NATO Zirvesi’ni nasıl anlamalı?
Ay sonunda, 29-30 Haziran tarihlerinde, İspanya’nın başkenti Madrid’de yapılacak NATO Zirvesi öncesi, hem NATO hem de Avrupa Birliği’nin (AB) merkezlerinin bulunduğu Brüksel, hareketli günler yaşıyor. Sürekli birlik, beraberlik mesajları veriyorlar her iki örgütün yöneticileri. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin önemine değiniyorlar. Ukrayna’nın sonuna dek arkasında olduklarını söylüyorlar. Peki, Brüksel’deki fotoğraflar, sözler, gerçeği ne ölçüde yansıtıyor? NATO ve AB, demokrasi, insan hakları, barış ve özgürlük için çalışan kurumlar mı? Elbette hayır.
Örneğin, Fransa’nın eski cumhurbaşkanlarından sosyalist François Mitterand’ın oğlu da, İngiltere’nin eski başbakanlarından Muhafazakâr Partili, “demir leydi” lakaplı Margaret Thatcher’in oğlu da, Güney Afrika’ya silah satarken yakalanmışlardı. Gazeteciler her iki lidere de, Fransa ve İngiltere, Güney Afrika’ya silah ambargosu uygularken, oğullarının, nüfuz ticareti yapıp yapmadıklarını, ambargoyu delip delmediklerini, silah ticaretine aracılık ederek çatışmanın uzamasına yardım edip etmediklerini sordular. İki liderden de yanıt alamadılar. Çünkü emperyalist merkezler açısından Afrika’daki insanların hakları önemli değildi. O kadar ki, Belçika; bir Afrika ülkesi olan Kongo’nun bağımsızlık mücadelesinin önderi ve ilk başbakanı olan Patrice Lumumba’yı, Amerika Birleşik Devletleri’yle (ABD) birlikte düzenlediği bir darbeyle devirmiş, ardından öldürmüş, cesedini de sülfürik asitte eriterek yok etmişti. Lumumba’dan geriye, bir tek dişi kalmıştı. Bu diş de, birkaç gün önce, Brüksel’de düzenlenen törenle, ailesine teslim edildi.
TRUMAN DOKTRİNİ’NİN AMACI NEYDİ?
Truman Doktrinini hepimiz biliriz. 2. Dünya Savaşı sonrasında gündeme gelmişti. ABD Başkanı Harry S. Truman’ın adıyla anılan, 12 Mart 1947’de Kongre’deki konuşmasıyla ilan edilen doktrin, savaş sonrasında, “komünizm tehdidi” altındaki ülkelere mali ve askeri yardım yapılmasını öngörüyordu. Gerçekte ise amacı; bu ülkeleri ABD’nin tam denetimi altına almaktı. Nitekim Truman, Ordu Günü nedeniyle yaptığı konuşmada, Türkiye ve Orta Doğu’ya yönelik ilgisi hakkında şöyle demişti: “Bu bölgede muazzam doğal kaynaklar vardır. En işlek kara, hava ve deniz yolları bu bölgelerden geçmektedir… Bu bölgenin büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır”. Türkiye’nin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) çevrelenmesi açısından önemini bilen ABD; Truman Doktrini çerçevesinde, Türkiye’yle bir yardım anlaşması da imzalamıştı. Yardımın koşulları da çok açık ve keskindi. 100 milyon dolarlık yardımın, amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını, ABD denetleyecekti.
ABD’nin Truman Doktrini kapsamında Türkiye’ye yaptığı yardımın gerçek amacını, ABD Askeri Yardım Kurulu Başkanı General McBride, açık şekilde izah etmişti: “Türkiye; Orta Doğu ve Arap dünyasının kilit noktasında, Sovyet yayılmasına karşı cephe teşkil eden tek ülkedir. Türkiye’ye yapılan yardımın amacı şudur: Birincisi, Türklerin Sovyet baskılarına karşı sağlam bir milli cephe halinde mukavemet, azim ve kabiliyetlerini pekiştirmek; ikincisi, herhangi bir savaş halinde Türklerin Sovyet tecavüzüne karşı, kuvvetle karşı koymasını sağlayarak Türk askeri potansiyelini ıslah etmektir… 100 milyon dolarlık yardım verilmektedir. Bugün dünyada bu kadar az bir masrafla tecavüze karşı koyma kararlılığını etkili bir şekilde gösteren bir başka ülke bulmak güçtür.”
Süreç, 1952’de Türkiye’nin NATO üyesi olmasıyla, daha da gelişti. Türkiye de hızla ABD nüfuzu altına girdi. (Barış Doster, CRI)