'Dini Değil, Demokratik Devlet Kuracağız'
Nahda Partisi Genel Başkanı Raşid Gannuşi, 'Ortadoğu’da Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı' başlıklı konferansta yaptığı konuşmada, "Din devleti değil, demokratik devlet inşa edeceğiz" şeklindeki sözleriyle yine şaşırttı.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) ve "Ru'ye Türkiyye" dergisinin Tunus'ta düzenlediği "Ortadoğu'da Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı" sempozyumununda konuşan Nahda Partisi Lideri Gannuşi, şaşırtan açıklamalarda bulundu.
Sabah yazarı Mahmut Övür ile Haber Türk yazarı Nihal Bengisu Karaca'nın köşe yazılarında verdiği bilgiye göre Gannuşi özetle şunları sözledi: “İslami hareket Tunus’ta şeriata dayalı bir anayasa değil, özgürlük istemiştir. Çünkü ülkede tam bir özgürlük ortamı sağlandığı takdirde herkes İslamı seçecektir.”
İşte Övür ve Karaca'nın yazıları...
Övür: 'İslam devlete verilmiş bir emanet değil'
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) ve "Ru'ye Türkiyye" dergisinin Tunus'ta düzenlediği "Ortadoğu'da Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı" sempozyumunun merakla beklenen konuğu Nahda Partisi Lideri Raşid Gannuşi"ydi.
Arap Baharı'nın bu en etkili siyasi aktörünü, geleceğini bildiğim halde karşımda bir panelist olarak görünce şaşırmadım desem yalan olur.
Partisi iktidardaydı ama kendisi başbakan değildi. Salona gelişi de başbakan gibi olmadı.
Sessiz ve sakin biçimde geldi, kendisine ayrılan yere oturdu.
Moderatörün süre uyarısına bile harfiyen uydu.
Sempozyumun o bölümünde "Tunus ve Türkiye'de İslam, laiklik ve din -devlet ilişkileri" ele alındı. İki ülkenin 1800'lerin ortalarında başlayan ortak anayasa arayışları satır başlarıyla anlatıldı.
Buldukları ortak çözümleri de...
O ortak çözümlerden biri de "laiklik" uygulamasıydı. İşin uzmanları Tunus'ta hem Burgiba hem de Bin Ali dönemlerindeki laiklik uygulamalarını anlatınca yanımda oturan Türkiyeli bir İslamcı şöyle diyordu: "Demek Türkiye'dekinden daha beteri varmış..."
Belki de bu yüzden, Tunuslu aydın ve siyasetçilerin siyaset dili daha yumuşaktı. Sık sık "özgürlüğe" vurgu yapmaları da o tecrübeyle ilişkiliydi.
Gannuşi'den beklenen de bu yumuşak siyaset diliyle "Din- devlet ve laiklik" konusunda nasıl bir ortak çözüm üreteceğiydi. Bir önceki oturumda Gannuşi'nin söyleyeceklerinin ipuçlarını Başbakan Hammadi Cibali vermişti: "Din- devlet ilişkisi açısından sihirli sözcük özgürlüktür."
Gannuşi de kendisine ayrılan sürede Hazreti Peygamber'in uygulamalarından, Emevi devletine, o tarihte ayrışmaya başlayan din, siyaset ilişkilerinden günümüze kısa bir tarihi özetten sonra şu çarpıcı tespiti yapıyordu: "Asıl önemli olan özgürlüktür. İslam bir fıtrat dinidir. Bu yüzden İslami hareket Tunus'ta şeriata dayalı bir anayasa değil, özgürlük istemiştir. Çünkü ülkede tam bir özgürlük ortamı sağlandığı takdirde herkes İslam'ı seçecektir."
