'CHP ile Ne İşiniz Var Sizin...'
Zaman Gazetesi'nde 25 yıl yazarlık yapan ve ismi bir ara adı Gülen Hareketinin Sözcüsüne çıkan Hüseyin Gülerce, 4 ay süren suskunluğunun ardından İnternethaber Genel Yayın yönetmeni Hadi Özışık'a önemli açıklamalarda bulundu.
Hadi Özışık ile Hatice Kübra'nın Hüseyin Gülerce ile gerçekleştirdiği ve 4 bölüm olarak yayınlanan röportajın tümünü sizlerle paylaşıyoruz:
- Hidayet Karaca ile aranızda bir polemik yaşandı. Saygısızlık yapmadan size cevap verdi.
- Saygısızlık yapıyor. Hidayet Bey saygısızlık yapıyor. Mesela, "Son hallerini görünce" diyor. "Hal" ne demek? Bir de diyor ki, "Kendisine en özgür yayıncılık ortamını sağladık" Sen kimsin? Ben Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü olduğum dönemde, sen İzmir Zaman temsilcisiydin. Ben Samanyolu'nda program yapmaya başladığımda, sen yoktun. O zaman buradaki "Biz" kim? O biz seninle oluyorsa ben o "Biz"in içinde niye değilim? Ben senden daha kıdemliyim hizmetin içerisinde. Burada çok enteresan bir açık etme var. Kendi adına konuşmuyor ve beni "biz"in içinde görmüyor. Bana her türlü imkanı vermiş ben niye dışarıda kalıyorum. Senin ban bir imkan sağlaman mümkün değil ki. Ben diyorum ki, ben "biz"in içinde yokum. Anlaşılıyor ki, bu arkadaşlar beni en baştan beri dışlamışlar.
-Dışlama hissediyor musunuz?
- Tabii... Burada bir dışlama var. Bir üçüncü şahıstan bahsediyor. "Hüseyin Abi" dediği bir insandan bahsetmiyor, üçüncü şahıstan söz ediyor.
- Niye dışlama gereği duydular?
-"Son hallerini görünce" diyor. "Son halleri" ne demek, ne olmuş benim son halime? Ben ne çamur atmışım. Benim elimde KJ çıktıları var, ağzımdan çıkmayan şeyleri KJ olarak yayımladılar. Ben bunu söyleyince çamur mu atmış oluyorum? Allah aşkına gerçekler gün gibi ortadayken, benim ekranda dediklerim ortadayken, altta yazılanları seslendirmek niye zorlarına gidiyor?
- Kırılma noktası neresiydi?
- Mehtap TV'de 17 Aralık'ın yolsuzluk soruşturması olmadığını söyledim. 17 Aralık'ın hükümete karşı darbe olduğunu söyledim. Yayının kaydı orada duruyor. Birlikte program yaptığımız Ahmet Turan Alkan ve Ali Bulaç, "Sen ne dediğinin farkında mısın? Mehtap TV'de bunu nasıl söylersin? " diye çıkıştılar. O programdan sonra Ahmet Turan Alkan, benim aleyhime "Turfa müneccim" başlığı altında bir yazı yazdı hatırlayın. Benim o yazıdan sonra istifa etmem gerekirdi.
- Niye etmediniz?
- Genel Yayın Yönetmeni'nin bilerek koyduğu bir yazı. Ben Ekrem Bey'le görüştüm. Ekrem Bey bir vesile ile beni aramıştı. Konuştuk, sonra bu konuyu açtım.
- Ne dedi?
- Ekrem Bey'e "Senden empati yapmanı rica ediyorum. Sen bu gazetenin yayın yönetmenisin. Ben de yaptım. Diyelim ki görevin bitti yazar olarak devam ediyorsun. Yayın yönetmeninin gazetede senin için "Turfa müneccim" başlığı ile bir yazı yazılmasına müsade etseydi, ne hissederdin?" diye sordum.
- Cevap?
- "Abi biliyorsun, o arkadaşın yazısını yayımlamazsak, gazeteden ayrılır" dedi. Ben yutkundum, çünkü "Onun ayrılması doğru olmaz ama senin ayrılman bizim için önemli değil" anlamına geliyordu Ekrem Bey'in sözleri. Veya "Sen hizmet adına yapılan hakareti kabul edebilirsin, ama bu arkadaşı kaybetmek istemedik bu yazıdan dolayı." demek oluyordu. Bu ifade beni çok yaraladı. Çok ağır bir ifadeydi. Tam o sırada Hocaefendi'nin "Darılma değil, dayanma" sözü geldi aklıma. Tek tutunduğum dal, Hocaefendi'nin sözünü yerine getirmekti. Hidayet Bey'in karalıyor, çamur atıyor tarzındaki kibir dolu açıklaması, bana karşı bir tavrın olduğunu ortaya koydu.
-Ekrem Dumanlı hangi sıfatla bunu söylüyor, genel yayın yönetmeni olarak mı? Yoksa yukarıdan aldığı talimatı mı size iletti sizce?
- Bu ifade ve Zaman'daki yazı benim gözden çıkarıldığımı gösterir.
-Kim sizi gözden çıkardı?
