Belli Belirsiz Varoluşlar
Müslümanlar olarak, içerisinde yaşadığımız tarihsel zamanla, tarihsel sorunlarla, tarihsel gerçeklikle ilgili, İslami farkındalığa sahip olamadığımız için, İslami bir duruş sergileyemiyoruz. Tarih boyunca hiçbir emperyalizm, İslam’a ve İslami bilince, ulus devlet kutsalları adına, milliyetçilikler ve mezhepçilikler adına, iktidar ihtirasları adına, İslam’ın acımasızca araçsallaştırılması kadar, telafisi mümkün olmayan büyük zararlar vermedi. Günümüzde, İslam dünyası toplumlarında popülizme, popülist politikalara, popülist kültüre ihtiyaç duyan dini ya da politik iktidar kadroları, kendi çıkarları doğrultusunda fütursuzca İslam’ı araçsallaştırmaya devam edebiliyor. Her araçsallaştırma girişimi, uygulaması, ilgili kadroları ahlaki değerler dünyasına yabancılaştırıyor. Hangi bağlamda olursa olsun, çıkarlar söz konusu olduğunda doğru ve yanlışa ilişkin ölçütler değişebiliyor, değiştirilebiliyor.
Toplumlarımızda, popülizmlerin/hamasetin yükselişi entelektüel yoksulluk/yoksunluk ve yetersizlikle çok yakından ilgili olduğu halde, bu konuya kayıtsız kalmayı sürdürüyoruz. Entelektüel yetersizlik ve yoksunluğun hakim olduğu toplumlarda, gerçekleri örtbas etmek, yanlış ve çarpık bilgiler yaymak, hangi konuda olursa olsun iktidarların belirlediği çevrelerden bakmak, iktidarların doğrularına inanmak çok daha kolay hale gelebiliyor. Hangi toplumda olursa olsun, yalanları susturabilmek için, ilgili toplumların eleştirel bir bilince sahip olmaları gerekiyor, her alanda farkındalıkların yoğunlaşması gerekiyor. Eleştirel bilince yabancı olan toplumlarda, toplumlarımızda devlet kendi çıkarları doğrultusunda istediği zaman araçsal manipülasyonlara başvurabiliyor.
Politik popülizmler ve pragmatizmler ilgili toplumlarda kültürü araçsallaştırdıkları gibi, düşünce/kültür/edebiyat insanlarını da araçsallaştırabiliyor. Sözünü ettiğimiz çevreler, Türkiye'de de, içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, hamaset ve popülizmin belirleyici hale gelmesi karşısında, hakikatin ifadesi olmak üzere, etkin bir müdahalede bulunma ihtiyacı duymuyor.
Hangi toplumda ve kültürde belirleyici hale gelmiş olursa olsun, popülizmlerin ve hamasetin düşünsel/kültürel/entelektüel/felsefi ciddi bir içerik taşımadıklarını bilmek gerekir. Bu tür toplumlarda, kültürlerde, eleştirel düşüncenin, yeni bir entelektüel çerçeve/birikim/öneri ortaya koyması gerekir. Popülizmlerin ve hamasetin yoğunlaşması, gerçek sorunların yoğunluğu ile ilgili olduğu kadar, gerçek sorunların baskısı karşısında hissedilen çaresizlikle de ilgilidir. Popülizmlere maruz kalan toplumlarda, kültürel ilgilerin, felsefi ve entelektüel ilgilerin değer kaybına uğradığını kaydetmek gerekir. Karşılıklı etkileşimin yoğunlaştığı küresel dijitalleşme döneminde, özgün ve bağımsız kültürel içerik üreten toplumlar daha etkili olabiliyor. Yerli ve milli popülizm ve hamaset retoriğiyle, küresel dijitalleşme karşısında etkili olunamayacağı çok açık bir gerçektir. Bugün, Batı modernitesi teknik konularda çok büyük ilerlemeler kaydederken, ateizm ve nihilizm konularında da çok büyük ilerlemeler kaydediyor. Teknik dönüşümler hayret verici boyutlara ulaşırken, toplumsal kötülükler de, hayret verici boyutlara ulaşıyor. Bu noktada, nihilizmin modernite ile başladığını hatırlamak/hatırlatmak gerekiyor.
