İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin direnişini güçlendirme stratejisi
İran İslam Cumhuriyeti'in ilanıyla birlikte Filistin'in özgürlük yolu açılmıştır. Buna mukabil Direniş Ekseni son yıllarda ortaya koyduğu başarı bu tarihi adımın bir sonucudur.
İran İslam Cumhuriyeti'nin stratejisi, başından beri Filistin davasını ve bu topraklardaki mazlum halkın direnişini desteklemek olmuştur. İslam İnkılabı Lideri, mazlum Filistin halkı ve onların yiğitçe ve mazlumane kıyamını müdafaanın hepimizin İslami görevi olduğunu ve Filistin sorununu çözümünün tek yolunun ise direniş ve mücadele olduğunu her zaman vurgulamışlardır.
Bu anlamda, 1991'de Madrid Konferansıyla başlayan uzlaşma girişimleri şimdiye kadar Filistinliler için hiçbir kazanım sağlayamadığı gibi, hatta işgalci Siyonist İsrail rejiminin yayılmacılığının daha da artmasına sebep olmuştur.
Bunun için de, Aralık 1987'de baş gösteren ve İşgal Altındaki Topraklarda “Taş İntifadası” olarak bilinen ilk intifada, 1993'teki Oslo Barış Antlaşması'yla sindirilemediği gibi, hatta 2000 yılında “Mescidi Aksa İntifadası” olarak adlandırılan yeni bir intifada ve kıyamla daha da alevlendi ve taş intifadası bu kez silah intifadasına dönüştü.
İkinci intifada'da uzlaşma metodunu seçen El Fetih hareketinin bile mücadeleye girmesi ve Oslo Anlaşmasından sonra zarar gören Filistin birliğinin yeniden inşa edilmesi dikkat çekicidir.
1979'da İmam Humeyni'nin ilan ettiği “Dünya Kudüs Günü” girişimi, Filistin davasını yeniden canlandırdı ve onu Filistin çemberinden, hatta Arap ve İslam ülkeleri çerçevesinden çıkararak küresel bir boyut kazandırdı. Öte yandan, Dünya Kudüs Günü, son 70 yılda Filistinlilerin Siyonist baskı ve yayılmacılığına karşı vermekte olduğu mücadelesini onurlandırmanın bir sembolü haline de gelmiştir.
Elbette, İran'ın Filistin'e verdiği destek bir slogan olarak kalmadı, bilakis İsrail tecavüzleri ve saldırgan girişimlerine karşı mücadelelerinin doruğunda Filistinli direniş gruplarına saha yardımını alenileştirdi.
Siyonist rejim, 2009'daki 22 günlük savaşta ve ardından Gazze Şeridi'ndeki savaşlarda (8 günlük ve 51 günlük savaşlar) yenilgiyi tattı, çünkü Gazze Şeridi'ndeki Filistin altyapısının Siyonist rejimin ağır bombardımanlarına rağmen, İsrail, Filistin direniş ateşini söndürmeyi başaramadığı gibi, hatta direniş grupların bu saldırganlıklara karşı sert bir direniş göstermelerini beraberinde getirdi.
Bu savaşlarda Hamas hareketi ve İslami Cihad hareketi, elde etmeyi başardıkları füzelerle Siyonist rejimin saldırılarına sert cevap verdiler. Direniş güçleri, Siyonist bölgeleri ve kasabaları hedef alarak güçlü bir şekilde karşılık verdiler.
Askeri gözlemcilerin kafasını kurcalayan önemli bir soru, bu füzelerin direniş gruplarına nereden ve nasıl ulaştığı meselesiydi.
Bu sorunun cevabı o kadar zor değildi. Kudüs Gücü'nün kahraman komutanı Şehit General Kasım Süleymani, Filistin davasına destek vermek için Filistin'deki direniş gruplarıyla bağlarını artırdı ve Siyonist rejimin saldırgan girişimlerini ön görerek, bu grupların askeri alt yapısını ve silahlanmasını güçlendirdi.
Bu ülkeye yönelik uygulanan tam yönlü kara, deniz ve hava abluka göz önüne alındığında, Gazze Şeridi'ne nasıl erişileceğine dair hala sorular ve belirsizlikler devam etmektedir; Çünkü direncin böyle dar bir koridorda silahlandırılması bir mucize gibidir. Ancak General Süleymani, var olan kriz karşısında ve çok zor şartlar altında büyük başarı sağlayan biriydi. Bu nedenle muhtelif hilelerle, Filistinlilerin kendilerini krizden ve kuşatmadan kurtarmak için kazdıkları tüneller kullanılarak füze teknolojisi onlara ulaştırıldı ve direniş güçleri de kendilerinden çok üstün bir başarı ve performans göstererek elde ettikleri füzelerin montaj, imal işlemini ve kullanımını başardılar. Ve bununla da işgalci Siyonist İsrail rejimi karşısında güvenlik dengesinde temel bir değişim meydana geldi.
