Sorulması Gereken Soruları Sormamak
Kendimizi içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumla, bu toplumun gerçeklikleriyle sınırlandırdığımız takdirde, dünyayı, tarihi, insanlığı doğru göremez, doğru algılayamaz ve doğru okuyamayız. Aynı şekilde kendimizi yalnızca gözlemlenebilir olgularla sınırlandırdığımız takdirde bütün boyutları ve bütün ufukları göremeyiz. Her durumda varolan gerçekliğin nabzını tutarak, bu gerçekliği bütün boyutlarıyla tanımlamaya çalışarak, bu gerçekliğin sınırlarını ve mahiyetini analiz ederek çözümlemeler yapmak gerekiyor.
Duygusal ihtiyaçlara cevap vermek üzere kullanılan/üretilen bir dil ve kültürle, entelektüel bir farkındalık oluşturulamayacağını bilmek durumundayız. Popüler dil-kültür manipülasyon yoluyla kitleleri edilgin hale getirir, toplumların üretkenlik yeteneklerini kaybetmelerine neden olur.
Din'i ya da politik popülizmler, insani varoluşun muhteşem niteliklerinin, yeteneklerinin ve üretkenliğinin gelişmesini engellediği gibi, bayağılıklara da ödün verir, onları ödüllendirir. Her tür popülizm, statükoların hiç değişmeksizin devam etmelerini sağlar. Popülizmlerin ve hamasetin kurumsallaştığı toplumlarda kitleler gerçekliğe kayıtsız kalırlar, gerçekliği umursamazlar. Popülizmin ve hamasetin kurumsallaştığı toplumlarda asıl konuşulması gereken gerçek sorunlar, yapısal sorunlar hiç konuşulmaz, tartışılmaz, hiç konuşulmaması gereken ayrıntılara ilişin gündelik konular kamusal gündemi yoğun bir şekilde işgal eder. Popülizmler ve hamaset toplumların düşünsel-kültürel-entelektüel seviyelerini düşürür.
İslam dünyası toplumlarında düşünsel ve kültürel yetersizlik ve seviyesizlik sebebiyle, bugün sahte ve yanlış mutlakların ideolojik iktidarı, bu mutlaklar karşısında farklı hiçbir seçenek bulunmadığı iddiası hiç bir şekilde sorgulanamıyor, yanlış ve sahte mutlaklar reddedilemiyor. İslami bünye kendi içerisinde pragmatik bir tıkanma yaşamamış olsaydı, dışarıdan dayatılan ve toplumlarımızı zihinsel sömürge durumuna maruz bırakan sahte ve yanlış mutlaklara mahkûm olmayacaktık. Yanlış ve sahte mutlakların iktidar ve iddialarını geçersiz kılabilmek için, Müslümanlar olarak bizlerin, düşünülmesi bugün imkansız gibi görünen şeyleri düşünmeye başlamamız gerekiyor. İslami anlamda bir tarih felsefesi perspektifine sahip olsaydık eğer, İslamın bir anlam ve amaçlar dünyası oluşturmak üzere, siyasal mücadele yoluyla tarihe girdiğini, yeni bir dünya ve tarih vizyonu oluşturarak büyük bir dönüşüm başlattığını büyük bir özgüven içerisinde biliyor olacaktık.
Günümüzde Müslümanlar olarak bizlerin, dünyaya, hayata, tarihe, siyasete, varoluşa, hangi temelden baktıklarını dürüst bir biçimde cevaplandırmaları gerekir. Üzülerek belirtmek gerekir ki, bugün dünyaya, tarihe, hayata, siyasete sömürgeci/kolonyalist fikirler-idealler, tarafından belirlenen, tarih dünya görüşü ve hayat tarzı açısından bakıyoruz. Başkaları tarafından tanımlandığımız, konumlandırıldığımız için bugünü etkileyebilecek, dönüştürebilecek, geleceğe yönelik bir ufuk açabilecek bir dil/hikaye oluşturamıyoruz. Aziz İslam, maalesef her hangi bir etnisiteye indirgenerek yorumlanıyor.
Düşünmeyen bir topluluk, hiç bir şey hakkında, hiçbir zaman sorulması gereken soruları soramaz, sorgulamalar yapamaz. Kapitalist-seküler-liberal yasaların, yapıların, ilişki biçimlerinin, siyasetin, kavram ve kurumların nihai anlamda belirleyici olduğu bir toplumda sanki böyle bir şey hiç yaşamıyormuş gibi davranarak, İslami fetihlerden söz etmek anlaşılabilir bir durum değildir. Müslüman toplumların İslami fetihlerden söz edebilmeleri için, İslami varoluş bilincini, İslami bilgi ve dili, İslami tarih ve siyaset felsefesini/yaklaşımını özgürleştirerek, İslami varoluşlarına her alanda meşruiyet kazandırmaları gerekir. Ancak kendi inançlarımız, düşüncelerimiz, kültür ve medeniyet değerlerimiz temelinde bir mücadele yürüttüğümüzde anlamlı bir şey yapmış oluruz. Dışarıdan dayatılan değerlerle hiç bir şekilde bağımsızlık mücadelesi verilemez.
