'Birleşik Kürdistan imkânsız'
Al Sharq Forum'un Araştırma Direktörü Galip Dalay, "PKK çözüm sürecini, Rojava’daki kazanımlarının Türkiye tarafından kabul edilmesi şartına bağladığı için bitirdi ve küresel-bölgesel aktörlerle ittifaklara girdi. Ama bu ittifaklar geçici. Bağımsız birleşik Kürdistan için de koşullar elverişli değil." değerlendirmesinde bulundu.
Star Gazetesinden Fadime Özkan'ın sorularını yanıtlayan Al Sharq Forum'un Araştırma Direktörü, El Cezire Araştırmaları Merkezi araştırmacısı ve aynı zamanda Londra merkezli Middle East Eye'de köşe yazarlığı yapan Galip Dalay, Ortadoğu çoğrafyasında etkili olan Kürt hareketlerle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Söz konusu röportajın bazı bölümlerini sizlerle paylaşıyoruz:
Türkiye ile anlaşma yapma, silah bırakma ve eve dönme gibi tarihi bir şans yakalamışken ne oldu da PKK yeniden terörü ve kendine mensup Kürtlerin ölümünü seçti?
Bunun en kestirme cevabı Suriye. PKK, Türkiye’deki Çözüm Süreci’ni hiçbir zaman Suriye’nin Kürt bölgesinde yaşananlardan bağımsız okumadı. Çözüm Süreci’nin yaşayacağı muhtemel evrilmeleri Rojava’ya endeksledi. Rojava’daki kazanımlarının Türkiye tarafından kabul edilmesi ile bundan sonra Suriye Kürt bölgesinde atacağı adımların Türkiye tarafından engellenmemesini, Çözüm Süreci’nin devamı için bir şart haline getirdi. Bunun gerçekleşmemesi halinde de Çözüm Süreci’nden pekâlâ vazgeçebileceğini defaatle ortaya koydu. PKK, Suriye’deki kazanımlarını bir daha tekrar etmeyecek tarihi bir fırsat olarak okurken, Türkiye’de Kürt meselesinin siyasal çözümünün pekâlâ ertelenebileceğini düşünüyor. İleriki bir zamanda bunun pekâlâ tekrar başlayabileceğine inanıyor. Ve siyasal çözüm girişimi ileride tekrardan başladığında ise devlet ile daha güçlü bir şekilde masaya oturacağını hesap ediyor.
PKK EGEMENLİK PAYLAŞIMI İSTİYOR
Hendek terörünün hemen ardından, hendeklerin ve patlayıcıların arkasına geçip alelacele özyönetim ilan etmek bunun içindi, o halde?
Bunun yanında, PKK’nın çözümden anladığı ile devletin anladığı aynı şey değil. Devlet meseleyi temelde bir demokratikleşme meselesi olarak değerlendiriyor. Demokratik standartların geliştirilmesi ile de sorunu çözmeyi ümit ediyor. Buna mukabil, PKK, meseleyi temelde bir hükümranlığın, egemenliğin paylaşımı meselesi olarak görüyor. Bunun da olmazsa olmaz koşulunu siyasal statü olarak kodluyor. Irak Kürdistan’ı ile Rojava’yı referans noktası olarak kabul ediyor. Geride bıraktığımız yaklaşık üç yıllık zaman zarfında çözüme dair bu iki reçete arasındaki makas daha da genişledi.
Bu iki faktörün PKK’nın tekrardan savaşa dönüş kararında önemli rol oynadıklarını düşünüyorum. Buradaki temel mantık hatası şu, PKK şehir savaşı vererek mi statü elde edecek? Merkezden yerele yetki ve güç devri siyasal bir karar. Demokratik bir vasatta da siyasetçilerin bu denli önemli bir karar verebilmeleri ancak toplumsal destek ile mümkün. PKK’nın şehir savaşı stratejisi ise böylesi bir desteğin buharlaşmasına yol açmaktan başka bir işe yaramıyor.
***
Peki Rusya’nın bozduğu düzene askeri olarak fiilen de girmesiyle Suriye’de son dönemlerde PKK açısından ne değişti?
