Bilinç Alanları Hızla Boşalırken, Bağnazlık Alanları Dolup Taşıyor
Modern insanın kalbini/vicdanını/ruhunu betonlaştıran modern çağ, modern rasyonalite ve araçsal akılcılık, insanlığın kendi kendisini yok etme kapasitesiyle, henüz doğmamış nesillerin hayatlarını da tehdit ediyor. Hayatı organik-biyokimyasal süreçlere dönüştüren modern rasyonalite ve araçsal akılcılık, içeriği belirsiz modern kavramların kontrolünü ele geçirerek, dünyayı, bugün içerisinde yaşadığımız istikrarsız bir dünya haline getirdi. Modern rasyonalite ve araçsal akılcılık bütün dünyada-toplumlarda ahlaki alana karşı derin bir duyarsızlık/kayıtsızlık/sorumsuzluk oluştururken, ahlaki ölçütleri/normları da geçersiz kıldı. Bu nedenledir ki, bugünün dünyasında değerlerin otoritesinden, değerlerin meşruiyetinden/belirleyiciliğinden söz edilemiyor.
Her toplumda, İslam toplumlarında da, ahlaki alanlar sessizliğe-suskunluğa kapanırken, güç alanları, çıkar alanları, ayrıcalık ve iktidar alanlarında çok büyük bir kapışma yaşandığı görülüyor. Bu nedenledir ki, bugün, İslam toplumlarında, Türkiye’de de, İslam, hem teoride, hem pratikte, hem soyut anlamda, hem somut anlamda, etkili-dönüştürücü bir mevcudiyet ve meşruiyet oluşturamıyor. İslami varoluş, siyasal/hukuki/ekonomik pratikten tamamen bağımsız, sembolik varoluşlar biçiminde, sınırlı alanlarda, sınırlı işlevlerle varlığını sürdürmeye çalışıyor. Bunun içindir ki, yabancılaşmış güçsüz hayatlar yaşıyoruz. İslami varoluşun muhteşem yoğunluğunu hissedemiyoruz.
İslamın, ontolojik-epistemolojik mevcudiyetinin/meşruiyetinin, otoritesinin, kamusal/siyasal/hukuki/ekonomik alandan dışlanarak, sembolik-romantik-nostaljik-folklorik bir mevcudiyetle sınırlandırıldığı bir toplumda, bugün, İslamın kamusal/siyasal/hukuki/ekonomik alana etkili bir biçimde dönüşünü mümkün kılabilecek çalışmalar yapmak yerine, İslamı politik çıkarlar-ayrıcalıklar-beklentiler ve ihtiraslar adına araçsallaştırmak etkili bir geleneğe dönüşmüş bulunuyor. Bu gelenek sebebiyledir ki, bugün, sağcı/milliyetçi/muhafazakar politik kadroların siyasal istismarcılıkları, ne yazık ki, pervasızca siyasal İslamcılık olarak tanımlanabiliyor, yorumlanabiliyor.