- Ekrem Dumanlı...
-Sadece o mu?
-Başka yere götürmek istemiyorum.
-Ekrem Dumanlı tek başına sizi gözden çıkarabilme gücüne sahip biri mi?
- Zaman'da kimse öyle bir güce sahip değil.
-Güç kimde? Cüneyt Özdemir'in Ekrem Dumanlı'ya enteresan bir sorusu olmuştu. Cüneyt, "Zaman'ın sahibi kim?" demişti. Dumanlı da, künyedeki isme işaret etmişti. Ben aynı soruyu size sorayım, Zaman'ın sahibi kimdir?
- Gazetede herkes biliyor ki, bu gazetede patron olarak gözüken kişinin genel yayın yönetmenini değiştirebilecek gücü olmaz. Şimdiye kadar da olmamıştır. Benden önce de olmamıştır, benden sonra da olmamıştır.
-Sizi kim görevden aldı?
- Buna cevap vermek istemiyorum.
-Zor bir soru mu?
-Üzmek istemiyorum.
-Ekrem Dumanlı yarın sizi görevden aldığını söylerse... bu tebliğin asıl sahibi kimdir size göre?
-Ekrem Bey'e sorun.
- Cüneyt Özdemir sormuş, orta yerde verilmiş bir cevap var. Ben size soruyorum ve bu cevabı sizden almak istiyorum. Siz patron olarak gözüken kişinin ne sizi ne de bir başkasını görevden alacak güce sahip olmadığını açık söylüyorsunuz. O halde kim? Hocaefendi mi karar veriyor?
- Ben Hocaefendi'yi bu işin dışında tutmak istiyorum. Bu konuda konuşmak istemiyorum. Ben Hocaefendi'yi üzmek istemiyorum. Konuşulacak çok şey var ama üzmek istemiyorum. Hocaefendi'yi öz dayım gibi seviyorum. Ben onu çok sevdiğimi defaatle ifade ettim. Bu hayatta benim için en büyük şeref, Hocaefendi'nin dostluğudur. Dolayısıyla bu süreçte üzecek bir ifade kullanmak istemiyorum. Ben Hoacefendi'ye kırılmam ama onun kırılmasını istemem. Üzülürüm ama küsmem. Benim Hocaefendi'ye küsmem söz konusu olmaz. Bütün bu süreçte hedefe konulması, örgütten bahsediliyor, örgütün lideri olarak Hocaefendi'nin adı geçiyor. Bir iddia var "Paralel yapı" diye.. Yargı süreci sonucunda ne olur onu bilmiyorum. Ama diyelim ki Hocaefendi bürokrasiyi çok önemsemiş, bürokraside bulunmayı en önemli görmüş diyelim. Ben bunu bir içtihat farkı olarak değerlendiririm. Hocefendi böyle düşünmüş yani. Kötü niyet olarak düşünmem. Bana göre bu dünyada kötü niyetli olacak en son kişi Hocaefendi'dir.
-Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve seçilmiş Cumhurbaşkanı açık açık Fethullah Gülen'in örgüt lideri olduğunu söylüyor. Siz bu suçlamaya katılıyor musunuz?
- Bir din alimine bu şekilde hitap edilmesi, ondan daha ağır ifadeler de var. Doğru bulmuyorum, bunu eleştirdim de. Çünkü yanlış iki taraflı.. Başbakan için de, seçilmiş Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı için de "Firavun" iması, "Nemrut" iması, "Hırsız" iması, "Yezid" iması, son günlerde artan "Münafık" iması, nasıl kabul edilemezse, çok ağırsa, aynı şekilde bir din alimi olarak bilinen bir insana da benim burada dilim söylemeye varmıyor, Başbakan'ın ağzından çıkan ifadeler, bunların söylenmesi kabul edilemez. İkisi de yanlış. Fakat ben burada dönüp kendimizi eleştiriyorum, diyorum ki "Yıllardır üslubumuz bizim namusumuzdur" diyoruz. Tayyip Bey diyebilir bir siyasetçi başkalarına derken bu sertliğe ve üsluba alışmış olabilir ama o ne kadar derse desin bizim demememiz lazım. Çünkü biz hep şunu savunduk...
-"Sövene dilsiz, dövene elsiz olmak gerekir."
Şimdi tam bu sözü uygulamanın tam zamanı. O hakaret ediyor ama Başbakan'a söylenenler inanç açısından da tavsip edilecek şeyler değil. Sen "Münafık" olduğunu nereden biliyorsun? Bir arkadaş çıktı Bülent Arınç'a, "Mü'minler münafıklardan özür dilemez" dedi. Bülent Arınç gibi bir insana aleni "münafık" dedi. Şimdi bu kabul edilebilir mi? Ben şunu söylüyorum, Ak Parti'nin 10 yılında her şey güllük gülistanlık. Ne yolsuzluk var, ne rüşvet var, ne rant yeme var, ne Deniz Feneri var. Hiçbir şey yok. 10 sene sonra hakimler savcılar, emniyet mensupları bir bakıyorlar ki, Başbakan, bakanlar ve bakan çocukları Türkiye'yi götürüyorlar! Bunu farkedip harekete geçiyorlar. Ben diyorum ki bu benim zekama hakarettir. Toplumun zekasına da hakarettir. Dolayısıyla burada bir darbe var. Ama bu darbeyi kim yapmış, kimlerle yapmış, nasıl bir ilişki ağı var ben onu bilemem.