PKK hem Batı hem de Rusya orijinli imkan alanlarının kendisi için açıldığını düşünüyor. PKK, DAEŞ ile giriştiği mücadelenin meyveleri olarak Batı’dan hava desteği, askeri mühimmat, istihbarat ve uluslararası meşruiyet elde ediyor. Rusya ise PKK’ya jeopolitik manevra alanı ve Fırat’ın Batısına geçip bütün kantonları arasında coğrafi bütünlük kurma imkânı sunuyor. Özellikle de Türkiye ile yaşadığı jet krizinden sonra Rusya bu konuda daha bir istekli duruyor. Buna mukabil, Türkiye ise uzun zamandır böyle bir geçişi kırmızıçizgisi olarak ilan etti. YPG’nin bunu geçme girişimini ise askeri müdahaleyle durduracağını ilan etti. Bu resim, PKK’nın siyasal projeksiyonunda dönüşüme yol açtı. Türkiye ile çatışmayı, siyasal projeksiyonun gerçekleşebilmesi için bir gereklilik olarak görmeye başladı.
Ortadoğu’da çok az stratejik ittifak var. Çok az zamana dayanıklı cepheler var. Mesele bazlı bir araya gelme veya dağılma durumu Ortadoğu’daki aktörler arası ilişkilerin niteliğini tayin eden en temel unsur. Bu nedenle İran ile PKK’nın uzun süre yan yana durmalarının imkânı yok. Benzer durum PKK – Rusya için de geçerli. Buna rağmen mesele bazlı beraber çalışma durumları mevcut. Örneğin hem İran hem de Rusya, Türkiye ile mücadele etme araçlarından biri olarak PKK’yı değerlendiriyor. Bunu jet krizinden sonra açık bir şekilde gördük. Rusya, Kürt kartını Türkiye’ye karşı kullanma yoluna gideceğini adeta herkese deklare etti. YPG’nin Fırat’ın batısına geçme koşullarını sağlamaya çalıştı ve çalışıyor. Ki YPG de, Suriye Demokratik Güçleri şemsiyesi altında Fırat’ın Batısına geçmiş durumda.
Irak Kürtlerine geçelim. PKK Barzani ile neden kavga ediyor? IKBY ile ne derdi var?
PKK ile KDP bölgesel Kürt siyasetinin en başat aktörü olma konusunda mücadele ediyorlar. Dolayısıyla, mücadelenin ilk ayağını bölgesel Kürt siyasetinin liderliği oluşturuyor. Bugün bölgesel Kürt jeopolitiğinde, pan-Kürdist bir ajandayı taşıyabilecek yegâne iki aktör KDP ile PKK’dir. Talabani’nin KYB’si başta olmak üzere diğer hiçbir hareket bu olanağa sahip değil. Orta veya uzun vadede bu ikili dominasyona rakip olabilecek diğer hareketin Kürt İslamcılarının olacağını düşünüyorum. Ama şu anlık bu tartışmayı bir kenara koyalım.
Hem PKK hem de KDP’nin diğer ülkelerdeki Kürtlere yönelik ciddi yatırımları var. KDP’nin bu yatırımları daha uzun bir tarihi geçmişe sahip olsa da, PKK, daha geç geldiği bu mücadele alanında daha agresif bir siyaset izliyor. Mesela Suriye’yi ele alalım. PKK’nın Suriye’deki yapılanması olan PYD 2003 yılında kuruldu. Buna karşın, KDP’nin Suriyeli Kürt partileri ile ilişkileri, bu partilere yatırımları çok daha eskiye gider. Suriye Kürdistanı’nda Suriye Kürdistanı gündemli ilk parti 1957’de kuruldu. Bu partinin Kürtçe ismi Partîya Dêmokrat a Kurd li Sûriyê’dir (Suriyeli Kürt Demokratlar Partisi). Bu partinin kuruluş aşamasından başlayıp, yaşadığı evrilmelerin tümünde KDP’nin doğrudan etkisi vardır. Örneğin, KDP’nin içerisinde 1964 yılında meydana gelen daha muhafazakâr Baba Barzani grubu ile Marksist Talabani grubu arasındaki ayrışma, Suriyeli Kürt Demokratlar Partisi üzerinde hemen etkisini göstermiş. Parti 1965 yılında sol ve sağ sıfatlarını isimlerine ekleyen iki partiye ayrılıyor. Bu ayrışmadaki temel etmen Suriyeli Kürtleri bir ulus mu yoksa bir azınlık grubu olarak mı tanımlamalı meselesi oluşturuyor. Sol, Suriyeli Kürtleri bir ulus olarak tanımlarken; sağ ise Kürtleri bir azınlık grubu olarak tanımlıyor. İşin enteresan tarafı sol fraksiyon Barzani’ye daha yakın dururken, sağ fraksiyon ise Talabani’yi destekliyor. O günden başlayıp, bugüne kadar KDP Suriye Kürt siyasetinde etkin bir aktör olarak hep var oldu. Bugün de PYD’ye muhalif Kürt Ulusal Konseyi’ni oluşturan yapı ve hareketlerin çoğu KDP’ye çok yakın hareketlerdir. Benzer şekilde, KDP’nin hem Türkiye’de (her ne kadar kısıtlı olsa da) hem de İran’da hitap edebildiği toplumsal ve siyasal bir kesim mevcut.
