Suud ve Mısır'a Gönderdiklerimiz Daha mı Çok Zarar Verdiler!

Ümmetin içinde bulunduğu vahametin, felaketin, kuşatılmışlığın, yer yer esaretin Osmanlının çöküşü ile başladığı tartışmasızdır. Bu nedenle Osmanlının duraklama ve çöküş nedenleri çokça tartışılmış bu konuda çok sayıda eser yazılmıştır. Osmanlının saltanat, lüks, israf, kardeş katli gibi Kur’an ve Sünnete muhalif yapısı çöküşün asıl nedeni olmakla beraber bu yazının konusu değildir.
Biz bu çöküş ve yıkılış nedenlerinden biri olan sözde bilimin merkezi Batı ile İlimlerin merkezi olarak bilinen Mısır ve Suud eğitim kurumlarının zararlarına değineceğiz.
Batının başta silah teknolojisi olmak üzere bilim ve fennini öğrenip ülkemize getirmek için Batıya gönderdiğimiz öğrenciler, bu amaca değil de tam zıddına hizmet etmişleridir. Onlardan bilim ve fen alınırken kültür ve medeniyetimizin titizlikle korunması yerine onların kültürü taklit edilmiş, kendi çocuklarımız eliyle sömürü ve esarete kapı aralanmıştır. Bu da yetmemiş onlardan bilim adamı kılıklı ajanlar öğretmen olarak getirtilmiş ya da ülkenin muhtelif yerlerine okullar açmaları sağlanmıştır.
Gönderdiğimiz öğrenciler korkunç bir aşağılık kompleksine kapılmış geri kalmışlığımızın nedenleri olarak başta dinimiz olmak üzere örfümüzü âdetimizi sorumlu görmüş, kurtuluşun ancak onların medeniyetine dâhil olmakta olduğu fikrine kapılmışlardır. Bu nedenle madem dinden vazgeçmek mümkün değil, o halde camilere kiliseler gibi sıra konulması dahi mecliste tartışılır hale gelmiştir. (1)
Yani gelmekte olan felaketi önlemeye yönelik çaba aksi bir sonuç doğurmuş felaketin gelişini hızlandırmış ve büyütmüştür. Oysa biz bunları batıda eğitim görmüş aydınlar(!) olarak yıllarca yüksek unvan ve maaşlarla baş tacı etmişiz.
En az yüz yıldır da bu felaketten kurtuluşun çareleri araştırılmış ümmetin yeniden eski izzetli günlerine dönüşü tartışılmıştır. Çok sayıda çözüm önerisinden biri de, gençlerimizi hurafelerden uzak, kuran ve sünnet esasları üzerine bina edilmiş, ileri düzeyde İslami ilimlerle donatmak, yüksek İslam terbiyesi ile donanımlı davetçiler, tebliğciler yetiştirmekti. Yüksek ahlaklı rol model olacak gençler kalan gençlerimizi içine düştükleri bataklıktan kurtaracak, gençlikle birlikte toplum eski onurlu günlerine dönecekti.
Medreselerin resmen kapatılıp yasaklandığı imam hatip ve ilahiyatların yetersiz olduğu bir zeminde hakiki âlim yetiştirmek adeta imkânsızdı.
Bu nedenle bu kez öğrencilerimizi çoğunlukla Kahire’ye, Mekke ve Medine’ye gönderdik, hala da gönderiyoruz. Yetmiyormuş gibi oralardan ilahiyatlarımızda ders vermek üzere hocalar getiriyoruz. Bu yaptığımızın öncekilerden daha büyük bir felakete sebep olduğunun çoğumuz maalesef hala farkında değildir. Öncekiler bize “geri kalmış cahiller” gözüyle bakarken bunların kahir ekseriyeti bizi doğrudan tekfir ediyor, müşrik olarak niteliyorlar.
Biz bunlardan paramparça olmuş ümmeti derleyip toplamayı, siyasal sınırlar korunsa dahi etnik ve mezhebi sınırların kaldırılmasını beklerken bunlar siyasal sınırlar içinde de yeni sınırlar oluşturmaya kalkıştılar. Öyle ki bunların aramıza inşa ettiği duvarlardan birbirimizi göremez tanıyamaz hale geldik. Aramızda oluşturdukları düşmanlıktan asıl düşmanımızı tanıyamaz olduk.
En kutsal kavramlarımız bunlar eliyle kirletildi. Haksız yere bir insanı öldürmenin bütün insanlığı öldürmekle eş olduğunu söyleyen kitabımızın açık emrine rağmen bunların fetvaları ile oluk oluk birbirimizin kanını döktük. İşgalci zorba müşriklerle yapılması emredilen Cihadı, Efendimizin “birbirine kılıç çeken Müslümanlardan ölen de öldüren de cehennemliktir” fermanına rağmen birbirimizi cehenneme gönderme seferberliğine dönüştürdük.
