Paris, Kadın ve Cinayet
Paris, adı pek cinayetlerle anılmayacak bir hülyadır. Modern entelektüelliğin, felsefenin, sanatın, edebiyatın ve Cumhuriyetin doğduğu kenttir. Son Osmanlı yüzyılından bu yana aydınlarımız için, bütün bunlara kavuşmanın koşulduğu yerdir. İstanbul'da istibdattan şikayet edenin koştuğu ve devleti kurtarmak için başka alemlere bakanlar için mekandır Paris. Türk aydınlarının firari kentidir. Toplumundan, kültüründen ve bütün entelektüel varlık dünyasından kaçarak sığındığı bir mülteciler mekanıdır. Bir kitapla arşimetvari 'buldum buldum' diye sevinerek sokaklarında sosyologlarımızın dolaştığı yerdir. ( Prens Sabahattin, Anglo -Saksonların Esbab-ı Faikesi Nedir? adlı kitabı raflarda görünce şevke gelir. Bir çırpıda okuyarak hidayete erer! Nitekim daha sonra 'Türkiye Nasıl Kurtarilabilir?'adında yazdığı kitapla memlekete yol gösterir). Paris, iki yüzyıldır Türkiye'de bunalanların koştuğu bir serap, bir cinnet ve bir mabettir.
Paris, modernleşme hikayemizle eş anlama gelir. Belki Türk modernleşmesi yerine Türk Parisleşmesi dememiz daha doğru. Elbette Ahmet Hamdi Tanpınar gibi umduğunu bulamayıp (daha doğru tefekkür edferek) 'evine dönen adam'lar da var. Bir biçimde Paris, iki yüzyıllık insanımızı gönülden vuran bir kadındır.
Kadın, Paris'te modadan ve feminizmden geçerek imgelenir. Elbette beyaz ten, parfüm ve şuh bedenlerin 'özgürleştiği' ilk modern sahne... Bundan dolayı Paris'e hep olumlu anlamlar ve imajlar yüklenir. Eyfel Kulesi gibi bir demir yığını bile sanat ve mimari harikası olarak görülür. Kadın, bu kentte özgürlüğü, güzelliği, zarafeti ve şuhluğu üzerinde taşıyan bir modern Cleopatra'dır sanki.
Cinayet ve kadın kavramlarıyla yan yana durmayacak kibirli bir edası var Paris'in. Cinayet ve kadın, ancak yoksul ülkelerde, geri kalmış memleketlerde ve İslam toplumlarında rastlanabilecek bir fenomendir onun gözünde. Güneydoğu'da kadın cinayetleri de buna dahildir. Töre nedeniyle ve terör nedeniyle katledilen kadınların öfkelerine ve masumiyetlerinin ahına bilimsel projelerle bakar. Paris, bu kadınların özgürlükle mücadelesinin verildiği, felsefelerin ve akademik tartışmaların yapıldığı, sanatla estetize edilerek piyasaya sürüldüğü bir modern özne olarak kendini muhayyile eder. Özellikle kadın ve özgürlüğün beraber sembolize edildiği bir rüya olarak sunar. Nitekim ABD'ye hediye edilen Kadın Özgürlük anıtıyla bunu anlatır.
Ancak bu defa Paris'te üç kadın cinayeti işlendi. Modernliğin doğduğu dünyanın içinde oldu bu. Öyle geri kalmış toplumların, geri töreleri ve yine 'geri namus 'anlayışları ile olan kentlerde olmadı. Buna mukabil en gelişmiş teknoloji, en ileri istihbarat yöntemleri ve en mükemmel katil varlıklar aracılığıyla yapıldı bunlar. İçinde modernliğin bütün mükemmelliklerinin toplanarak iş birliği yaptığı (teknoloji, istihbarat, strateji, insan ya da silah, istihbarat ve katil)kadın cinayetleri gerçekleşti. Profesyonellik ve mükemmellik ilkelerinin kusursuzca katletmede kendini ifşa ettiği cinayetler… Paris'te modern kadın imgesi de bunla beraber cinayete uğradı böylece! Kurşunları yiyen, Kürt kadınlarından öte 'özne modern kadın' felsefesidir.
Paris, üç kadın cinayetiyle sarsılmadan yeniden büyüklenerek geri kalmış toplumlardaki kadın cinayetlerle başa çıkmanın akıl hocalığını yapmaya devam edecek. Ancak gün geçtikçe daha da gerçeğe dönüşen bir doğru var. Artık ülkemizi, bölgemizi ve toplumlarımızı barışa çıkarmak için Paris'te hülyalara koşmanın tarihi son buluyor. İlk Jön Türkler bunu yaptı, sonra da Jön Kürtler… Paris ne Jön Türklere deva oldu, ne de Jön Kürtlere olacak!
(Yeni Şafak)