Kızgın demiri soğutmalı!
Yanı başımızda Irak ve Suriye'de iç savaş yaşanıyor. Oturduğumuz yerden şu veya bu dava uğruna bir savaştan söz etmek, tuttuğumuz tarafın galip gelmesi için ateşli retorikler geliştirmek kolay.
Bir de savaşı yaşayanlara sormalı. Her Allah'ın günü yüzlerce insanın hayatını kaybetmesi; gencecik insanların toprağa düşmesi, yüzbinlerce kadının dul, çocuğun öksüz kalması, bir ülkenin başına gelebilecek en büyük musibettir. Bugünkü savaşlar klasik olanlara benzemiyor. Herkes zarar görüyor, yerleşim birimleri yerle bir oluyor, milyonlar mülteci duruma düşüyor.
İç savaşın arifesine baktığımızda, ihtilafları çatışma noktasına getiren siyasi liderlerin kıt akıllı, hayalperest, muhteris, despot ruhlu, intikamcı ve egoları fil gibi şişkin kimseler olduklarını görürüz. Liderlerin ve kanaat önderlerinin mizacı halka yansır. Bir iktidar hayatiyetini devam ettirme stratejisini çatışma üzerine oturtmuşsa, hükmettiği toplumun eninde sonunda bir iç savaşa düşmesi mukadderdir. Böyle zamanlarda ideolojilerini saplantı haline getiren, mizaçları sert, liderin ve muktedirlerin gözüne girmeyi kollayan ya da mevcutlardan ümidini kesmişse yeni bir lider ve iktidara yatırım yapan fırsatçılar harekete geçer, ortalığı alevlendirir, yanan fitne ateşine durmaksızın odun atarlar. Buna gayrı memnunların, marazi grupların, derin yapıların, savaş baronlarının ve o ülke üzerinde jeopolitik hesabı olan dış güçlerin de teşvik ve tahriklerini eklersek durumun nasıl kolayca fecaate dönüşebileceğini tahmin edebiliriz.
İç çatışma ve savaşların itici gücü iktidar hırsıdır. İç muhalefeti sindirip yok etme veya başkaları üzerinde tahakküm kurma peşinde olanlar kudretlerine yeni kudret ilave etmek isterler. Kudretin kaynağında muazzam bir enerji var. Mutlak kudret Allah'a aittir. O'nun kudretinden nur da neş'et eder, nar da yani ateş! Hukuk dairesinde kullanılan iktidar özgürlük, ahlak, adalet ve birlik nuruna döner; istibdat, çürüme, zulüm, gösteriş, kibir ve çatışmaya dayalı kudret kullanımından ateş çıkar. İktidar ateşinin içini sardığı yönetici ruhen tiranlaşır; özgürlüklerin düşmanı olur, ahlaki bakımdan çürür, zulümle gücünü ayakta tutmak ister, kibri gözünü kör eder ve halkını parçalara ayırıp çatıştırır.
Fakat her zaman ayrıştırmak ve çatıştırmak istibdadın devamına hizmet etmez. Çöküşüne de yol açar. Bütün büyük devletlerin ve imparatorlukların sonunu, çatışmaya dönüşen iç ihtilaflar getirmiştir.
İç savaşın zeminini hazırlayan ilk adım, grupların birbirlerine karşı belli aralıklarla düzenledikleri saldırıların faillerinin yakalanıp adaletin huzuruna çıkarılmamasıdır. Onlarca insanın sıklıkla öldürülmesi ilk yıkıcı etkisini toplumda güvenlik duygusunu yok etmesinde gösterir. Güvenlik duygusunu tahrip eden şey de sıradan insanın devletin zaaf veya tarafgirliği karşısında “sahipsiz, korumasız kaldığını” düşünmeye başlamasıdır. Devlet sahiden zayıfsa savaş kışkırtıcılarına zaten gün doğar; tarafgir davranıyorsa kendisi iç savaş kışkırtıcılığı yapar. Devlet, korumadığı kitleleri kendi gruplarından olan şahinlerin cephesine iter; cephelere katılımlar sağlandıkça çatışma şiddetlenir, süreklilik kazanır.
İnsanlar yaratılışları icabı güvenliği ekonomik ihtiyaçların ve özgürlüklerin önüne geçirirler. İdeal olan güvenlikle beraber özgürlüklerin korunması ve herkesin hak ettiğine sahip olmasıdır. Bunu sağlayacak olan da tarafını sadece Hukuk'tan yana seçmiş güçlü kamu otoritesi yani devlettir. Devlet taraf tutarsa adaleti yok eder. Devleti güçlü kılan diktatörlükler veya otokrasiler değil, Hukuk'a bağlılıktır. Fakat devleti Hukuk ve adalete sevk edecek olan sorumlu alimler, kanaat önderleri, aydınlar, STK'lar ve henüz ruh sağlığını kaybetmeyip bunlara itimad eden toplum kesimleridir.
Fitne ateşi üzerine su dökmeyecek olursak alevler her yanı sarar. Böyle zamanlarda mağdur olduğu hissine kapılanlar da, mağduru ve gadredeni yok edecek büyük felaketlere kapı aralamasın diye belki öfkelerini kontrol etmeli, umumun selameti ve maslahatı için yangın sönünceye kadar mazlum kalmayı tercih etmeli. Efendimiz (s.a.s) “Zalim olmaktansa mazlum olmayı tercih ederim” buyurmuştu.
Toplum olarak kızgın demir gibiyiz. “Öldürenin niçin öldürdüğünü, öldürülenin de niçin öldürüldüğünü bilmediği” bir fitneye karşı hepimiz gücümüz yettiğince ortalığı soğutalım. (Zaman)