İslam dünyası toplumlarında, hayat veren bir din alagısı yerine, felç edici bir din algısının belirleyici hale gelmesiyle birlikte, İslami anlamda özgürlüğe giden bütün yollar, dini ya da politik popülizmler yoluyla kapatılmış bulunuyor. Bu sebepledir ki, bugün, İslamın asli otoritesine/meşruiyetine ihanet pahasına, icat edilmiş geleneklerin otoritesi, İslami gündemi belirleyebiliyor. İcat edilmiş geleneklerin belirleyici olduğu toplumlarda, toplumun ufku, bir yanda taşralı bir cahiliyye tarafından, bir diğer yandan da kentli bir cahiliyye tarafından kapatılıyor. Bu yolla toplumlar geleceksizliğe mahkum ediliyor. Her iki cahiliyye biçimi de, aynı toplumun insanlarını birbirlerine yabancılaştıran bağnazlıklar, karşıtlıklar, önyargılar ve dışlayıcılıklar üretiyor. Taşralı cahiliyye, bütün insanlığa hitap etmesi gereken evrensel İslami bilinci/hassasiyeti/sorumluluğu yok sayarak, aile/kabile/etnik köken/mezhep/siyasal parti/iktidar aidiyetleri üzerinde dini bir tekel oluşturarak, dini alanı bütünüyle kendi mülkü haline getirmeye çalışıyor. İdeolojik referanslar, sömürgeci referanslar merkezinde mutlak bir tekel oluşturmaya çalışan kentli cahiliyye ise, İslamın kendisi bir yana, bütün İslami sembollere/şiarlara/değerlere karşı kibirli/dışlayıcı bir cephe oluşturmaya çalışıyor. Taşralı cahiliyye, sayısız/sınırsız ahlaki yenilgi/düşüş/çürüme/bayağılaşma pahasına, iktidar ayrıcalıkları için mücadeleyi din üzerinde kurduğu tekel aracılığıyla sürdürüyor. Günümüzde, Müslümanlar, ahlaki yenilgiler bağlamında, hayal bile edilemez, hiçbir şekilde düşünülemez, utanç verici şeyler yaşandığı halde, her nasılsa sessizliklerini koruyor.
Bilincimizin, ruhumuzun, kalbimizin sınırlarını daraltan-katılaştıran bencillikler ve kibirle, bırakınız bütün insanlığa hitap etmeyi, bir toplumun bütününe bile hitap edemediğimizi, büyük bir mahcubiyet/utanç duygusu içerisinde özeleştirel bir değerlendirmeye tabi tutmamız gerekir. Her bencillik, her kibir, aklın/bilincin/kalbin/ruhun parçalanmasına, paramparça olmasına işaret eder.
Taşralı cahiliyyenin etkili olduğu toplumlarda hamaset ve propaganda yoluyla büyük sayılara ulaşılabilirken, büyük niteliklerden, büyük bilgeliklerden uzaklaşılıyor. Bu tür toplumlarda, hiçbir şekilde, yapısal bir yenilenmenin, yeniden inşanın mümkün olmayacağı her nasılsa düşünülmüyor, konuşulmuyor. Herhangi bir toplumda/kültürde, politik popülizm yoluyla büyük sayıların ilgisine mazhar olmak, tek ideali haline gelince, sömürü ve tahakküm güçleri tarafından üretilen bilgi/söylem/yorumun tayin edici iktidarı hiç kimseyi, düşünce ve kültür çevrelerini de asla rahatsız etmiyor. Taşralı cahiliyye ile kentli cahiliyyenin, çatışma/karşıtlık/rekabet içerisinde bulunduğu toplumlarda, Türkiye'de de yaşandığı üzere icat edilen,kurgulanan karşıtlıkları aşmak üzere eleştirel etki uyandırabilecek, bu söylemsel çatışmalara, entelektüel müdahalelerde bulunabilecek, put kırıcı kamusal düşünürler/bilgeler /bilginler yok.
Yapısal edilgenlik ve duygusallıklarla malül bulunan, her tür istismara, sömürülmeye açık toplumlar maruz kaldıkları nesneleşmeyle hesaplaşamaz, özne olma liyakati kazanamaz. Propagandaya ve hamasete maruz bırakıldıkları için düşünmeyen, düşünemeyen, düşünmeleri engellenen toplumlar hiçbir şekilde gerçekliği bir bütünlük içerisinde göremezler. Gerçekliği bütün boyutlarıyla gördüğümüzde, anladığımızda, bu gerçekliği, eleştirel sorgulamalara tabi tuttuğumuzda bilinçli umutlardan söz edebiliriz. Yeni imkanlar, yeni düşünceler-fikirler üzerinde çalışmak, sorumluluk ve merak duygusuyla yakından ilgilidir. Bugün, toplumlarımıza hakim olan taşralı cahilliye de, kentli cahiliyye de, tarihi ve zamanı bir bütünlük içerisinde temsil edebilecek düşünsel-entelektüel kavramlardan yoksun bulunuyor. Her iki cahiliyye biçimi de, entelektüel üretkenlik yeteneğine sahip olmadıkları için, hayatlarını büyük tekdüzeliklere mahkumiyet içerisinde sürdürüyor. Bugün, toplumlarımızda sözünü ettiğimiz her iki kesim de, birbirlerini ötekileştirmek, damgalamak, birbirlerinin ayıplarını, zaaflarını, yetersizliklerini, münasebetsizliklerini, büyük bir keyifle istismar etmek suretiyle kendi güçlerini, söylemlerini, cephelerini tahkim etmeye çalışıyor.