Tunus'ta ses bantları savaşı
"Ya seçmezse" sorusuna ise şu cevabı veriyordu: "Bir devlet demokrat mı değil mi? Önemli olan terimler değil, toplumun özgür olmasıdır. İslam, devlete verilmiş bir emanet değil, ümmete verilmiştir. Toplumlar da zaman içinde özgürlüğün farkına vardı."
Gannuşi'nin konuşması dışarıdan izleyenleri etkiliyordu ancak kendi ülkesinde durum pek de parlak değildi. Çünkü bir yanda alttan gelen İslamcı dalga sıkıştırıyor diğer yanda eski sistem direniyordu. Bir süre önce bizdeki gibi burada da bir ses bandı skandalı yaşandı ve Gannuşi zor durumda kaldı.
Bunun nedeni de Gannuşi'nin Selefilerle "Biraz sabırlı olun devleti ele geçireceğiz" minvalinde bir konuşma yapması.
Sempozyumda Tunus- Türkiye arasındaki birçok ortak nokta dile getirildi ama farklılıklar da vardı.
İki ülke, iki fark
Örneğin Tunus'ta ciddi bir otoriter yapı olmasına rağmen askeri vesayet sistemi yoktu. Bunu da Atatürk'ten etkilendiği halde askeri siyasetten uzak tutan Burgiba'ya borçluydular. Böyle olduğu için de 14 Ocak devriminde ordu, Cumhurbaşkanı Bin Ali'ye değil halka destek vermişti.
İkinci farklı nokta ise yönetim yapısıyla ilgiliydi. Türkiye 1950'den sonra parlamenter sisteme geçerken Tunus iki yıl önceye kadar bütün yetkileri elinde bulunduran güçlü cumhurbaşkanıyla yönetiliyordu. Türkiye daha iyi bir yönetimi başkanlık sisteminde ararken Tunus parlamenter sisteme dönmek istiyordu.
İnsan hakları, özgürlükler, sivil siyasi mücadele ve sandık ise yeni ortak noktalardı.
Kısaca farklılıkların giderek azaldığı, ortak noktaların çoğaldığı bir dünyaya doğru gidiyoruz.
Karaca: ‘Türklere minnet duyuyorum’
Ortadoğu’da Yeni Toplumsal Sözleşme Arayışı başlıklı konferans, yeni devrimin muhaliflerinin de katıldığı, Tunus ve Türkiye tecrübelerinin kıyaslandığı verimli bir toplantı oldu. Pazar günkü köşe yazımda “İzlenimlerimi çarşamba paylaşacağım” demiştim ama bekleyemedim. Üç ayrı oturumdan ve panelden oluşan konferansta Tunuslu akademisyenler, bir yeni anayasa komisyonu üyesi, Başbakan Hammadi Cibali ve Nahda Partisi Genel Başkanı Raşid Gannuşi de söz aldı. Ve hiç kuşkusuz toplantıların yıldızı Gannuşi idi. Gannuşi “İstanbul’a gittiğimde Sinan Paşa’nın yattığı yeri buldum ve dedesine kavuşmuş bir çocuk gibi ağladım. Türklere minnetarım çünkü onlar olmasaydı bugünkü gibi bir Müslümanlığa sahip olmayabilirdik” diyerek başladı sözlerine.