-Darbe olsaydı ne olacaktı?
-Hükümet düşürürülecekti. Tayyip Bey gidecekti. Ak Parti'nin içinden yeni bir hükümet kurulacaktı. 17 Aralık'ın ilk günü bunun bir darbe olduğunu hissettim. Savcı bildiri dağıttı ya.. Orada her şey görünüyordu, flu olan fotoğraf o bildirinin ardından netleşti. Ben o zaman da savcının yaptığının militanlık olduğunu söyledim. Cumhuriyet tarihinde örneği yok. Demek iyi hazırlanmış. Ama şunu söyleyeyim sonuçta kararı yargı verecek. Her iki taraf yargısız infazdan yakınıyor ama yargının vereceği kararı beklemiyor.
- Hocaefendi'nin "dayan" tavsiyesine uydunuz ve 4 ay dayandınız. Ücretsiz izne ayrıldınız, kitap yazmak üzere yazılara ara verdiniz. İşin aslı neydi?
- 30 Mart'ta büyük yanlış yapıldı, CHP ve MHP birlikte hareket etti. Hedef şuydu, bedel ödetmek istediler. Ama öyle olmadı, ben seçimden hemen sonra İnternethaber'e yaptığım açıklamada özeleştiride bulundum. CHP'ye oy istemesinin yanlışlığını dile getirdim. Seçimden sonra verilen tepkiyi görürler anlarlar diye düşündüm. CHP'ye oy istemek bile Hizmet'le ilgili kırılma noktalarından biridir. Bunu görürler yanlış sürmez diye istifamı geciktirdim. Tekrar Zaman'da yazma umudumu korudum. Ama baktım ki Cumhurbaşkanlığı seçiminde de aynı tavır devam ediyor. İşte bugün geldiğim nokta itibariyle ben Zaman'da yazsam ne yazacağım? Hükümete karşı, Cumhurbaşkanı'na karşı devam eden o çizgi var. Müteddeyin kitlede bir SÖZCÜ gibi oldu Zaman gazetesi. Şimdi ben kendi vicdanıma "Sözcü benzeri bir gazetede mi yazacaksın?" diye soruyorum. Ne yazacağım orada. "E bize yapılan zulmü görmüyor musun?" diyorlar. Ben zulüm konusunda hep aynı şeyi söylüyorum. Eğer tek taraflı bir zulüm olsaydı, yani durduk yerde bir zulüm yapılsaydı ben şu anda en önde yazıyor olacaktım. Yalın kılıç cephede olurdum. Ama vicdanım buna müsade etmiyor.
-Ne demek bu, Zaman'ı bırakıyor musunuz?
- Zaman'ı bırakıyorum evet. Zaman'da yazacak bir şeyim kalmadı çünkü. Hiç kimsenin bu kararımdan haberi yok, ilk kez size söylüyorum, bugünden itibaren Zaman gazetesinden istifa ediyorum. Ekrem Dumanlı'ya konuyu SMS yoluyla ilettim. O da "dur gitme" falan demedi, "keşke kalsaydın" demekle yetindi. İstifamı noter aracılığı ile de bildireceğim.
- Kaç yıldır Zaman'dasınız?
- 25 yıl..
-Zor olmayacak mı?
- Şimdiye kadar aldığım hiçbir karardan geri dönmedim. Çok düşünüp taşındım. Nasıl bir duygu? Bir defa istifa etmemin doğru olduğuna kendimi inandırdım. Vicdanım onaylıyor. Niye? Burada istenmiyorsunuz çünkü. Kendi gazetenizde "Turfa müneccim" diye hakaret ediliyor sana. "Anlasana kardeşim" diyorlar, Zaman'da istenmediğimi söylüyorlar başka bir deyişle.
-Hocaefendi istifa ettiğinizi öğrenip sizi arasa ve "gitme" derse kararınız değişecek mi?
-Hayır.. Ben kendisinden helallik isterim. "Kusura bakmayın" derim.
-Kararlısınız...
