Önce İstikamet, Sonra Sadakat!

Biz Müminler namazlarda okuduğumuz Fatihalarda her gün defalarca rabbimizden “bizi sıratı müstakime iletmesini” dileriz. Ancak bu okumalarımız, çoğu kez şuursuz ezberler olduğu için sıratı müstakim nedir? O yola nasıl girilir? Nasıl korunur? Nasıl sapılır? Pek üzerinde durmayız.
Kuşkusuz herkes kendisini ve varsa içinde bulunduğu cemaatini, partisini, örgütünü istikamet üzere kabul eder. Bu ön kabul nedeniyle topluluğu ile birlikte hareket ettiği yani sürüden ayrılmadığı sürece kendini güvende hisseder. Cemaatinin yoldan çıkma ihtimalini aklından dahi geçirmez, geçirmeyi ihanet gibi düşünür.
Oysa insanlar da cemaatler de yaşadıkları sürece istikametlerini bozma, yoldan çıkma risklerini içlerinde barındırırlar. Bazen tersi de olur şaşırmış yoldan çıkmış olanlar hidayete kavuşur istikametlerini düzeltebilirler. İşte bu nedenle bizler : “Ya rabbi sıratı müstakim üzere ayaklarımızı sabit kıl” diye rabbimize yalvarırız.
İstikamet bozulduktan sonra sadakatin, fedakârlığın, bedel ödemenin bir değeri kalmaz. Zindan, hicret, hasret, ölme, öldürülme vs. kuşkusuz kolay şeyler değildir. Ancak unutmayalım ki küfre hizmet eden yapılarda da bu tür bedellere bolca rastlamak mümkündür. Hedef saptıktan sonra sarf edilen gayret, yürümek, koşmak sadece hedefle aradaki mesafeyi arttırır. İstikamet ne olursa olsun sadakat ve fedakârlık karşısında hayranlık duymak, sihirbazlık karşısında büyülenmek gibidir. Hanefi Avcı “Haliçte yaşayan Simonlar” adlı kitabında işkenceye karşı dirençlerinden dolayı PKK’ya duyduğu hayranlığı ifade eder.
Davası olmak, davası için bedel ödemek ancak davanın HAK olması ile anlam kazanır. Mesela tarihte Hariciler çok samimi görünüyorlardı, davalarına inanmışlardı, secdelerden alınları nasırlaşmıştı. Kendi bozuk akidelerine göre binlerce de “şehit” verdiler. Ama maalesef ilmin, cesaretin, adaletin, merhametin timsali İslam’ın kılıcı Hz. Ali’ye (kv) kılıç çektiler.
Günümüzde FETÖ’cülerin ödediği bedeller, milyar dolarlarla ifade edilen servet kayıpları, muhaceratlar, Meriç’te boğulmalar, yıllarca yatılan zindanlar az uz şeyler mi? Bunlar da davalarının ‘Allah rızası’ olduğunu, ahirette mükâfatlarını alacaklarına inanıyorlar.
Ama bu cemaat kendi tarihleri boyunca hiç Amerika’yı, İsrail’i, Batıyı rahatsız etmedi, karşısına almadı. Hep onlarla birlikte hareket etti. Müstekbirlerin yanında mustazaflara saldırdı. İsrail için tehdit oluşturanları, “İslam için” tehdit gibi bize yutturmaya kalkıştı. Onların iyi dediğine iyi, kötü dediğine kötü, terörist dediğine terörist dedi. İsrail’in Gazze katliamlarını görmezden geldi, kör ve sağır numarası yaptı. Liderleri, katledilen çocuklarımıza değil, İsrail sokaklarında ölecek köpeklere acıdığını söyledi.
Mesela, merhum Erbakan’dan nefret ettikleri kadar hiçbir siyasetçiden nefret etmediler. Erbakan hocadan nefret ettikleri gibi O’nun övdüklerinden, sevdiklerinden de nefret ettiler.
Bu hareketin istikameti neden bozuktu. Çünkü bunlar düpedüz Türkçü/ırkçı ve Mezhepçi idiler. Efendimiz (sas)’ın bize getirdiği dini “Arap İslam’ı” olarak niteleyip “Türk İslam’ı”nı alternatif din olarak sundular. Ümmeti ırk ve mezhepler üzerinden bölmek efendilerine korkunç kazançlar sağlıyordu. Çünkü bölünenler sonra da kendi arlarında çatışıyor, güçten düşüyor, Siyonizm için kolay lokma haline geliyorlardı.
Merhum Erbakan hiçbir zaman ırkçı ve mezhepçi olmadı. Hayatı boyunca Müminler arasında bu mikropları yaymaya çalışan Siyonizm’le mücadele etti. Kendisi Siyonizm’le fikri mücadele yaparken onlarla silahlı mücadele eden, ordular hazırlayıp donatan İran İslam İnkılabı ile ömrünün sonuna kadar omuz omuza yürüdü. Onların ırkını ve mezhebini asla sorgulamadı.
Şimdilerde maalesef Erbakan’la yola çıkıp, bilahare yoldan çıkarak kavlen karşı gibi görünüp zihniyet olarak FETÖ ile paralel gidenleri ibretle izliyoruz. Ümmetçilikten Irkçı ve mezhepçiliğe nasıl savrulup istikametlerinin bozulduğuna şehadet ediyoruz. Bunlar asla ırkçı ve mezhepçi olduklarını kabul etmezler. (1)
Merhum M.Akif’in:
“Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mi hakikat mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!”
Dediği Çanakkale sahnesi Şimdi İran İslam Cumhuriyetinde yaşanıyor. Saldırıların hedefinde ne bir ırk ne de bir mezhep var. Saldırılar doğrudan aziz İslam ve onun gözümüz gibi korumamızı istediği değerleri iffeti namusu ar ve hayâyı hedef almaktadır. İstikametini bozmamış ve hardal tanesi ağırlığınca imanı olanlar vahşi batının bu saldırılarına sessiz kalamazlar. Başını büyük şeytan Amerika’nın çektiği Küresel Siyonizm ile Dünya mazlum ve mustazaflarının hamisi İran İslam Cumhuriyet arasında süren bu savaşta tarafsız olunmaz. Zira “zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur”(C.Meriç). (Emin Güneş - Hürseda Haber)
(1) https://hurseda.net/emin-gunes/46418/irkcilik-ve-mezhepcilik-testi.html