Ortak bir bilinç gündemi oluşturmak
Müslümanlar olarak, günümüz toplumlarında/dünyasında, gerçekliği etkileyebilecek/dönüştürebilecek bir dil, düşünce ve kültür oluşturabilmiş değiliz. İslami bütünlük bilincine, algısına, meşruiyet-otorite kazandırma konusunda açıkça bir güçsüzlük ve yetersizlik içerisinde bulunuyoruz. Soyut ve acımasız modern ideolojik klişeler karşısında derin bir mağlubiyet duygusu içerisinde yaşadığımız için, İslam bütünlük bilincini, yaklaşımını, iradesini ve tasavvurunu bir türlü tamamlayamıyoruz. İslami temel ilkelerle gerçekler arasındaki uzaklıklar her geçen gün daha da büyüyor.
İslami yorum ve yaklaşımlara hayat hakkı tanımayan çok kibirli ve çok kaba kimi kesinlikler sebebiyle, kendi fikirlerimize duyduğumuz inancı gereği gibi savunamıyoruz. İslamı, seküler/liberal algılar tarafından kabul edilebilecek bir çerçeve içerisinde konuşmaya ve yazmaya çalışıyoruz. Üzerine yazılar yazdığımız, konuşmalar yaptığımız, ancak uğrunda hiçbir fedakarlık yapmadığımız İslam’ı, ciddi’ye almadığımızı ne yazık ki farkedemiyoruz.
Hangi şartlar içerisinde bulunuyor olursak olalım, İslami bütün tercihler istisnai bir kararlılık, istisnai bir bağlılık, istisnai bir tutarlılık ve erdemlilik ister. Toplumlarımız, hamaset ve popülizm söylemleri aracılığıyla kolektif bir büyü’ye maruz kaldıkları için, hiçbir istisnai duruşu/bağlılığı/tavrı/tarzı bir bütünlük içerisinde sergileyemiyor, temsil edemiyor. Bilinçli İslami düşünümüz, propagandanın tehdidi altında bulunuyor.
Çıkarlara dayalı dayanışmalar sebebiyle, her geçen gün daha çok parçalara bölünüyoruz. Çıkarlara dayanmayan büyük dayanışmalar gerçekleştirebilecek bir ahlaki gerilime sahip olsaydık, bugün çok daha güçlü, çok daha etkili bir noktada bulunuyor olacaktık. Her toplumda politik popülizm toplumların yetersizliklerini, kültürsüzlüklerini kendi çıkarları doğrultusunda sınırsız bir biçimde istismar ettiği gibi, aynı zamanda, tarihi de yanlış bir zeminde ve çarptırarak temsil etmeye çalışıyor.
Müslümanlar olarak, hangi şartlar içerisinde bulunuyor olursak olalım, nasıl bir dünyada yaşıyor olursak olalım, düşünceyi, dünyayı ve hayatı bilinç merkezinde temellendirmemiz gerekir. Modern zamanlar boyunca maruz kaldığımız zihinsel mahkûmiyet sebebiyle, entelektüel duyarsızlığı, tepkisizliği bir hayat tarzı haline getirdik. Bu duyarsızlık sebebiyle, İslami varoluşun temeli olan İslami kavramlar hayatiyetlerini kaybettiler. Bu duyarsızlık sebebiyle, kendi bilincimize hakim olmayı, sahip olmayı başaramıyoruz. Maruz kaldığımız zihinsel mahkûmiyet sebebiyle bugün kendi sesimizin hiçbir değer yok, çünkü kendi dilimizi, kendi sözcüklerimizi özgürleştiremiyoruz. Kendi bilincimize hakim olamadığımız için, gerçek/hayati sorunların farkına ve bilincine varmadan yaşamaya devam edebiliyoruz.