Sömürgeciliğe, özellikle de, zihinsel-entelektüel sömürgeciliğe maruz kaldıktan sonra, kendi varoluş tarzlarına, dünya görüşlerine, bilgi ve kültür biçimlerine, kimliklerine yabancılaşan toplumların, ideolojik ve ırkçı mutlaklara bağımlılığı sürüyor. Bugün, Müslümanlar, İslami düşünce hayatı, İslam’ı ve İslamcılığı sömürgeci aklın, sömürgeci bilginin, sömürgeci dünya görüşünün belirlediği sınırlar içerisinde tartışabiliyor, İslami akıl ve bilinçle değil. Hangi alanda olursa olsun, her bağımlılık sömürünün devam ettiğini gösterir. Özellikle zihinsel anlamda, entelektüel anlamda sömürüye elverişli bir bünye, bağımlılıktan kurtulamaz. İslam dünyası toplumlarında maneviyatçılık ve batınilik Müslüman toplulukları entelektüel/felsefi kültüre bütünüyle yabancılaştırdı. Bizler, İslami evrenselliğe/ümmete yabancılaşırken, Batılı bilgi etnosantrik evrenselliğin bütün imkanlarından sınırsız bir biçimde yararlanmaya devam ediyor.
Modern dünya sistemi tarafından üretilen bilgi yapıları, Batı dışı toplumlara karşı her zaman kibirli bir ırkçılık sergilemiştir, bugün de sergilemeye devam etmektedir. Modern sosyal bilimler, büyük ölçüde, Amerikan ideolojisinin evrenselci enternasyonalizmi temelinde şekillendirmiştir. Bugün, İslami akla, İslami bilgiye yabancılaşan toplumlarımız, Amerikan ideolojisinin ürettiği sosyal bilimler temelinde, bilimsel eğitim veriyor. Hangi alanda olursa olsun her bağımlılığın alçaltıcısı, rencide edici bir yanı olduğunu her nasılsa unutuyoruz, hatırlamak istemiyoruz.
Günümüzde, İslam toplumları, İslam toplumlarında, düşünce/kültür/ilahiyat hayatı; kapitalizm/sekülerizm/liberalizm ve demokrasi gibi sahte/ırkçı/sömürgeci mutlakların, nasıl otorite-meşruiyet ve iktidar sahibi olabileceğini, sahte mutlakların İslam toplumlarında nasıl belirleyici ve tayin edici hale gelebildiklerini, yine kendisini İslam toplumu olarak tanımlayan bir toplumda, İslam’ın nasıl otorite-meşruiyet ve iktidar kaybına uğradığını/uğratıldığını hiç konuşmuyor ve tartışmıyor. Sahte mutlaklar temelinde şekillenen dünya görüşlerine ve hayat tarzlarına direnmediğimiz için, statükoyla bütünleşerek ona meşruiyet kazandırıyoruz. Kapitalist/seküler/liberal otoritenin belirleyici olduğu bir toplumda, İslamın nasıl, hangi ölçüde, yaşanabileceğine ilişkin, tutarlı, ikna edici hiçbir İslami cevap yoktur, bulunamaz. İslamın/Müslümanların sahte mutlaklarla birlikte, iç içe yaşıyor oluşu şizofrenik bir birlikteliktir. Sahte mutlaklara bağımlılığı içselleştirmiş bir bünye/toplum, direniş bilincini/yeteneğini/ahlakını/sorumluluğunu yitirdiği için, kısmi Müslümanlığa ikna edilmiş bulunuyor. Kısmi Müslümanlık bilinciyle, duyarlığıyla, tecrübesiyle, birikimiyle, kısmi varoluş ve kimlikle, modern tarihin ideolojik/ırkçı/sömürgeci maskelerini indirmek, hakikati örten maskeleri indirmek mümkün olmuyor.
Belli belirsiz varoluşlarla bütünleşen, bu varoluş tarzının İslami olamayacağını fark edemeyen İslami çevreler bu bütünleşmeyle, konfor alanlarının dışına çıkarak bir direniş dili ve kültürü oluşturmaya çalışmıyor.
Kendilerini bir şekilde İslama nisbet eden kesimler, konfor ve iktidar alanlarının büyüsüne kapıldıkları için, İslami bilinç ve ahlak bağlamında çok büyük bir hissizleşme, duyarsızlaşma ve sorumsuzluk içerisine girmiştir. Bu nedenledir ki, toplumlarımızda, merkezi sorunlar hiçbir şekilde gündeme gelmiyor, popülizm ve hamaset anaakım haline geliyor. Popülizm ve hamaset anaakım haline geldiği için, uluslararası entelektüel kamuoyunun dikkatini çekebilecek tek bir düşünürümüz olmadığı halde pek çok manipülatif politik-dini figüre sahip bulunuyoruz. Toplumsal konformizmin yoğunluğu sebebiyle, toplumsal, düşünsel, kültürel bir entelektüel olay haline gelen nitelikli eserler üretemiyoruz. (İslamianaliz)