Eylül öncesi uygulamalar, red ve inkâr politikaları bu insanları dağlara gönderdi." (Aksiyon)