- Kararlıyım. Şimdi bakınız, benim gazeteden uzaklaştırılmamla ilgili peşpeşe üç tane önemli olay var. Birincisi Ahmet Turan Alkan'ın yazısı. 22 Aralık'ta Samanyolu TV'deki programda söylediklerim anladığım kadarıyla ağır geldi. Bu söz üzerine harekete geçildi. Ahmet Turan Alkan'ın o yazıyı yazması tesadüf değil. 22 Aralık'taki programın devam 29 aralıkta var, durup dururken program iptal edildi. Beyaz TV'de Ahmet Turan Alkan'ı eleştirdim. Kendisi haberdar olunca televizyonu arıyor ve benimle programa çıkmayacağını söylüyor. Yönetmen arıyor, "Abi siz zaten Yalova'dan geliyorsunuz. Zaman zaman yorulduğunuzu da söylüyordunuz. Bu söylediklerinizi de dikkate alırak programı iptal ettik" diyor. Benim en çok üzüldüğüm şey. Yahu mertçe desenize bana. Söylediklerimin rahatsız ettiğini söyleyebilirlerdi bana. Bu şeffaflık maalesef hiçbir alanda yok. Mesela benimle hukuku çok iyi olan Hidayet Karaca. Beni 22 Aralık'tan sonra hiç aramadı. TV'nin tepesindeki isim olarak da beni aramadı. Yahu insan "üzüldüm" der, bir şey der. Hiçbir şey yok. Demedi. Çünkü işin için de o da var. Yapılması gereken şuydu, Hidayet Bey benimle konuşmalıydı. Bir başkasının beni araması şık değildi. Hani camia'da bütün fikirlere saygı vardı.? Ne oldu birisi ilk defa ters bir şey söyledi. Ben o gün şunu anladım, camia'nın içerisinde meğer eleştiri yapmak İslam dairesinin dışına çıkmak ve münafıklığa savrulmakmış. Şu anda bana sosyal medyada sürekli münafık, hain davasını satan adam denilerek hakaret ediliyor. Oysa ben Hizmet'e vurmuyorum ki, eleştiri getiriyorum. Bana güzellikle anlatsalar, programa ara vermek istediklerini söyleseler anlarım. İki medeni insan gibi konuşmak varken, 33 yıldır içinde bulunduğum Camia'ya gönül vermiş insanların bana bunu söylemesi çok mu zor? Bugün gazetesi de Nazlı Ilıcak'ın köşesinde benim aleyhime çok ağır bir yazı yazıldı. "Hüseyin Gülerce'de ahiret korkusu yok" dedi benim için. Bu yazının Bugün'de çıkması da önemliydi. Ben o zaman anladım ki istenmiyorum. Bugün gelinen noktada yanlışların katlanarak devam ettiğini görüyorum. Yeni seçilmiş Cumhurbaşkanı'na inanç noktasında asla tasvip edemeyeceğim imalar devam ediyor, suçlamalar ve ithamlar devam ediyor. Benim Zaman'da yazmam bu yüzden imkansız hale geldi.
-Veda yazısı yazacak mısınız?
-Tabii ki hayır! Yazsam ne yazacağım? Ne diyeceğim okurlara?
- Şimdiye kadar Camia içerisinde Taşgetiren eleştirdi mesela. Star'a gitti. Kapısı açıktı Star'ın. Yani iktidara yakın gazetelerin kapısı açık. Ben zannediyorum, Zaman'dan koptuktan sonra bu kapı size de açılacak.
- Şu anda iktidara açıktan destek veren bir gazetede yazmayı düşünmüyorum.
- Böyle de bir şerh koyuyorsunuz…
- Tabi, çünkü o zaman insanları benim hakkımda günaha sokmak isteyenlere malzeme vermiş olacağım. Çünkü şunu diyorlar: Zaten anlaştı havuz medyasıyla Gülerce…
- O kapıyı kapattınız yani.
- İşte gördünüz mü biz demedik mi? Bütün konuştukları hikayeydi diyecekler.
- Sözcü'ye yakınlaştı Zaman dediniz. Sizin vicdanınızı yaralamaz mı cemaate vuran bir gazetede yer almak?
- Yaralar işte, o yüzden cemaate vuran bir yayın organında asla yazmayı düşünmüyorum.
- Cemaate vurmayan gazete var mı?
- Var tabi. "Yargı safhası önemli, kimseyi peşin peşin suçlamamak gerekir... Yargısız infaz yapmayalım" diyen gazeteler var. Ama ben buradan bir mesaj veriyor değilim. Aklımıza şu gazete geliyor. Orada mı yapacaksınız demeyin. Benim şu an bir gazetede yazmak ile ilgili hiç bir düşüncem yok. Bir teklif de bekliyor değilim.
- Biz teklifimizi yapalım yine de. İnternetHaber'de yazmanız için.
- Bu istifadan sonraki gelişmelere bakmamız lazım.
- Ama sizin için öyle bir kapı var yani. İnternetHaber sayfaları sizin için her zaman açık.
- Teşekkür ederim. Kadronuzu kuvvetlendirdiniz… Sedat Ergin'in Hürriyet'e genel yayın yönetmeni olmasının ilanı sırasındaki toplantıda Hürriyet Dünyası başındaki Vuslat Doğan Sabancı'nın konuşmasını okudum. Benim de savunduğum o. Sadece gazetecilik yapalım. Sadece gazetecilik ilkeleri ile gazetecilik yapılsa. Hürriyet de bunu yıllardır söylüyor ama çok az uyuyor buna.
- Sedat Ergin ile değişir diye düşünüyorum. O hem vicdanlı bir gazeteci, hem de gerçek bir muhabir.
- İnşallah değişir. Bunu hep talep ediyoruz. Böyle olsun istiyoruz.
-Tapelerde yapılan konuşmalar var. Hocaefendi de sizin yazdıklarınızın ve konuşmalarınızın çok önemli olmadığını söylüyor konuştuğu kişiye.