Washington Siyasi Araştırmalar Enstitüsü'nde görevli olan askeri bir uzman Jeffrey White, "Hamas'ın önemli bir cephaneliğe sahip olduğunda şüphe yok" demekte. Ona göre, İsrail’in aralıksız saldırılarına rağmen, Hamas'ın 75 km menzilli “Fecr 5” füzelerinin yanı sıra, yüksek güce ve hedefi vurma kabiliyetine sahip 40 km menzilli yüzlerce gelişmiş “Grad” füzesi bulunuyor.
Füzelerin çoğunun İran kaynaklı olduğunu, ancak bazılarının ise bizzat Gazze'de imal edildiğini söylüyor. Füzelerin yanı sıra Hamas'ın, on kilometrelik bir alan içindeki mevzileri hedefleyebilecek binlerce havan topları ve Kassam füzesi de var.
2012 sonbaharında sekiz günlük Gazze savaşı sırasında, İran'ın Filistin direnişine verdiği destek propaganda ve siyasetin ötesine geçti ve ilk kez İran'ın, Filistinliler için “Fecr 5” modern füzelerini veya en azından teknolojisini sağladığı resmen açıklandı.
Öte yandan Filistin direnişinin liderleri, İran İslam Cumhuriyeti'nin Gazze savaşı sırasında kendilerine silah ve füze sağladığını gururla duyurdular.
Elbette İran'ın stratejisi Gazze Şeridiyle sınırlı değildi ve İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei 2014'te Gazze gibi Batı Şeria'nın da silahlı ve savunmaya hazır olması gerektiğini bildirdi. Bu görüş, düşmanın Filistinliler arasında (batı yaka ve Gazze'de) siyasi ve coğrafi bölünmeler yaratma çabalarına rağmen, Filistin davasına kapsamlı bir bakışın mevcut olduğunu yansıtıyordu.
Siyonist-Batı propagandası ise direniş gruplarından terörist olarak bahsederken, İsrail saldırıları "meşru müdafaa hakkı" gibi bahanelerle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.
Gerçeklerin böylesine saptırıldığı bir atmosferde, Filistin gerçeklerine değinmek ve özellikle Batı yaka ve Gazze'deki Filistinlilerin şiddetli zulüm, baskı ve kuşatma altında olduğunu, evlerinin, topraklarının ve mallarının tahrip edildiğini veya el konulduğunu vurgulamak gerekiyor.
Direniş, özgürlük ve insan hakları iddiacılığında bulunan dünyanın gözleri önünde vuku bulan bu anormal duruma itiraz ve protestoların bir sembolüdür. Gösteriler, yürüyüşler, intifadalar ve son olarak füzelerin ateşlenmesi doğal tepkilerdir ve en azından Filistinlilerin nefsi müdafaa için başvurdukları bir haktır.
Bu nedenle, muhalif medyanın suçlamalarının aksine, Filistinlilerin mazlumluk ve mahrumiyetlerinin desteklenmesi, terörün desteklenmesi mesabesinde olmayıp, bilakis insani ve siyasi bir görevdir. İran, Türkiye gibi diğer İslam ülkeleri ile birlikte bu desteğin öncülüğünü yaptı ve oluşturduğu maliyetlere rağmen bu gerçeği duyurmaktan tereddüt etmedi.
Bu arada İran İslam Cumhuriyeti, Filistin sorununun barışçıl ve demokratik yollarla çözümünden habersiz değildi ve bu bağlamda, 1991'de İslam İnkılabı Lideri işgal altındaki topraklarda bu toprakların gerçek sahipleri Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanların (göçmen Yahudilerin değil) tüm Filistinlilerin demokratik bir süreçte kendi kaderlerini belirleyebilecekleri bir referandum düzenlenmesi teklifini getirdi.
Elbette, İsrail ve Batılı destekçileri böyle bir plana tahammül edemediler, bu nedenle uzlaşma ve ilişkilerin normalleştirilmesi ve daha yakın zamanda da sözde "Yüzyılın Anlaşması" olarak adlandırılan bir proje kapsamında kendi yayılmacı ve işgalci girişimlerini sürdürmeye devam ettiler. Bu ise, işgal altındaki Filistin'de direnişin daha anlamlı hale getirilmesi ve ön plana çıkarılmasını zaruri kılan acı bir gerçektir.(Hür Seda Haber)
2 Mayıs 2021