Dünyalık Kibir
İnsanın en zaaflarından biri. Böbürlenme, büyüklenme, kendini farklı ve insanlardan üstün görme. Elbette bunların birçok nedeni var. Dünyalık hırs ve tamah insanı ana ekseninden çıkarıyor.
Her insan insandır, her insanın farklı özellikleri bulunur. Kimi çabalarıyla ve yetenekleriyle farklı konumlara gelebilir. Kimileri hayatın koşullarında bulunduğu ortamda olduğu gibi kalır. Bunlar insanın doğasında olanlar. Eldeki imkânlar, yetenekler ve çabalar insanları farklı alanlara taşır.
İnsan da yaratılanlardan. Diğer varlıklar gibi. Onlardan farkı düşünebilme, kendi iradesiyle yaşama yetisi var. Ve tabii Allah’ın insana hem bir bağışı hem de sorumluluk sahibi kılışı söz konusu.
Gurur, kibir, böbürlenme elde edilenler ile sağlanıyor. Bu, kimi zaman bir saltanat, kimi zaman mülk, kimi zaman başkalarından farklı bilgi sahibi olma, elde edilenlerle güç sahibi olma. Bu hem fiziki, hem de edindikleriyle olabilir.
İnsanlığın yönetenleri ve yönetilenleri bulunuyor. Bu da insanın doğasına uygun. Aile ortamında veya toplu yaşamada birileri öne çıkar. Bunlar da gene çaba ve yeteneklerle ilgili. İnsan deneyimlerle yaşıyor. Çocukluktan itibaren. Zamanla deneyimlerini ya da geçmişte yaşanmışlıkları süzüyor. Kendine özgü bir alan oluşturuyor.
İnsanlık bu gibi durumlarla bir takım özlü sözler, deyimler oluşturmuş. Kibir ile gururdan yansıyan ve bu tipleri tanımlayan çok deyiş bulunuyor. Kendini dev aynasında görme gibi. Bu, kendini olduğundan fazla büyük görme anlamındadır. Kendisini olduğundan çok büyük görmesi. İnsanın gücü takatinin ve gücünün üzerinde bir davranış içinde olması ile de tanımlanabilir.
İnsanlığın ömrü de saltanatı da kendisiyle sınırlı. Terki dünya ettiğinde geriye kendisini ilgilendirebilecek hiçbir şeyi kalmıyor. Dünyalık olanların hiç birinin kendisine bir yararı da olmuyor. Ölen insan dünyada yapıp ettiklerini bedenine sığdırmıyor. Beden alabileceklerini alıyor yaşadıkça bunları eritiyor ya da belli bir sınırda tutuyor. Ölümünden sonra beden çürüyor toprak oluyor geriye çok az şeyi kalabiliyor.
Dünyayı kendine mülk edinenler, insanlığı köle gibi görenler de bu dünyadan göçüp gitti ve gidecekler. Gidenlerin zulüm kalıtları onların lekeleri olarak yeryüzünde duruyor. Kimse kötülükleri olumlamıyor ya da özümsemiyor. Onların eserlerinde insanlığın kanı ve teri öyle ya da böyle duruyor.
Kendini insandan üstün görenlerin zaaflarını, eksiklerini kimi özellikleriyle bastırırlar, baskı altında tutarlar. Korkuları da bulunuyor. Çünkü nerede, ne zaman, ne ile karşılaşacaklarını bilemiyorlar. Korunmak için aşırılıklara kapılıyorlar.
Gurur ve kibrin adaleti, insanî özellikleri olmaz. Çünkü dünya ve dünyalıklar onun nefsinde toplanıyor. Kendilerinden başkalarını görmezler.
İnsanın gözü sadece kendisine odaklıysa, kendinden başkasını görmüyorsa diğerlerini birer böcek ve zavallı gibi görüyorsa burada bir sorun bulunuyor demektir. Bu tipler saltanat oluştururken insana gereksinim duyarlar. İnsanın emeğini ve gücünü sömürürler. Onları sadece birer araç gibi görürler.
Her insan bir değerdir. Konumu ne olursa olsun, bir değer. Değerli bir varlık. Çünkü insan azizdir. En beklenmedik insanın özgün bir yeri mutlaka bulunur. Sorumluluk sahibi olan ve hesaba çekilecek olan da insan. Hemen her birinin yapıp ettikleri onun yaptıklarıyla tartılır ve ölçülür. Gurur, kibir ve olumsuzluklar üstelenenler bunların hesabını çok daha ağır verirler. Herkes yapıp ettiklerinden yapıp ettikleri kadar sorumludur.
İnsanlara gönül kapıları aralanmadan insanlar kazanılamaz. Gönlü bol ve geniş olanlarla olabilir ancak. Gurur ve kibir kapılarını kırıp dağıtılmadan bir yere varılamaz. (Milli Gazete)