-Mustafa Özcan'la konuşuyor. Mustafa Özcan'a çok ciddi tepkim oldu. Ben tapelerdeki seslerin kime ait olduğunu biliyorum, tanıyorum. Mustafa Özcan'ın sesi.
Orada benim yazımı saptırarak soruyor Hoacefendi'ye. -"Hüseyin Gülerce bugün olumsuz şeyler yazmış ve bizim üzerimize gelinmesini tavsiye etmiş. Bizim yaptığımız yolsuzlukların üzerine gelinmesini tavsiye etmiş" diyor. Halbuki ben orada hükümetle ilgili yolsuzlukların üzerine gidilmesini yazıyorum. Kaldı ki Camia'nın da yolsuzluklarının üzerine gidilsin gibi bir şey yazmış olsam, Zaman bu yazıyı yayınlar mı?
Ama orada Mustafa Özcan'ın ne kadar kötü niyetli olduğunu gördüm. Mustafa Özcan çok açık bir şekilde Hocaefendi'yi ajite ediyor. Yani ola ki Hocaefendi benim ne yazdığıma dönüp bakmazsa, benim aleyhimde Hocaefendi'de bir kanaat oluşması için aleni bir yalan söylüyor.
Benim bütün sıkıntım bu arkadaşla ilgilidir. Çünkü bu arkadaş Hocaefendi ile sürekli konuşan birisi. Ben onun Hocaefendi'ye doğru bilgi aktardığına, insaflı bir şekilde davrandığına bu aktarmalarla şimdiye kadar hiç inanmadım. Ve camia'nın içinde bu arkadaşa kim toslamışsa hepsi gitmiştir. Mustafa Özcan'a toslayıp da hizmet içinde ayakta kalan kimse olmamıştır.
-Gülen niye bunlara açık peki?
-Hocaefendi her söylediğine inanmıyor ama sürekli hep aynı kişi, güvenlikle ilgili bilgi veriyor.
-Bu gücü kimden alıyor?
- Kendi kendime hep bu soruyu sordum "Mustafa Özcan" kimdir diye. Dikkat edin konuşuşmalarda ekleme yapıyor.
- Hocaefendi'yi siz arasaydınız, gerçeği anlatsaydınız. Aradınız mı?
-Ben aradığımda çıkmamazlık yapmaz ama ben aramadım. Bana karşı hiçbir nezaketsizliği olmadı.
- Hocaefendi yeniden sohbet etmeye başladı ve "gelin yeminleşelim" çağrısında bulundu. Yeminleşelim, boşan diyelim, vs. Bir alim insandan bahsediyoruz. Fakat her gün bir siyeset. Hocaefendi şimdi herkese bir talimat verse, susun konuşmayın dese. Twitter filan da hepsi yasak. Hocaefendi'nin sözü geçer mi?
-Geçer…-Demek ki Hocaefendi devam ettiriyor. Ona rağmen olamayacağına göre.
- Şunu öncelikle belirteyim. Hocaefendi'nin şahsında olan saygımda bir eksilme yok. Kendisine olan sevgimde hiç bir eksilme yok. Ama bu dünyada hiç kimse eleştirilmez olmamalı. Çünkü biz insanız. Eleştirebilmeliyiz. İnsanlar da kendilerinin eleştirilmesinden rahatsız olmamalı. Fakat bu eleştiri nezaketle yapılmalı. Hakaret etmeden, suçlama yapmadan yapılmalı. Benim sevdiğim, hürmet ettiğim, dostluğu ile şeref duyduğum Hocaefendi ile ilgili vicdanımı yaralayan en önemli hadise, Hocaefendi'nin kendisinin lanetleşme dediği, ama toplumun çoğunluğunun da "beddua" dediği o video görüntüsüdür. Bunu ilk defa söylüyorum. Siz kendi içinizde kendi arkadaşlarınıza "bu beddua değil, lanetleşme… Bak kendi arkadaşları için de söylüyor. Sadece karşı tarafa söylemiyor dense bile orada benim vicdanımı rahatsız eden bir husus var. Kimse de dillendirmedi bunu. Asıl önemli olanın bu olduğunu nazara vermediler. İster lanetleşme ister beddua olsun… Toplumun büyük çoğunluğu beddua diyor ama hizmet insanları hayır beddua değil karşılıklu lanetleşmedir diyor. Orada asıl üzücü olan şu: Ocaklarına ateş düşsün, yuvaları yıkılsın. Ben torunlarımla altlı üstlü oturuyorum Ocaklarına ateş düşsün yuvaları yıkılsın burada benim içim cız etti. Yuvalarda eş var, çoluk çocuk var, torun var. Şu netlikte söylenseydi: Kim yaptıysa Allah onun belasını versin, biz yaptıysak bizim… Kim yaptıysa. Çünkü İslamın en önemli prensiplerinden birisi suçun şahsiliğidir. Babasının yaptığından dolayı neden birileri suçlansın? Neden birinin yaptığı yüzünden başkasının yuvası yıkılsın. Bunu da izah etmeye çalışan, İslamiyetten örnekler getirmeye çalışan çok zorlama yorumlar oldu. O masumları gözünüzün önüne getirdiğiniz zaman, söyleyemezsiniz ki… Hocaefendi bu videoya kadar dualarla, boynu büküklüğü ile , sesinin yumuşaklığı ile hatırlanan bir isimdi. O videodan sonra, bir ikincisi daha oldu. Şimdi karşı tarafın, bu meselede karşı taraf olan medyanın da ortaklaşa yaptığı yayınlarla, Hocaefendi şimdi beddua kelimesiyle ismi yanyana gelen bir isim oldu. Bu beni çok üzüyor. Hocaefendi bu değil çünkü. Keşke orada bulunan arkadaşlar kapının önüne yatsalardı. Bunu yayımlamasak deselerdi. Çünkü hocaefendi bunu dinleyecek bir insan. Hocaefendi bu biraz ağır anlaşılır, insanlar bunu bizim anlamadığımız gibi anlayabilirler, yanlış anlaşılmayalım, yok yere günaha sokmayalım kimseyi denmesi lazımdı güzellikle. Ben orada olsaydım, Hocaefendi'nin ayaklarına kapanırdım o videonun servise verilmemesi için. Yayına verilmemesi için diz çöküp yalvarırdım. İnanıyorum ki Hocaefendi beni dinlerdi. O videonun yayını engellenmeliydi.