İLAN EDİLMEMİŞ LAİKLİK
İslam ve laiklik gerilimi yeni Tunus açısından oldukça kritik bir sorun. Nahda Hareketi’nin öncülüğünü yaptığı devrimin din devlet ilişkileri bakımından nasıl bir Tunus inşa edeceği merakla izlenen bir mesele. Zira Burgiba ve Zeynel bin Ali döneminin camilere girmek için yaş sınırı bulunan, sokaklarında dahi başörtüsü yasağı olan eski Tunus’unun anayasasında bile, “Tunus’un dili Arapça, dini İslam’dır” ifadesi bulunuyordu. Tunus’un bağımsızlık sonrası cumhuriyetinin kurucusu Habib Burgiba’nın, ülkesine sosyolojik tabloyla uyuşmayan katı laik bir çehre kazandırmaya çalışırken uyguladığı bir taktikti bu. Hayranı olduğu Atatürk’ü, bu “Ali Cengiz oyununu” keşfedip uygulamadığı için eleştirdiği de bilinir. Burgiba’ya göre devleti laik olarak ilan etmek, dini din adamlarına bırakmak gibi çok ciddi bir hata içeriyordu. Oysa laikliği ilan etmeden uygulanan laiklik daha akılcıydı. Böylece din adamlarına, sivil topluma ve vakıflara dini hayatı temadi ettirecekleri bir alan bırakmamış olurdun! 2011’deki devrimi yapacağı yeni anayasa ile taçlandıracak olan Tunus’ta, söz konusu 59. maddenin içerdiği (Ülkenin dini İslam’dır) ifadenin anayasada yer alıp almayacağı ciddi tartışmalara konu oldu. Halkının çoğu dindar bir ülkenin, İslami kimliği ağır basan Nahda öncülüğünde yapılan bir devrimin anayasasının daha baskın bir İslami kimlik vurgusunu hak ettiğini düşünenler olduğu gibi, laiklikten ödün verilmemesi gerektiğini düşünen, hatta “Halkın dini İslam’dır” ibaresinin çıkarılmasını savunanlar da var. Nahda Partisi’nin tercihi “ne daha fazlası ne daha azı” üzerinde mutabakat sağlanmasına çalışmak oldu. 59. maddenin aynen korunmasına karar verildi. Gannuşi önderliğindeki parti, laiklik vurgulu bir anayasa metnine taraftar olmadı, ama anayasaya devlete din devleti hüviyeti koyacak bağlayıcı ifadeler koymaktan da kaçındı. Çünkü....
‘ASLOLAN ÖZGÜRLÜKTÜR’
Burada sözü Gannuşi’ye bırakalım: “Çünkü laiklik vurgusu baskın bir anayasa istemiyoruz. Öte yandan biliyoruz ki bir anayasanın ihtiyacı İslam hukukuna referans yapıp yapmaması değil, demokratik olup olmamasıdır. 59. maddede Tunus’un dininin İslam olduğunu söyleyen bir madde bulunması, Burgiba’nın bir ramazan günü çıkıp bir bardak suyu içerek halka ‘Ben oruç tutmuyorum, siz de tutmayın’ demesine engel olmamıştı. Ve ne o madde ne de Burgiba’nın tavırları on yıllarca halkın kendi Müslümanlığını kendisinin yorumlamasının da, yaşamasının da önüne geçememiştir. Aslolan özgürlüktür. İslam ancak doğallık üzerine yaşandığı zaman hükmünü icra eder ve zamanına bir şey söyler. İslam hiçbir zaman devlete verilmiş bir emanet değildir. İslam, ümmete verilmiş bir emanettir. Demokratik bir toplum içinde bireyler kendi özgürlüklerine kavuştukları zaman İslam’ın mesajını alacaklar ve topluma karşı yerine getirmek durumunda oldukları sorumlulukları fark edeceklerdir. Bu nedenlerle anayasanın ilgilendiği asıl konu ‘İslam’a yer veriyor mu vermiyor mu?’ meselesi değil, yeterince demokratik olup olmadığı, özgürlükçü olup olmadığı meselesidir.”
AK PARTİLİLERİ ETKİLEMİŞTİ
Nahda Hareketi ve Tunus’un yeni hükümeti AK Parti modelinden etkilendiklerini çok açık bir biçimde ifade ediyorlar. Aslında bunu söylerken biraz da tevazu göstermiş oluyorlar. Zira AK Parti modeli Nahda’yı etkiledi ama, AK Parti’nin kurucu kadrolarını da yukarıda aktardığım çizgiye 90’lı yıllarda gelmiş olan Raşid Gannuşi etkilemişti. (Hürseda Haber)