Çocuklarımızı kendi ırkçı şöven ulusçu eğitim sistemimizden kaçırmaya çalışırken Arap ulusçu ırkçı mezhepçi eğitimine emanet ettik. Onlar da bize Kur’an ve sahih sünnet yerine ümmetin parçalanmasında fiili rol alan İngilizlerin işbirlikçisi Muhammed b. Abdülvehhâb’ın sapık fikirlerini getirdiler. Salih olan selefimizin adını bu süfli amaçlarını gizlemek için paravan olarak kullanıp, salih olmayan fesad çıkaran selefin izinden giderek ümmeti fesada boğmaya çalıştılar.
Gözümüz gibi koruduğumuz camilerimizi fesat yuvalarına çevirmekle yetinmediler bunları içinde ibadet edenlerle birlikte havaya uçurmaya “Cihad” dediler. (Haşa)
Bütün ümmeti bid’ate batmış kabul edip bid’atle mücadele edeceğiz diyerek sadece ümmetle mücadele ettiler.
Bizler, özellikle Suudi Amerika’nın bu en önemli ihraç ürünü fesat âlimlerine, “Şükürler olsun ki Amerika ve Suudi Arabistan dünyayı birlikte yönetiyor!" diyen bel’amlara yavrularımızı emanet ettik.(2) Onlar da emanetimize ihanet edip onları da kendileri gibi hain yetiştirdiler. Ama bizler büyük şeytanın bu askerlerinin dillerine, sarık ve cübbelerine aldanarak Efendimizin varisleri sandık. İçimizde kurdukları medrese görünümlü fesat yuvalarını besledik büyüttük. Belki hain olmasa da bu gafil ahmakların peşlerine takıldık. Yedirdik, içirdik başımıza taç ettik.
*
Sonuçta bunlar batıya gönderdiklerimizden çok daha fazla zarar verdiler.
Son merhalede Batıya gönderdiklerimiz ile yukarda bahsi geçen merkezlere gönderdiklerimiz belli ilkelerde birleştiler. Irkçılığı, mezhepçiliği öne çıkartıp ümmetçilikle savaştılar.
Allah’ın cc lanetlediği işgal rejimi, büyük şeytan ABD ve şer odakları bizden kimi öldürmek istiyorlarsa onlar önce davranıp “katli vacip” fetvaları çıkartıyorlar. Katillerimizin terörist dediklerine onlar da “terörist” diyorlar. Katillerimizi katleden, kanımızı yerde bırakmayan yiğit mücahitlerimize “katil” diyorlar.
Çocuklarımızı zehirleyen Suud ve Ezher ulemasına göre İhvanı Müslimin, Hamas ve Hizbullah’ın terör örgütleri oldukları muttefekun aleyhtir...!(3)
Batının satılık ve ya kiralık bu tasmalılarına göre ümmetin medarı iftiharı direniş örgütlerine bırakın destek olmayı dua etmek dahi caiz değildir. Amerika’nın Kudüs’ü Siyonist rejimin başkenti ilan etmesini protesto mitinglerine katılmayı CAİZ görmediler. (4)
Bu tekfirci, afarozcu fesat odaklarının, bizi tekfir edeceği korkusu ile, göğsümüzü kabartan kahramanlarımız Kafirler tarafından suikastlarla alçakla öldürüldüğünde onlara “şehit” dahi diyemiyoruz. Şehitlerimize şehit demeye eskiden sadece başımızdaki kukla rejimlerin şerrinden emin olamadığımız için çekinirdik, şimdi bu fesat ulemasının(!) fesadından daha çok çekinir olduk. En insaflılarımız bile Amerika gibi şehitlerimize “katil” diyemese de “şehit” diyemiyorlar. Yazıklar olsun, ne acı bir durum!
(Av. Emin Güneş)
(1) https://www.dunyabulteni.net/olaylar/dini-islah-beyannamesi-osmanlidan-cumhuriyete-turkce-ibadet-h234993.html
(2) https://www.gazetelink.com/suudi-arabistan-musluman-kardesleri-terorist-ilan-etti/
(3) https://www.milligazete.com.tr/haber/1234874/kabe-imami-sudeysiden-skandal-sozler-allaha-hamd-olsun-ki-amerika-ile-birlikte-dunyayi-yonetiyoruz
(4) https://www.veryansintv.com/cubbeli-ahmet-kudus-mitingine-katilim-caiz-degil