- Sonrasında tekrar edildiğine göre, gelen tepkilerin de Hocaefendi'ye iletilmediğini mi gösteriyor? Son bedduadan sonra boşanma meselesini dile getirdi yeminleşelim dedi ya… Eşleri filan katıyor yine konuya. Eşin ne günahı var?
-Benim üzüldüğüm nokta da bu. Hocaefendi bu değil. Bizim sevdiğimiz, bizim tanıdığımız, Hocaefendi'nin tavsiye ettiği yol budur dediğimiz insan bu değil. Asıl üzüldüğümüz nokta bu.
- Ne değiştirdi Hocaefendi'yi?
- Değişiklik nerede başladı, bu noktaya nasıl geldi. Ben o süreçleri bilmiyorum. Ben Amerika'da yaşadığı için onu senede bir ya da iki defa ziyaret ediyorum.
- Kim değiştirdi Hocaefendi'yi? Öyle sorayım o zaman…
- Tabi şimdi giden bilgiler çok önemli. Ben şunu gördüm bakınız. Temel eleştirdiğim nokta bu. Biz hizmet hareketi olarak, konferanslarda hizmet hareketini anlatırken, "hizmet bir özel anlamda hizmet değildir. Allah yolunda hizmettir. Dolayısıyla da Allah rızası çok önemlidir. Sadece Allah rızası ile iş yapmak lazım. bunun için de gönülleri fethetmek lazım. İlahi kelimetullah'ı yüceltmek lazım. Böyle olunca da bürokraside, siyasette olmak tali meseleler. Size bir faydası varsa olursunuz. Şimdi görüyorum ki özellikle emniyet ve yargı bürokrasisinde olmak en önemli mesele haline gelmiş. Benim temel kırılma noktamı anlatıyorum. Zaman'dan da ayrılmama neden olan temel kırılma noktam burası. Hocaefendi 1994'te Gazeteciler ve yazarlar vakfı'nın kuruluşunda, Türkiye'de ve dünyada demokrasiden geri dönüş yok dedi. Bu bir ictihattır, sizin bu bölgede ayakta kalabilmeniz, hizmetin önünü engellememek için, kötülüklerin önünü almak için, bürokraside bulunmanız çok önemli diye ictihat yapabilirsiniz. Ama bunun yolu siyasete rağmen belli insanları belli yerde isdihtam etmek değildir. Demokraside herkes istediği yere gelebilir. Emniyet'e de, yargıya da… Ama orada çok önemli bir husus var. buralara gelen insanlar dışarıdan talimatla iş yapmazlar. Sadece ve sadece devlet çarkının işleyişine, hukuka, yönetmeliğe bağlı kalarak çalışır ve herkes de bilir filan camiiadandır, falan gruptandır diye. Demokrasi de bu rejimin adıdır. Bürokrasi bu kadar önemliyse bazı arkadaşlara siyasette yol verilirdi. Avrupa'da bunun örnekleri vardır. Bugün bu iddia tabi, yargı karar verecek, ama iddia şudur, falan yerin imamı var, filan yerin imamı var. Bu doğruysa kabul edilir birşey değil.
- Cemaat nereye gidiyor? Şu an nereye doğru gidiyor? Sonu ne olacak?
- Sonunda daima hükümetin, devletin dediği olur. Bir kuvvet dengesizliği var bu mücadelede. Benim aklımın almadığı da o. Ortada kuvvet dengesizliği var. Camia hükümete kafa tutuyor. Başbakan için çok ağır sözler söyleniyor. Bir de Başbakan tuttu bu meseleyi devletin meselesi haline getirdi. Milli Güvenlik Kurulunda konuşuldu, kayda geçirildi. Yani sayın Davutoğlu'nu seçerken bile en önemli kriterin paralel yapıyla mücadele olduğunun söylenmesi… Bunlar önümüzdeki dönemin ipuçlarını veriyor.
- Nedir o ipuçları?
