NATO’nun genişlemesi ve dünya barışı
NATO’nun İspanya’nın başkenti Madrid’de 28 Haziran’da başlayan ve bugün bitecek olan zirvesinde, İsveç ve Finlandiya’nın ittifaka alınmalarına karar verildi. Türkiye’nin iki ülkeye ilişkin itirazı da kalkınca, üyelik yolu açıldı. Önümüzdeki süreçte, NATO’nun üye sayısının 30’dan 32’ye çıktığını ve Rusya’yı yakın çevresinden kuşatmayı sürdürdüğünü göreceğiz.
NATO zirvesindeki karara ilk ve en sert tepki, doğal olarak Moskova’dan geldi. Moskova; “Madrid’deki zirve, NATO’nun agresif şekilde Rusya’yı çevreleme politikasını pekiştiriyor. NATO’nun Doğu Avrupa’da güçlenmesine karşı önlemler alacağız.” dedi. NATO Zirvesi’nden hemen önce, çevrim içi ortamda toplanan BRICS zirvesinde verilen mesajlar da dikkate alındığında, belli ki rekabet keskinleşecek.
Biliyoruz, NATO; Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) saldırı ve işgal aygıtı. ABD; hem doğrudan hem NATO eliyle, yayılıyor, saldırıyor. NATO’yu, müttefiklerinin iç ve dış siyaseti, ulusal güvenliği üzerindeki nüfuzunu pekiştirmek, daha çok silah satmak için kullanıyor. Bu amaçla, üye ülkelerin savunmaya, silahlanmaya daha fazla bütçe ayırmasını istiyor. İttifak anlaşması gereği, müttefiklerin, Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’dan (GSYİH) en az yüzde 2 payı savunmaya ayırmaları için bastırıyor. Bu konuda özellikle Almanya’ya yükleniyor.
NATO’nun genişlemesi, dünyaya daha fazla zarar verecek. Huzursuzluğu, istikrarsızlığı, gerilimi, silahlanmayı daha da artıracak. Bu genişlemeden sadece Rusya değil, Türkiye dâhil bölge ülkeleri de etkilenecek. ABD; hem doğrudan hem NATO aracılığıyla, Rusya’nın yakın çevresine daha çok sokulacak, daha çok asker konuşlandıracak, daha çok savaş gemisi dolaştıracak. Üstelik bu saldırganlığı, Rusya’yla da sınırlı tutmayıp, Çin’e de yönelecek. ABD ve Avrupa Birliği’nin en büyük dış ticaret ortağı olan Çin’i, dört bir taraftan kuşatmaya, enerji ithal ettiği ülkeleri korkutmaya, sindirmeye çalışacak. ABD’nin bu tutumundan Türkiye ve İran da payına düşeni alacak.
ABD’nin, Çin ve Rusya düşmanlığının sebepleri belli. Çünkü ikisi de çok kutupluluğu savunuyorlar, ticaret savaşlarına karşı çıkıyorlar, ABD’nin dünya üzerinde kurduğu ve son yıllarda hayli gerileyen hegemonyasına itiraz ediyorlar. İkisinin de Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya dek geniş bir coğrafyada etkileri artıyor. Nitekim bunu gören ABD; Soğuk Savaş’ın bitiminden beri, Soğuk Savaş döneminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) müttefiki olan ülkeleri, Baltık ülkelerini, Balkan ülkelerini, Karadeniz ülkelerini, Doğu Avrupa ülkelerini, Orta Asya ülkelerini, NATO ve AB üyesi yapmaya çalışıyor.
Aynı ABD’nin, son 20 yılda Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da hangi barbarlıkları yaptığını, bu ülkelere saldırmak, işgal etmek için hangi yalanları söylediğini de biliyoruz. Bu konuda elleri en kirli, sicili en kanlı ülke olan ABD; nükleer caydırıcılığına, emperyalist haydutluğuna güveniyor. Bunu da savunma strateji belgelerinde ilan ediyor zaten. NATO’daki müttefiklerini de ikna ederek, ayrıcalıklı konumunu sürdürmeye çalışıyor. Bunu da demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, özgürlük, sivil toplum, barışı koruma, ulus inşası, devlet inşası, insani müdahale, özgürleştirici işgal kavramlarıyla yapıyor. (Barış Doster, CRI)