PKK IRAK’TA DA TOPRAK İSTİYOR
Öcalan’ın PKK ve HDP’ye sık sık Kürt ulusal konferansını toplayın talimatı vermesinin nedeni de bu rekabet olsa gerek?
Elbette. Ama iki hareket arasındaki bu yapısal ve tarihsel rekabet koşulları Arap Baharı sonrasında ve özellikle de DAEŞ ile mücadele bağlamında yeni bir ivme kazandı. PKK, DAEŞ ile mücadeleyi bölgesel egemenlik alanını genişletecek iyi bir imkan olarak değerlendirdi. Bu mücadeleden önce başlayarak Suriye Kürt siyasal sahnesini bütün rakip unsurlardan temizledi. Bununla da yetinmeyerek DAEŞ ile mücadele kisvesi altında Irak Kürdistanı’nda KDP ile dolaylı bir egemenlik mücadelesine girdi. Özellikle Ezidilerin KDP tarafında yeteri kadar korunmadığını gerekçe göstererek Ezidiler üzerinden Irak Kürdistanı’nda kendisine bir kanton inşasına girişmeye çalıştı. Bu durum kendisini en bariz şekilde Şengal’de ortaya koydu. KDP, bunu sert bir şekilde reddetti. Irak Kürdistanı’nda DAEŞ’e karşı kazanılan başarılara PKK’yı ortak etmeme stratejisini izlemeye başladı. Uzun süredir konuşulmasına rağmen bir türlü toplanamayan Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanamama ana gerekçesini KDP – PKK rekabeti oluşturmaktadır. Öyle görünüyor ki bu rekabet artarak devam edecek.
PKK SEKÜLER VE ULUSÇU BİR MÜHENDİSLİK PROJESİ
PKK ve KDP arasındaki fark sadece stratejik değil ideolojik de, öyle değil mi?
Evet, jeopolitik rekabetin yanında, bu iki hareket ideolojik olarak da birbirleriyle mücadele halindeler. Öncelikle bu iki hareket ‘Kürt’ kavramından aynı şeyi anlamıyorlar. Nasıl bir Kürt sorusuna iki hareket farklı cevaplar üretiyor. PKK, dikey bir modernleşme/modernleştirici hareketidir. Bir sosyal mühendislik projesidir. Söylemsel olarak ulusçuluğu reddettiğini iddia etse de seküler bir ulusçu harekettir. Bu açıdan Türk ulusçuluğu ile de Arap ulusçuluğu ile de birçok ortak noktaya sahiptir. PKK, kendi ideolojik ikliminde yoğurduğu Kürdü aktörleştirmeye çalışıyor. Ki bu şekilde inşa edilmeye çalışılan Kürt benliği, zihniyeti inorganik olup, Kürt ontolojisinde bir kopuşu ifade eder.
Buna karşın, Barzani hareketini Türkiye toplumunun anlayacağı bir kavramsallaştırma ile anlatacak olursak daha millici bir harekettir. Kürt sosyolojisini temsil etmeye, onu özne kılmaya çalışır. Onun tarihselliğini sahiplenir. Gelenek ve göreneklerini mahkûm etmez. Bu yönüyle de PKK’dan ayrışır. Ve bu nedenle de hem Barzani hem de KDP sürekli PKK’nın ‘gerici’, ‘feodal’, ‘dinci’, ‘tarikatçı’, ‘ilkel milliyetçi’ hakaretlerine maruz kalmaktadır. Mesela benzer bir dili PKK, Talabani’ye veya başka bir Kürt hareketine karşı kullanmaz.
PKK GORAN VE KYB’YE SIZMAK İSTİYOR
PKK Kandil’deki fiziki varlığı dışında Suriye’de de askeri ve siyasi olarak var artık. PJAK adıyla İran’da var. Başka yerde var mı gözden kaçan?
