Batı’da yükselen neo-Nazi dalga
Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere kıta Avrupası’nda neo-Nazi akımlar sessizce toplumları kuşatmaya devam ediyor.
Aşırı sağa mensup partiler veya katı milliyetçi akımlar Batı’da ve Doğu’da (Hindistan, Myanmar, Çin, Japonya…) ikinci baharını yaşıyor. Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere kıta Avrupası’nda aşırı sağa ait görüşler her geçen gün biraz daha gün yüzüne çıkarken taraftarları kamusal alanda varlıklarını artırıyorlar.
Nazizim’in sembolleri yeniden kullanılıyor. Adolf Hitler , Hermann Hess gibi isimler için anma günleri tertip ediliyor. Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçilmesinden cesaret bulan White Power (Beyaz Güç) , Klu Klux Klan , Beyaz Anglo-Sakson Protestan (White Anglo-Saxon Protestan) akımlar “öteki” olarak addettikleri grup veya kişilere karşı şiddet ve baskı uyguluyor. Olur olamaz derken domino etkisiyle III. Reich’ın düşüşünden yetmiş yıl sonra aşırı sağ ( Almanya için Alternatif Partisi), Almanya’da parlamentoya girdi. Doğu Avrupa’da Romanlar, Yahudiler ve mülteciler (Müslüman) hedef gösterilirken Batı Avrupa’da (Amerika dahil) Müslümanlar , Yahudiler ve Siyahiler hedef tahtasına oturtuluyor. Son bir ayda Batı’da özellikle Almanya, Amerika, Yunanistan, İsveç ve İngiltere’de yaşanan bir dizi gelişme söz konusu akımların nasıl sokaktan sandığa veya sandıktan sokağa taşındıklarını gözler önüne seriyor !
Avrupa’da Avusturya , Hollanda , Yunanistan, Slovakya , Macaristan ve Fransa’dan sonra Almanya düşen son kale oldu. Almanya’nın son seçiminden akıllarda kalacak olan hiç kuşkusuz Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) Bundestaga girişi olacaktır. Yükselişi bekleniyordu ancak bu yoğunlukta olacağını hiç kimse tahmin edemedi (yüzde 12,7 ; 94 sandalye).
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan CDU ve SPD en başarısız seçimlerini yaşarken Almanlar’ın bir bölümü seçim akşamı tepkilerini göstermek için sokağa indilerse de yaşanan siyasi depremin büyüklüğü karşısında tepkileri sönük kaldı. Birşeylerin sessiz sedasız değiştiğini söylemek mümkün değil. Yaşananlar konusunda merkez partileri kadar sivil toplum kuruluşları ve medya da sorumlu. Yirmi yıl önce daha aşırı sağ ciddi bir tehdit değilken Alman siyasasının kullandığı dil , içine düştüğü kısır tartışmalar, çokkültürlülüğü pekiştirmek yerine entegrasyon tartışmaları üzerinden ayrımcılığı bayağılaştırması marjinalleştiğine inanılan fikirlerin yeniden alevlenmesine yardımcı oldu. Aşırı sağa yönelik sempatinin Doğu Almanya ile sınırlı olmadığı son seçimde ortaya çıktı. Bavyera gibi zengin bir eyalette bile AfD’in oy devşirmesi yaşanan sosyolojik mütasyonu göstermesi bakımından büyük önem taşıyor. Alman siyaset tarihi açısından bir kırılma noktası sayılacak 24 Eylül seçimlerinin ciddiyetle tartışılmaması , dünya medyasında banal bir hadise olarak geçiştirilmesi yayılmakta olan zehrin Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi, sandıktan sokağa taşınmasını kolaylaştıracaktır.
Amerika Birleşik Devletleri geçen hafta 11 Eylül terör saldırılarından bu yana en kanlı saldırılarından birini yaşadı. İlk dakikalarda DAEŞ’in ismi zikredildiyse de çok geçmeden saldırının altmış yaşlarında , hiçbir siyasi veya ideolojik akıma mensup olmayan bir “ beyaz” tarafından gerçekleştirildiği söylendi. Barselona, Londra, Berlin saldırıları sonrasında İslam’ı hedef alan paylaşımlarıyla kendinden söz ettiren Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump’ın Charlottesville saldırısına sonrasında olduğu gibi daha dengeli bir dille yaklaşması ilk saatlerde bir ırkçının işi olabileceği şüphesini uyandırdıysa da çok geçmeden bir “ruh hastası, yalnız kurdun” işi olduğu söylendi.