Aklımızı, zihnimizi, ruhumuzu, kalbimizi biçimlendiren bütünlük bilincini ilahi vahiy eğitimi yoluyla kazanırız. Bu bütünlük, iç ve dış dünyalara birlikte bakan müstesna bir mükemmellik oluşturur. Bu bütünlük bozulduğunda, her şey, her alan, her içerik, içerisinde yaşadığımız dünyada-zamanda görülebileceği üzere, pragmatik ve araçsal bir çerçeveye mahkum olur. Sözünü ettiğimiz çerçeve sebebiyle eğitim, günümüzde tüketim nesnesine dönüştürülerek araçsallaştırılıyor. Bütün toplumlarda etkili olan pragmatik ve araçsal çerçeve, bugün, bir dünya görüşüne, hayat tarzına dönüştüğü için insanlık sorunları ile ilgili çözümler, teknik-ekonomik temelde, teknik-ekonomik fetişizm ve piyasa yasaları temelinde üretiliyor. Mevcut dünya/tarih/siyaset tablosuna bakıldığında, gerçek bir gelecek stratejisi ve yeni bir seçenek üretilinceye kadar statükonun devam edeceği, insani/ahlaki/vicdani bir dünyanın görülebilir bir gelecekte mümkün olmayacağı anlaşılıyor.
Eleştirel ufka, dikkate, yoruma sahip olmadığımız takdirde, maruz kaldığımız otoriter-baskıcı-popülist dini ya da politik koşulların/ortamın/iklimin kaçınılmaz bir kader olduğu sonucuna varabiliriz. Sağlıklı bir umut için, bilinçli bir umut için, sistematik sorgulamalar, gözlemler, analizler yapan, ruh kaybına, derinlik kaybına, içtenlik kaybına, anlam/kişilik/onur kaybına uğramamış kadrolar ve içerisinde yaşadığımız zamana ilişkin büyük farkındalıklar gerekir. Eleştiri, farklı bir seçenek olduğunu söylemek için vardır. Eleştiri olmadığında farklı/yeni bir inşa eylemi de yoktur.
Günümüz dünyasında niceliğin, sayıların, sermayenin gücü, niteliğin, ahlakın ve adaletin güçsüzlüğü anlamına geliyor. ‘’Demokratik’’ haçlı seferlerinin emperyalizmle eş anlamlı olduğunu görmek gerekiyor. ‘’Demokratik’’ haçlı seferleri yoluyla pek çok İslam ülkesinin, bu ülke halklarının, kültürlerinin, geleceklerinin ve umutlarının yerle bir edildiğini büyük bir hesaplaşma konusu haline getirebilecek büyük/etkili/derinlikli/güçlü zihinlere ihtiyacımız olduğunu hatırlamalı ve bu yolda yeni bir mücadele sorumluluğu oluşturabilmeliyiz. Günümüzde, demokrasi ile ilgili, propaganda yoluyla sağlanan mutabakat aşınıyor. Çin ve Rusya gibi otokrasiler, küresel sahnede etkili unsurlar haline geliyor. Günümüz dünyasında güvenlik siyasetlerinin tayin edici hale gelmiş olması, ‘’demokrasinin’’ içi boş bir retorik haline geldiğini gösteriyor. ‘’Demokrasiler’’ bugün daha çok Batılı emperyalizmleri meşrulaştıran bir ideoloji olarak varlığını sürdürüyor. Ulus-devletler, günümüzde, Türkiye’de de tecrübe ettiğimiz üzere güvenlik devletlerine dönüşüyor.
