Bir Kapıkulu Hikâyesi
‘’Hadım yetiştirmek ve hadım etmeyle ilgili en eski kayıtlar, milattan önce 2000 yılında Sümer şehri Lagash'a aittir.’’
‘’Hadımlar, casusluk veya gizli operasyonlar için saray hizmetçileri olarak, şarkıcılık, din uzmanı, asker, kraliyet muhafızı, hükümet yetkilisi veya harem hizmetlisi olarak bin yıldan beri birçok farklı kültürde çok çeşitli işlevleri yerine getirdiler.’’
Ama artık dünya değişiyor, değişen dünyayla birlikte eski dünyadan kalan birçok şeyinde değişmesi gerekiyordu.
Bu değişim hadımlık müessesesinin de değiştirilmesini zorunlu kılıyordu; ancak efendilerine bu kadar sadık bir kitleyi ortadan kaldırmak belli ki mevcut iktidarların işine gelmiyordu.
O halde ortadan kaldırmak yerine, yine efendilerine büyük bir sadakatle bağlı olup hizmet edecek şekilde, yeniden dizaynedilmeli ve yeni bir form da hayata geçirilmeliydi.
Belki de yapılması gereken şey çok basitti. Evet, insan bedeninden bir parça koparmak oldukça barbarcaydı ve yenidünya böyle bir barbarlığı kaldıramazdı.
Bu durumda yapılması gereken bedenen değil, ‘’fikren hadım etmek’’ ve yukarıda zikredilen kimi görevlerini ifa etmek için yetiştirmekti.
Belli bir eğitimden geçirilip toplum içine salınan ve fikirleri test ettirilen bu hadımların yetiştirilme tarzına göre insanları bir araya getiremediği görülmüş ve esas işlerini yapmaları için başka kavim ve ırkların içine gönderilerek asimile edip ‘’Kapıkulu’’ yapmak gibi görevler verilmeye başlanmıştır.
Çünkü artık dünyada moda olan, ‘’çekilirken kendi kuklanı bırak düşüncesi bilinir olmuş’’ insanlar yeni arayışlara yönelmişti.
O halde bu iş için yetiştirilen hadımlar fark ettirmeden gittikleri topluma, kendi hakları olanın mücadelesini onlarla verecek, güven kazanıp isim yaptıktan sonra yavaş yavaş girdiği toplumu hizmetçisi olduğu ‘’kapının kulu’’ yapma sürecine girecekti.
Peki, neden insanlar kendinden olmayan bu hadımları bağrına basıp onları dinler ki?
Aslında bu durum daha çok devletleşememiş kavim ve ırklar için geçerli bir durumdu…
Kesintisiz bir devlet geleneğine sahip olamayan kavimler diğer kavimler tarafından sürekli ezilmiş, hor görülmüş ve ötekileştirilmiştir.
Öte taraftan kendi anadilleriyle bir eğitim sistemleri mevcut olmadığından yabancı bir dille eğitim görmek zorunda kalmış, kendi anadili konuşsa bile, yabancı bir dille yazıp okuduğundan aynı şekilde yabancı bir dille düşünmek zorunda kalmıştır.
Takdir edersiniz ki bu durum kişinin düşüncesini kendi anadiline çevirmesine; ancak yabancı bir dille düşündüğü ve yabancı dildeki bazı kelimelerin kendi ana dilindeki karşılığını bulmakta zorlandığı için o yabancı kelimeleri kendi diline katmasına sebebiyet vermiş ve zamanla kendi diline yabancılaşmasıyla sonuçlanmıştır.
Böylelikle kelime haznesi daralmış, efendileri 5000 kelimeyle düşünürken, kendisi 500 kelimeyle düşünmek zorunda kalmış, kısır bir döngü içerisinde aynı cümleleri tekrar edip durmuş, hiçbir zaman fikri bir doyuma ulaşamamış, fikri anlamda hadımlaştırılıp, cahil ve çaresiz bırakılmış böylece efendisine bağlanmasının ilk adımı atılmıştır… (Abdulhalim Velioğlu / Netew Medya)