- Hükümetin bana göre şu an üç tane işi var. Yeni cumhurbaşkanıyla beraber… Çözüm süreci, yeni anayasa ve "Paralel Yapı" ile mücadele… Düşünebiliyor musunuz Türkiye'nin üç temel meselesine bunu kattı. Yeni hükümet de bu minval üzerinde kurulacak. Yarın öbürgün bir sürü yargılama, soruşturma… Hergün haberler… Bu hizmete itibar kaybettirecek. Ben çok üzülüyorum. Bu hengamede çok masum insanlar üzülüyor. Eskiden bir hizmet müessesesine gittiğiniz zaman yüzler gülüyordu. Ben şimdi çok üzülüyorum. Yüzler gülmüyor. Arkadaşların moralleri çok bozuk. Moral verilmeye çalışılıyor ama kolay değil. Okullardan öğrenciler alınıyor. Himmetler azalıyor. Kurban mevsimi geliyor ne olacak? Bu bir imtihandır deniliyor. Tamam imtihandır da her savaşta, savaşa bazen girmek kaçınılmaz olur ama siz en az zaiyatla çıkmak için bir hesap yaparsınız. Şu anda böyle bir hesap yapılıyor mu? O kadar çok hesap yapılıyor ki. Bir de algı değişti. Hizmeti seven sayan bir arkadaş güzel bir laf söyledi. "Siz…" dedi, "ne güzel hep uçakla seyahat ediyordunuz. Havalardaydınız hep, neden indiniz bu karma karışık trafiğin içine" dedi. "Neden bulaştınız bu siyasete" dedi… "CHP ile ne işiniz var sizin…" dedi. "Koskoca hizmeti alıp getirdiniz, cami avlusuna bırakır gibi CHP'nin avlusuna bıraktınız" dedi.
-Cemaat'in bu kavgadan sonra itibarı ne noktada. Ne görüyorsunuz siz insanlarla görüşürken. Size karşı bakış nasıl?
- Benim çizgim itibariyle, 17 Aralıktan beri… Bana diyorlar ki, eskiden şöyle demiştin, Hakan Şükür için şunu yazdın… Nurettin Veren için "Nifak" diye bir yazı yazdın… Halbuki bugün sen ne durumdasın? 17 Aralıktan önceki bütün yazılarımı bir hizmet adamı olarak yazdım. Hepsini savunuyorum. Ama bir değişim oldu 17 Aralık'tan sonra. Ben değişmedim. Hizmetin çizgisi değişti. Ekseni kayan ben değilim, hizmetin ekseni kaydı. Bizim CHP ile yanyana gelmemizin Hizmet prensibi ile ne alakası var. Şimdi biz referandum'da o kadar çalıştık deniliyor. Biz AK Parti için çalışmadık ki… O da yanlış. Biz referandum'da demokrasi için çalıştık. Türkiye'nin eline geçmiş son iki asırdaki en önemli fırsattı o. AK Parti için değerlendirilmedi ki demokrasi için değerlendirildi. Şimdi o çalışma bile biz AK Partiye o zaman destek verdik, meğer hata etmişiz diye söyleniyor. Ben bunu doğru bulmuyorum.
- Cemaat kendi kendini tasfiye mi ediyor?
- Öyle bir laf ağır olur tabi. Ama ben biraz Mücadele Birliği'nde yaşadıklarımızı benzetiyorum meseleyi. Orada da 1977 yılından itibaren anlam veremediğimiz değişimler oldu. Ekseni değişti. Sonunda zaman içinde bir sene, iki sene, üç sene, beş sene içinde Mücadele Birliği diye birşey kalmadı. Benim korkum Müslümanların hali nolur diye değil. Bu dava Allahın davası. Biz bu davanın içindeyiz diye dava ayakta kalmıyor ki, davanın sahibi Allah. Biz onun yolunda gittiğimiz sürece, onun rızasını iyi niyetle tale ettiğimiz sürece mesele yok. Zaten zafer Allahındır. Siz çalışırsınız, neticeyi Allah'tan beklersiniz.
- Korkunuz ne?
- Benim korkum, insanlar çok üzülecek. Çünkü biz çok üzülmüştük. Ben Mücadele Birliğin'nden ayrıldığım zaman, ki Bayrak gazetesi başyazarıydım. Annemle birlikte oturuyorduk. Ve İstanbul'da Bağlarbaşı'nda kirada oturuyordum. Ayrıldım, geldim, evde "öğretmenlik yapacağım bundan sonra" dedim. Sonra annem dedi ki "sen bunu söylerken, parmağını eme eme kenara çekilen bir çocuk gibiydin…" Yani o kadar üzüntülü… Bütün hayatınızı vermişsiniz. Özel hayat haram demişsiniz, Allah için. 7 senenizi vermişsiniz. Böyle bir teşkilattan ayrılmak zorunda kalmışsınız. Ben hizmeti Mücadele Birliği'nden çok öte, ileri, Türkiye'de kimsenin hayal bile edemeyeceği, tüm dünyaya etki eden bir hareket olarak görüyorum. Ki içinde yanlış yapan varsa 10 binde 1'dir o. Tüm arkadaşlarıma samimiyetleri, temizlikleri, dürüstlükleri için kefil olurum. Ben hizmeti hep şöyle anlatırım "Güzel insanların, Allah rızası içiçn güzel işler yaptığı bir hareket." Bu insanların dünyası yıkılacak diye üzülüyorum. Bunun sonunda Mücadele Birliği'ndeki hayra benzer bir hayır olabilir. O hayır şudur. Mücadele Birliği'nde biz de farklı insanlar değildik. Ama mücadele birliğinden sonra herkes kendisi oldu. Ben bu süreci herkesin kendisi olma süreci, yani Türkiye'nin büyümesi, milletin gelişmesi, demokrasi için herkesin kendisi olması süreci olarak görüyorum. Millet uyandı, kendi değerleri üzerinde ayağa kalktı, şimdi herkes Allahın kendisine verdiği kabiliyetle kendisi olacak.