Irak Kürdistanı’nda var. PKK’nın Irak Kürdistanı’ndaki varlığından bahsederken insanlar genellikle PKK’nın orada kurduğu küçük parti, dernek ve merkezlere yoğunlaşıyor. Bu resim PKK’nin oradaki varlığının sadece küçük bir kısmını yansıtıyor. Bence PKK kendisini Irak Kürdistanı’nda KYB ile Goran üzerinden ana muhalif hareket olarak konumlandırıyor. Sol gelenekten gelen KYB ile PKK arasında tarihsel ve ideolojik bir yakınlık mevcut. Benzer ideolojik yakınlık Goran için de geçerli. Nihayetinde Goran’ın lideri Nosirvan Mustafa yıllarca Talabani’nin yakın kurmayıydı. Goran’ı da 2007 yılında KYB’den ayrıldıktan sonra kurdu. Bu her iki partinin de geleceğine dair soru işaretleri mevcut. Talabani’nin artık fiili olarak KYB liderliğini sürdürememesi, KYB’de hem liderlik boşluğu doğurdu hem de de facto fraksiyonların ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Goran’ı ise şu anda 72 yaşında olan Nosirvan Mostafa’dan sonra nasıl bir gelecek beklediği muamma. PKK, her iki parti ile yakın ilişki ve ittifakını kullanarak buralardaki kısmi otorite boşluğunu kendi lehine kullanmaya, iki parti içerisinde de belli bir yapılanmaya gitmeye çalıştığını düşünüyorum. PKK, bu iki partiden hem hareket olarak daha dinamik hem de söylem inşa etmede daha mahir. Yine bu partilerin özellikle Süleymaniye merkezli tabanlarına hitap edebilme potansiyeline sahip. PKK ile KDP arasındaki gerginlik noktalarından birinin de bu olduğunu düşünüyorum.
DEMİRTAŞ PYD-PKK İÇİN NE YAPIYOR?
Meselenin diplomasi boyutuna geçmek isterim. Selahattin Demirtaş birkaç yıldır HDP eş başkanı olarak PYD (PKK) için Amerika’da, Rusya’da, Avrupa başkentlerinde bir takım görüşmeler yapıyor. Tam olarak ne yapıyor ve nasıl karşılanıyor?
PKK hem Batı’nın hem de Türkiye’nin terör örgütleri listesinde. Buna mukabil, PYD, dünyada terörist olarak tanınmıyor. Tam aksine, DAEŞ ile etkin mücadele eden bir örgüt olarak tanınıp, bundan da ciddi bir sempati devşiriyor. Bunun yanında, Demirtaş, Türkiye’de legal bir siyasi partinin başkanı. Ve bu parti hem 7 Haziran hem de 1 Kasım seçimlerinden önce hem içeride hem de dışarıda ciddi bir destekçi kitlesi toplayabildi. Dolayısıyla, Batı’yı referans alarak konuşacak olursak, ortada şöyle bir manzara var. PKK ana organizasyon ve Batı’nın terörist örgütleri listesinde yer alıyor. Buna karşın, PKK’nın farklı şekillerde iki organizasyonu olan hem PYD hem de HDP Batı’da meşru ve makbul iki aktör. Görebildiğim kadarıyla burada bir tümevarım mantığı işletilmeye çalışılıyor. Bileşenlerini müttefik, makbul ve meşru olarak değerlendirdiğin bir organizasyonun kendisinin neden hala terörist örgüt olarak görüldüğünü sorunsallaştırmaya çalışıyor Demirtaş. Tabii bunun yanında, bu gezilerde PYD ve Rojava’ya destek talep edildiği de aşikâr.
BAĞIMSIZ BÜYÜK KÜRDİSTAN MÜMKÜN DEĞİL
Yüzyıl önce tüm bölgenin ve elbette coğrafi olarak Kürdistan’ın dörde bölünüp dört ülkeye pay edildiği bir Sykes-Picot anlaşması neticesinde yüzyıl boyu bölgede kimsenin yüzü gülmedi ama bölenlerin menfaatleri tıkır tıkır işledi. O gün bölüp paylaşanlar bugün de aynı puzzle’ı bu defa tersinden, parçaları birleştirerek yeni bir sömürü düzeni mi kurmaya çalışıyor?