İslami bünye, ayrıntılara ilişkin spekülatif yararsız tartışmaları bir yana bırakarak insanlığın ve İslam toplumlarının ortak temel varoluşsal/hayatî sorunları etrafında ikna edici, derinlikli cevaplar üretmek zorundadır. Bugün konuşmak, tartışmak ve cevanlandırmak zorunda olduğumuz en hayatî sorunun hiçbir siyasal güvencesi olmayan İslâmî varoluşlar, hayatlar ve toplumlar sorunu olduğunu büyük bir sorumluluk bilinci içerisinde hatırlamamız gerekir.
Modern zamanlarda, sömürgeci düşünceyi, kültürü, tarihi ve dünya görüşünü meşrulaştırabilmek için, Batılı olmayan toplumlar ve kültürlere, insanlık dışı bir başkalık dayatıldı. Kendilerini insan olarak tanımlayabilmek için Batılılar, ötekileri insanlık dışı olarak katagorize ettiler. Bugün, İslâmî bilinç ve dünya görüşünün bağımsızlığı ancak Avrupa ideolojisinin, kavram ve kurumlarının, ideolojik–ırkçı kesinliklerinin dokunulmaz olmadığını bilmek suretiyle başlatılabilir. İslâmî bilinç ve dünya görüşü içeriden maruz kaldığı saldırılarla güçsüz hale geldiği/getirildiği için, bugün, emperyalist saldırılara karşı direnemiyor.
Düşünmeyi öğrenmek ve öğretmek zor ve zahmetli bir uğraştır. Hamâset öğrenmek ve öğretmek son derece kolay ve zahmetsiz olduğu için, bizler, son dönemlerde daha çok hamâset öğreniyor ve öğretiyoruz. Hamâsetle daha çok anın beğenisi kazanılabiliyor. Düşünmeyi öğrenmek ve öğretmek zor ve zahmetli olduğu için biz Müslümanlar, düşünce-kültür-felsefe hayatında sömürgeci mevcudiyetin ağırlığını gereği gibi göremiyor, İslami bağlamda kavram-kurum-yapı-yöntem-model üretemiyor, başkaları tarafından üretilenleri kullanmaya/tüketmeye devam ediyoruz. Kendilerini üstün, müstesna varlıklar olarak konumlandıran seküler unsurlar üretirken, ikincil varlıklar olarak aşağı görülen unsurlar üretme yeteneğinden yoksun bırakıldıkları için taklit ederek hayatlarını sürdürüyor.
Taklitçi unsurlar bu taklitçi-konformist özellikleri sebebiyle, düşünsel-kültürel-felsefî diktatörlükleri, düşünsel-kültürel-felsefî tehditleri ve meydan okumaları her nasılsa bir türlü fark edemiyor. Popilizmlerle, hamâsetle ancak günü kurtarabiliriz. Günü kurtarmak öncelikli hale gelince de, geleceğe giden yolları kapatmış oluruz. İslâmî kendiliğe, farkındalık ve bilince, gerçeğin tamamını öğrendiğimizde, gerçeğin tamamını öğrettiğimizde, gerçeğin tamamını eksiksiz olarak söylediğimizde-açıkladığımızda ulaşacağız. Gerçekliğin tamamını söylemezsek, bu konuda kişiliklermizin tamamlanmadığını, ahlâkî zaaflarla malûl bulunduğumuzu gösterir. Konjoktürel nedenlerle gerçeğin tamamını söyleyememek, hayatî sorumlulukları terk etmek/ertelemek anlamı taşır.
İslam dünyası toplumlarında evrensel anlam-değer üretmesi gereken Müslümanlar etnik-milliyetçi-mezhepçi değerlerle kendilerini güçsüzleştiriyor, yalnızlaştırıyor. Toplumsal ilişkilerin dünya ölçeğinde gerçekleştiği bir dönemde yerelliklere sığınmak, yerellikleri yüceltme, İslâmî ufkun bütünüyle daralmasına neden oluyor. Oportünist dindarlık biçimleriyle, opörtünist tercihlerle hiç bir şekilde sahici bir duruş sahibi olunamıyor.
Günümüz insanı hiçbir şekilde tatmin edilemeyen, edilemeyecek olan ihtirasların nihilizmi ile bütünleşmiştir. Bu nihilizm bütün nitelikleri ve derinlikleri bayağılaştırıyor, yozlaştırıyor, çürütüyor. Kapitalist emperyalizm bütün ahlâkî varoluşları, ahlâkî yapıları-ilişkileri, gelenekleri ve dünyaları çok derin bir şekilde yıkıma uğratıyor. Neoliberal riyakarlık, kapitalist emperyalizm, ahlaksızlığı, yalancılığı, vicdansızlığı küreselleştiriyor. Batı dünyası ideolojik/politik/felsefî bütünlüğü koruyabilmek için bilinçli olarak İslam ve Müslümanları öteki olarak konumlandırıyor. Gerçek böyleyken İslam toplumları, emperyalist/sömürgeci dünya düzenine karşı, eleştirel/özgün/bağımsız yeni bir anlam ve değer sistemi oluşturamıyor. İslam toplumlarının hangi alanla ilgili olursa olsun bağımsızlık stratejileri olmadığı gibi, üretken, etkili, kuşatıcı kültür politikaları da bulunmuyor.