Eleştiri Fıkhı Üzerine!
Merhum Mevdudi “İslam davetçilerine” adlı eserinde eleştiri fıkhını açıklar. “Müslümanlar kendi aralarında usulüne uygun eleştiriyi terk eder, tenkidin kapılarını kapatırlarsa fitnenin kapılarını sonuna kadar açmış olurlar” der. Yıkıcı ve art niyetli olmayan muhalefet, aklıselim tarafından kabul ve itibar görür. Kabul edilemeyen eleştiri; samimiyetten uzak, yapıcı olmayan, ötekileştirici ve çoğunlukla asılsız iftiralara dayalı muhalefettir. Bu yıkıcı muhalefete “emri bil maruf ve nehyi anil münker” denmesi sonucu değiştirmez. Mesela çatışan iki taraftan, haklıyı haksızdan ayırmamak, saldırgan ile savunanı, zalim ile mazlumu aynı kefeye koymak eleştiri sınırları içinde kabul edilemez. Bu apaçık kurtla kuzuyu eşit görmek olup kurttan yana olmaktır, kuzulara zulümdür.
Hakiki müminler, bütün söz ve fiillerinde Allah’ın cc rızasını gözetirler. Sadece yaptıklarına “Allah cc ve Resulü ne der” kaygısı taşırlar. Gayrısının ne dediğini umursamaz, rıza ve onaylarını aramazlar. Özellikle ırkçı ve mezhepçilere yaranma dertleri olmaz. Bırakın yaranmayı nefretlerini çekmekten çekinmezler. Yanlış olan, bir mezhepçi kesimden kabul görmezken, diğer mezhepçi kesim tarafından akredite olmak ve hüsnü kabul görmektir.
Örgütlü yapılar müntesiplerini koyunlaştırmakla düşünme ve eleştiri yeteneklerini dümura uğratmışlardır. Böylece eleştiri sadece örgütlerin lider karosu ve izin verdiklerine mahsus bir hakka dönüşmüştür. Örgüt adına konuşan ve yazanların dedikleri gözü kapalı müntesiplerce onanır ve alkışlanır. Mesela “mezhepçiler veya ırkçılar nezdinde kabul görmedik” diyen birine kimse Müminlerin öyle bir derdi mi var!? Mezhepçiler ve ırkçılar cehenneme kadar bizi kabul etmesinler, demesi gerekmez miydi? Diyen olur mu? Sanmıyorum.
Evet, hiç kimse hatadan, yanlıştan münezzeh değildir. Masumiyet, İnancımıza göre sadece Peygamberlere mahsustur. Buradan hareketle bir yapı masum değilse o zaman kesin günahkârdır ve istediğimiz gibi saldırabiliriz mantığı ne İslami ne de ahlakidir. Çünkü başta İslam hukuku olmak üzere evrensel hukuk kaidesine göre masumiyet esastır. Suçu kanıtlanıncaya kadar herkes masumdur.
“Müddei iddiasını ispatla mükelleftir” diyoruz. Suçlayanları iddialarını ispata davet ettiğimizde bize: “siz onları masum görüyorsunuz hiç mi günah işlemediler” demeleri, her şeyden önce ahlaki değildir.
Hiçbir delil sunmadan, sırf “hiç kimse masum değildir” düşüncesi ile bazı Müslümanların suçlanması akla ister istemez nahoş şeyler getiriyor. Birilerine haksız ve mesnetsiz saldırı, ancak bir yerlere yaranma amaçlı olabilir. Bunun en tipik örneği F.Gülen’dir. “F.Gülenin: “Haçlının ülkenizi işgal etmesi, çok tehlikeli değildir, çünkü onlar sizin kadınlarınıza kızlarınıza ilişmezler, derken İran için: “Öyle ki "ahirette Cennet'e giden yol İran'ın içinden geçse ben sorarım kenarından bir yol var mı derim" sözlerini unutmamız mümkün değildir. Bu “Gülenist” yaklaşım maalesef ümmet içinde virüs gibi yayılıyor.
İran’a bakışı Gülenle aynı noktaya gelenin Haçlı konusunda aynı şeyleri demesine gerek yoktur. Bu bakış, İslam ile bağdaşmaz. İran’a, Amerika ve İsrail’in dost ve müttefikleri gözüyle bakanların, Müslümanlardan bu bakış açısına tahammül etmelerinin beklenmesi beyhudedir.
Bu konuda belirleyici kıstaslardan biri de İslam düşmanlarının dedikleridir. Çağın Firavunlarının dost, müttefik, stratejik ortak dediklerinden yana mı, yoksa düşman ve tehlikeli terörist dediklerinden yana mı olacağız?
Müslümana bakış açılarını gözden geçirmeyen ve Müslümanca bakmayanların, hatta kardeşlerine İslam düşmanları ile aynı gözle bakanların yaptığı şey “eleştiri” değil, husumettir. Bu bakış açısına yönelik itirazlara tahammülsüzlük hesabı ahirette görülecek bir konudur. Yaptıklarına devletin ya da örgütün bekası hatta ümmetin menfaati demeleri, İndallahta sonucu değiştirmez. Sonuçta hesap yeri ahiret yurdudur.
Kıyamet günü Allah (cc) anlaşmazlığa düştüğümüz konularda aramızda hüküm verecektir. (İslamianaliz)