Bu sürecin bir dizayn ile gerçekleştiğini sanmıyorum. Eğer bu sorudan kastınız bağımsız birleşik bir Kürdistan’ın doğuşuna mı şahit oluyoruz ise, cevabım ‘Hayır’dır. Böylesi bir şeyin koşulları mevcut değil, uzun vadede de koşulların bu yönde elverişli olacağını göremiyorum. Böylesi bir proje ne bölgesel ne de uluslararası destek görür. Bölgesel Kürt siyasetinin gerçekleri de buna izin vermez. Bakınız Arap milliyetçiliğinin zirve yaptığı yıllarda Mısır ile Suriye arasında Birleşik Arap Cumhuriyeti adında bir siyasal birlik kuruldu. Peki sonra ne oldu? 1958’de kurulan bu birlik 3 yıldan kısa bir süre devam etmeyerek dağıldı. Dolayısıyla, Kürdistan için tersinden bir Sykes-Picot süreci yaşamıyoruz. Sykes-Picot düzeni sarsılıyor. Ama alternatifi ise henüz doğmuş değil. Belki de yaşadığımız bunun doğum sancılarıdır.
Suriye’deki durum netleşmeden Türkiye’nin PKK meselesini aşması mümkün mü? Ne yapmalı Türkiye?
Türkiye ile PKK, Rojava konusunda belli bir anlayış birliğine varmadıkları sürece Türkiye’de Çözüm Süreci benzeri bir sürecin başarılı olma şansı yok. Bu tespiti yapmış olmam, Türkiye’nin Kürt meselesinin çözümü konusunda yapabileceği bir şeyi kalmadığı manasına gelmiyor. Tam aksine, Türkiye’nin meseleyi dikkatle okuyarak şu noktalara kafa yorması gerekiyor. Birincisi, bugünkü konuştuğumuz şekliyle Kürt meselesinin iki boyutu var: PKK meselesi ile Kürtlerin hak ve hürriyet talepleri. Bu ikisi arasındaki makas da gittikçe açılıyor. Öncelikle devletin bunu görmesi lazım. Görmesi de yetmiyor, bu eksenli bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Silah sorununu devlet PKK ile görüşecek. Ve görünen o ki, bu bir süre daha gerçekleşmeyecek. Bu süre zarfında devlet, Kürtlerin hak ve hürriyetleri meselesine yoğunlaşması gerekiyor. Ana dilde eğitimden, vatandaşlık tanımına kadar birçok alanda PKK ile pazarlık konusu yapmadan adımlar atmalı. ‘Silah var, demokratikleşme olmaz’ mantığını ortadan kaldırması lazım. PKK’nın “silah ile demokratikleşme ve haklar elde ediliyor” iddiasının altının boşaltılması gerekiyor. Bunun yanında, birçoklarına şaşırtıcı gelebilir ama Türkiye’nin bir bölgesel Kürt politikası mevcut değil.
Çözüm süreci sonuçları itibariyle bütün Kürt coğrafyasını iyi etkileyecek bir projesiydi aslında?
Ama bitti. Türkiye’nin KDP, KYB, PKK, PYD, Goran politikaları var ama bölgesel bir Kürt politikası yok. Bölgede ortak bir Kürt kamusal alanının doğduğu bir denklemde Türkiye’nin de bölgesel bir Kürt politikasını geliştirmeye ihtiyacı var.
Son olarak, Türkiye Rojava’ya sürekli coğrafik limitasyonlar üzerinden yaklaştı. Örneğin, Fırat’ın Batısına geçilmesini kırmızı nokta ilan edip, bu konuda hummalı bir diplomasi yürüttü. Kanaatimce, Türkiye bundan ziyade ısrarla Rojava’nın idari ve siyasi yapısını sorunsallaştırmalı. Batı’da sunulanın aksine orada bir Kürt entitesinden ziyade bir PKK/PYD kurtarılmış alanı var. Türkiye orada gelişen entitenin bir Kürt entitesi olabilmesi için PYD’nin monopolisinin kırılması ve özellikle de Kürt Ulusal Konseyi üyelerinin de yönetime dahil olmasında ısrarcı olmalıdır. Hem Barzani’ye yakın olan hem de Suriye muhalefetini destekleyen bu grubun yönetime dahil edilmesi, Rojava’nın bir PKK-land’e dönüşmesini göreceli olarak azaltan bir işlev görecektir. Böylesi bir talebe Batı’dan destek bulunması mümkün görünüyor. Bu durum Türkiye – Suriye Kürt Bölgesinin ilişkilerinin geleceğine de pozitif bir katkı sunacaktır. (Kaynak: Star)