Modern dünya sisteminin, modern haçlı seferlerini sürdürebilmek için, ideolojik-felsefi dokunulmazlık ve sahte evrensellik kazandırdığı bütün çerçeveler, kavram ve kurumlar işlevsiz/anlamsız göstergeler haline gelmiştir. Batı dışı dünyanın, özellikle de İslam dünyası toplumlarının, efsaneleştirilen, mutlaklaştırılan, modern ideolojik kurucu çerçevelerin, zihniyetin meşruiyetini tartışmaya açabilecek, bu çerçeveleri hükümsüz kılabilecek bir entelektüel iradeye/cesarete sahip, düşünce/felsefe okullarına sahip olmadığı bilinen bir gerçek. Sözünü ettiğimiz kurucu çerçevelerin, zihniyetin işlevlerini bütünüyle kaybetmiş olmalarına rağmen, işlevlerini sürdürüyormuş gibi kullanılıyor olmaları, bu kavram ve kurumların put kavram ve kurumlar haline gelmiş olmalarıyla ilgilidir.
Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, duygusallıklar, duygusal temelde propaganda yoğunlaştırıldıkça, ilgili toplumlarda düşüncesizlikler de aynı ölçüde derinleşiyor. Hangi amaca yönelik olursa olsun, propaganda, sözün fıtratını bozuyor, sözü kirletiyor ve değersizleştiriyor. Propagandanın hakim olduğu toplumlarda, bilinç ve fikir toplum dışı sayılıyor. Yerlerine daha anlamlı olanları koyamadığımız için, işlevini-anlamını yitiren ideolojik kavramlarla, popülist-hamasi çerçevelerle hayatlarımızı sürdürüyor, bir değerler-anlamlar-bilgelikler sistemine hizmet etmek yerine, çıkarlara/ihtiraslara/iktidarlara hizmet ediyoruz. Propaganda-hamaset dili/söyleminin iktidarı; ahlaki/kültürel/siyasal iktidarsızlığa işaret ediyor. İçerisinde bulunduğumuz siyasal çağ, bütün siyasal umutları yok ediyor. Bugün, bütün dünyada yaşandığı üzere, İslam toplumlarında da, profesyonelleşen ve tekel oluşturan iktidarlar bütünüyle nicelikler merkezinde, bir pazarlama-sermaye etkinliği şeklinde varlığını sürdürüyor.
Ahlaki/kültürel/entelektüel/siyasal iktidarsızlıklarla malul bulunduğumuz için, içerisinde bulunduğumuz kirli gerçekliği bütün boyutlarıyla ve eleştirel bağlamda tanımlayamıyor, sömürgeci dil-söylemin oluşturduğu ideolojik/felsefi dokunulmazlığı kaldırmaya, yeni-bağımsız entelektüel, kültürel, siyasal imkanlar, seçenekler, tarzlar üzerinde düşünmeye, çalışmaya, üretmeye cesaret edemiyor, kronik konformizme katlanıyoruz. Nihai anlamda, İslami tercihler yapamadığımız için, konuşulmayanları, konuşulamayanları, konuşmuyoruz. Güçlü, dirayetli, etkili zihinlere-yüreklere sahip olmadığımız için, güncel-politik popülizmin hiçbir entelektüel değer taşımayan tartışma gündemine tahammül edebiliyoruz. Bilinç alanları hızla boşalıyor, bağnazlık ve bayağılık alanları hızla doluyor, dolduruluyor. (islamianaliz)