- Cemaat ekseninden çıktı. Bir kişi çıkıp biz bu hizmeti yıllarca zor şartlar altında buralara götürdük deme cesareti gösterir mi acaba?
- Bir ben çıktım ya işte…
- Yok Hocaefendi'nin yerine geçecek biri var mı?
- Hocaefendi'nin yerine geçebilecek hiç kimse yok. O özel bir insan. Benim söylemem ayıp olur, çok kabiliyetli bir insan. Hem alim, hem strateji bilen, uygulayan bir insan. Benim tek eleştirim, ictihat farkı ile gidiliyor. 1994'de söylediği "demokrasi" lafının arkasından gitmeliyiz. Dünyada ve Türkiye'de demokrasiden dönüş yok, nerede olacaksan demokrasi ve hukuk içinde olacağız. İnsanlar bizim için yanlış düşünmesin.
- Çok konuşulan, enjekte edilen bir laf var: Tek adam. Tayyip Bey için söyleniyor. Ama cemaati de tek adam yönetiyor. Alternatifi yok. Emr-i hak vaki olduğunda Hocaefendi'nin yerine kim geçecek?
- Allah gecinden versin. Hocaefendi'nin yerine geçecek kimse yok.
- Ne olacak bu camia?
- Zaten bu sınavın Hocaefendi hayattayken yaşanıyor olması Cenab-ı Hakkın bir yardımı Cemaat içindeki insanlara. Öbür türlü çok daha yıkıcı olurdu. Hocaefendi yok. Üzerine üzerine gelmeler var… Hocaefendi bu imtihanı, haklı olarak, camiaya sahip çıkarak, birliğini beraberliğin koruyarak veriyor. Şimdi yeniden sohbetlere başladı. Sabredelim, imtihandan geçiyoruz. Yaramaz insanlara destek verdik, faturasını ödüyoruz demesi hem anlaşılır, hem de doğru bir şey.
- Yarın Hocaefendi olmayınca Cemaat de olmayacak mı?
- Allah gecinden versin bu sürecin, hükümetin bu kararlılığının işi nereye götüreceğini bilmiyorum. Ama yine Allah gecinden versin diyorum.
- Hükümetin kararlılığı, Çankaya'ya giderken bile peşini bırakmayacağım demesi… Cemaati bitirecek mi bunlar.
- Öyle bir şey… Bitirme, yanlışı bitirme olabilir. Bir yanlış varsa onu bitirme olabilir.
- Ama yanlış ile birlikte sürüklenen insanlar da yok değil.
- Ben ona üzülüyorum zaten. Yazık günah olur Yurtdışındaki bu okullar kapanırsa… Türkiye kaybeder.
- Siz kopuyorsunuz… Sizin yapmış olduğunuz …
- Kopmayı da söyleyeyim. Bu da önemli. Ben Zaman gazetesinden ayrılıyorum, ama hizmetteki arkadaşlarımdan kopmuyorum. Hepsini hala seviyorum, onları sayıyourum.
- Onlar sizden kopacak ama Hüseyin Hocam. İnsanlar birbirini desteklemediği zaman kopuyorlar. Ya da birbirini dışlıyor.
- Mücadele Birliği'nde yaşadık biz bunu. Dağıldı Mücadele Birliği, ama arkadaşların dostluğu devam etti.
- Bu isimlerin hepsi dost değil miydi? Örnek ben Mustafa Ünal'ı çok severim. Ünal'ın Ankara'da dost olmadığı, başbakan da dahil bir tane siyasetçi var mıydı? Hala o dostluk sürüyor mu?
- Siz başkalarıyla ilişkiden bahsediyorsunuz. Ben kendi içimizdeki durumdan söz ediyorum.
- Ama bitti demiyecekler mi diğer isimler.
- Bitti diyene ben hakkımı helal ediyorum. Benim hiçbir arkadaşa kırgınlığım, küskünlüğüm yok. Bu benim fikrim. Vicdanımın sesi ben bundan vazgeçemem. Ama kimseye hakaret etmiyorum. Şahsiyetçilik yapmıyorum. Bir tek isim telaffuz ettim. Mustafa Özcan dedim. O bant kaydında benim yazmadığım bir şeyi Hocaefendi'ye beni gammazlama şeklinde aktarmasından dolayı. Bu hizmet insanınıa değil, müslümana değil, hiç bir insana yakışmaz. (Kaynak: İnternet Haber)