Beyazlar söz konusu olduğunda Amerikan medya ve siyasası daha dengeli bir dil kullanıyor. Las Vegas saldırganının aşırı sağa akımlarla ilintisini kurmak güç olsa da iki yıl önce dokuz siyahiyi bir kilisede katleden ve aşır sağ ile bağlantıları saptanan Dylann Roof içinde aynı dengeli üslupla yaklaştıklarına bakılırsa bunun alelade bir arayış olmadığı söylenebilir.
Governement Accountability Office’nin Kongreye sunduğu raporda Amerika’daki saldırıların yüzde yetmiş üçünün beyaz ırkın üstünlüğüne inanan gruplar tarafından gerçekleştirildiği ifade ediliyor. Müslümanlar veya siyahiler söz konusu olduğunda takındığı tavırla beyazlara karşı takındığı tavır arasında uçurumlar var. Bu minvalde beyazların gerçekleştirdikleri saldırıların terör üstbaşığında değerlendirmemesi siyahi ve Müslümanlara karşı uygulanan şiddeti de bayağılaştırıyor.
Şiddetin bayağılaştığı bir diğer ülke de Yunanistan. Eylül ayında Altın Şafak Partisi (aşırı sağ) listelerinden seçilen 18 milletvekilinin davasına devam edildi. Albaylar cuntası davasından (1974) bu yana Yunanistan’ın gördüğün en önemli siyasi dava. Milletvekilleri suç örgütü üyesi olmakla suçlanıyor. Bu partinin de temel referansları arasında Nazi Almanyası’na ait semboller bulunuyor. Altın Şafak Partisi otuz yıldan bu yana faaliyet gösteren bir parti. Ekonomik kriz sonrası yalnızca Yunanlılara yaptığı ekonomik ve sosyal yardımlarla gündeme gelen parti ilk ciddi zaferini 2015 seçimlerinde kazandı.
“Yunanistan Yunanlılarındır” sloganıyla özellikle Asya ve Afrika’dan gelenleri avlıyorlar. Atina’nın belli başlı mahallelerinde hüküm süren “siyah gömlekliler” mültecilerin kabusu durumunda. Vatan, egemenlik , kültürel değelerin yüceltilmesi en fazla dillendirdikleri savların başında geliyor.
Makedonya, Kıbrıs ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye milliyetçi duyguları kabartmak için kullanılıyor. Altın Şafak Partisinin karşısında duran tek güç solun solunda yer alan gruplar , partiler. Polis ve Ortodoks kilisenin bir bölümü pasif veya açıktan desek veriyor. Başta Pasok olmak üzere, Syriza gibi sosyalist akıma mensup partilerin başarısızlığı aşırı sağa güç kazandırıyor. Altın Şafak Partisinin hedefleri arasında yalnızca mülteciler bulunmuyor Yunanlılara karşı da şiddete başvurmaktan çekinmiyor. İçsavaş söylemiyle sosyalistlerden çok sağda yer alan Yeni -Demokrasi’yi hedef alıyor. Lideri Antonis Samaras’ın son yıllarda milliyetçi değerlere sarılması oyların Altın Şafak’a kaymasını önlüyor. Sağ yıkılmadıkça aşırı sağın yüzde yirmi bandının üstüne çıkması mümkün görünmüyor.
Son günlerde yaşadığı terör saldırılarıyla sık sık gündem olan İngiltere birkaç aydan bu yana beyaz şiddeti tartışıyor. Brexit referandumu öncesinde Joe Cox’ın (milletvekili) katledilmesiyle ırkçı, beyaz şiddetle tanıştı. Cox’un suçu mülteci soruna duyarlılık göstermesi idi. Bu hadiseden sonra neo-Nazi akıma mensup “National Action” hareketi terör listesine dahil edildi. Operasyonlar yoğunlaştırıldı. Yalnızca Eylül ayında terör saldırısı hazırlığında olduğu düşünülen bir dizi hücre etkisizleştirildi. National Action’a mensup 12 kişi tutuklandı. Bunların içinde orduya mensup dört asker de bulunuyor. Bu hadise nasyonal sosyalist fikirlerin yalnızca alt gruplar içinde yayılmadığı ; toplumun diğer sosyal ve ekonomik katmanlarında da yer bulmakta zorlanmadığını gösteriyor. Cox’un katili Mair’in mahkemede “hainlere ölüm , İngiltere’ye özgürlük” ifadesi grubun sloganı.