İslam toplumlarında, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, maruz kaldığımız zihinsel mahkûmiyet sebebiyle, ideolojik mutlaklar/kavramlar/yapılar hakkında eleştirel sorgulamalar yapma özgürlüğüne sahip değiller. Statüko ile bütünleşen her bünye, zihin ya da yapı, yeni bir tercihte bulunma farkındalığına sahip olmadığı için statükonun aynen devam ettirilmesinin zorunlu olduğunu düşünür. Özgürlük ve umut, daha farklı, daha özgün, tercihler yapabileceğine inanmakla başlar. Yeni, farklı ve özgün bir tercihte bulunma sorumluluğunu üstlendiğimizde, zihinsel/ruhsal kötürümlükten kurtulmanın yollarını bulabiliriz.
Yeni bir seçenek üzerinde çalışmak, üretmek, bu seçenekleri somutlaştırmak, kültürel bir değişim/dönüşüm sorumluluğu almakla başlatılabilir. Kültürel değişim/dönüşüm, halen sürdürmekte bulunduğumuz düşünme/varolma/yaşama tarzımızın eleştirel anlamda yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılar. Statüko ile bütünleşen ve uzlaşan bir zihin ve ruh dünyası, bir toplum ya da kültür, yeni bir seçenek üzerinde düşünemez.
Yeni gerçeklikler karşısında, yeni çözümlemeler üretemeyen, belirsizlik-kriz-gerilim içerisinde bulunan toplumlar, bütün imkânlarıyla geçmişe iltica eder, geçmişten yardım umarlar. Bugün, bizler, Müslümanlar olarak, eleştirel bir tarih perspektifinden/bilincinden yararlanarak, geçmişten hangi ölçüde ve nerelerde, nasıl yararlanabileceğimizi belirleyebilmeliyiz.
İslam toplumlarının, İslami düşünce/kültür ve ilahiyat hayatının, ortak, bir bilinç gündemi oluşturması günümüzde hayati önemi olan bir konu halini almıştır. Siyasal sınırların etnik sınırlarına göre çizildiği bir dünyada, kültürel kimlikler ve sınırlar da parçalanıyor. Tüm kültürlerin bilgeliklerine açık bir anlayışı kurumsallaştıran aziz İslam, kültürel çeşitlilik yoluyla bir bütünlük oluşturmayı başarmıştı. Bugün, milliyetçilikler, biyolojik kökenlere dayalı etnik bir varoluş oluşturmaya çalışıyor. Milliyetçilikler ve mezhepçilikler, biz Müslümanları ortak aidiyet kültürüne yabancılaştırıyor. Bir diğer yanda, kültürleri hiyerarşik bir şekilde kategorize eden ve kendilerini mutlaklaştıran modern kültürler, farklı kültürlere hayat hakkı tanımıyor.
Düşünce hayatımızın, kültür ve ilahiyat hayatımızın oluşturması gereken ortak bilinç gündemi, yeni bir kavrayış çabasına işaret eder. Ne pahasına olursa olsun, bilincin ışığını aramayı seçmek, varoluşsak bir zorunluluk halini almıştır. Bilinç ışığını aramayı bıraktığımız takdirde, kolektif büyü ve büyülenmelerin baskısından özgürleşerek, gerçeğe, gerçek hayata ve gerçek mücadeleye uyanmamız mümkün olmayacak. Popülizmlere ve hamasete dayalı kolektif büyülenmelere, ideolojik büyü ve büyülenmeleri de eklemek gerekir.
Günümüz dünyasında ideolojik yargılar, evrensel ahlaki yargılara geçit vermiyor. İdeolojik meşrulaştırma çerçeveleri, evrensel insani/ahlaki değer yargılarını yok sayabiliyor. İdeolojik meşrulaştırma çerçeveleri, bir dünya görüşü hayat tarzı olarak Müslümanların İslam’a sahip olma haklarını tanımıyor. Din’i baskı ve kısıtlamaları reddeden Avrupa aydınlanmasının felsefi dünyası, bunun yerine, ideolojilerin baskısını koydu. Bugün, İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda, herkes bu baskıyı çok ağır bir biçimde hissediyor ve yaşıyor.