National Action kendisini nasyonal sosyalist bir hareket olarak tanımlıyor. Onlarda Nazi Almanyası’nın sembollerini kullanmaktan çekinmiyorlar. Hitler onlar için bir kahraman , Mein Kampf başucu kitabı. İngiltere’nin İkinci Dünya Savaşı’nda savaştığı fikriyatının İngiltere’de yer ve taraftar bulabilmesi İngilizleri şoke ediyor. National Action kendisi gibi düşünmeyen beyazlar da dahil olmak üzere “hain” kabul ettiği kişi ve ırkların temizlenmesini savunuyor.
Öncü ekonomik ve sosyal politikalarıyla kendisinden sıkça söz ettiren İskandinav ülkeleri de neo-nazi hareketlerin kıskacında. Her bir ülkeyi bu analizimizde ele almamız mümkün değil ama örnek teşkil etmesi açısından 30 Eylül günü İsveç’in Göteborg şehri de yaşananlara bakılabilir. Eylül ayının son günlerinde Göteborg şehri bir yanda kitap fuarının açılışıyla meşgul ilken diğer yanda neonazilerin şehir içindeki gövde gösterisinin taşkınlıkla son bulmasını önlemek için bütün güvenlik güçlerini seferber etti. Provokatif eylemleriyle gündem olmayı başaran “Kuzey Direniş Hareketi” bu yılda mabetleri hedef almak istediyse de engellendi. Geçen yıl Müslümanlar hedef seçilmişti bu yıl Yahudiler. 1997’de kurulan hareket de farklılardan temizlenmiş bir İskandinavya hayalini güdüyor.
Finlandiya ve Norveç’te de yakından takip ediliyor. İsveç siyasası içinde, aşırı sağ da dahil olmak üzere, bütün siyasi partiler mücadele edilmesi konusunda hemfikirler. Ancak önüne geçmek şöyle dursun İngiltere’de olduğu gibi, özellikle gençler üzerinde etkililer. Sosyal medya neo-Nazi fikirlerin yayılmasında önemli rol oynuyor.
Sokaktan sandığa sandıktan sokağa yansıyan neo-Nazi hareketler “deja vu” hissi uyandırıyor. Medya ve siyasetin tartışmayı geçiştirmesi sessiz sedasız yol almalarını sağlıyor. Hiç kuşku yok ki, söz konusu ülkelerin istihbarat birimleri yaşananları yakından takip ediyor. Ancak Almanya (NSU) ve Yunanistan (Altın Şafak) örneklerine bakıldığında destek bulmadıkları söylenemez. Devlet kurumlarına sızmaları bir yana taraftar kazanmaları ayak izlerinin kolaylıkla silinmesini sağlıyor.
Son kertede neo-Nazi hareketler için ikinci bahardan söz etmek mümkün. İnternet iletişimi ve bilgi akışını kolaylaştırıyor. Engellenmeleri durumunda başka bir yerde (ör. Rusya) veya sanal dünyanın karanlık yüzüne (dark net, Thor) taşınmalarıyla sorunu aştıkları görülüyor. Batı’da siyasetin uzun zamandan bu yana “devlet adamından” çok küçük hesapların peşinden koşan lider tarafından yürütülmesi soruna ciddiyetle yaklaşmasını engelliyor. Okul gibi sinema endüstrisinin bütün çabalarına rağmen ötekileştirme devam ediyor. Batı medyasının ketum davranması mikro ölçekte de olsa yükselmekte olan organize kötülüğün kamuoylarına yansımasını engelliyor. Gerçek ötelenirken neo-Nazi akımlar sessizce toplumları kuşatmaya devam ediyor! (Dünyabülteni - Sinan Özdemir)