Üçüncü tarihsel bunalım ve çıkış
İslam milletleri tarihin en büyük bunalımını yaşıyorlar. Tarihin üçüncü büyük bunalımıdır bu. Birincisi Moğollar ve Haçlılar ile yaşandı. Abbasi Halifesine son verildi, onlarca sultan ve beyliğe bölünmüş İslam coğrafyası Moğolların zulmü altında tarumar edildi. Moğollar İslam medeniyeti içinde zamanla dönüştüler. Kendi kültürlerini empoze edemediler. ikincisi Osmanlı devletinin parçalanması ve Müslüman toplumların sömürgeleşmesiyle ortaya çıktı. Parçalanma ve sömürgeleşme beraberinde büyük acılar getirdi. Katliamlar yapıldı, sürgünler yaşandı, ihtilaller yapıldı ve arkasından diktatör rejimler kuruldu. Bir devletten 32 küsur devlet çıktı. Bu dönemde Batı düzeni, medeniyetini topyekün İslam toplumlarına dayattı. İslam toplumlarının “asabiyeti” parçalandı. Benlik kırılmaları ortaya çıktı. Kendi medeniyet varlığına yabancılaştı. Ümmetin pratik ben idraki gitti yerine batı ben idraki yerleşmeye başladı. Şimdi üçüncü bunalımı yaşıyoruz. Üçüncü bunalım mezhepçilik, ırkçılık ve diktatörlük siyasetlerinin ürettiği çatışmalardan meydana geliyor. Üçüncü bunalım hem tarihsel hem de küresel. Çünkü bütün İslam coğrafyalarını kapsamakta ve dünya geneline yansımakta. İsyanlar Londra’da da, Madrid’de de, Berlin’de de gerçekleşmekte. Daha önce gerçekleşen iki tarihsel bunalım ağırlıklı olarak dış kaynaklıydı. Son bunalım, dışardan gelen işgal ve saldırılardan çok içerden geliyor. Yani bizzat Müslümanların kendi aralarında yaptıkları çatışma, isyan ve baskı pratikleriyle gerçekleşiyor. Diktatör yönetimler, baskıcı siyasetler, petrol monarşilerinin değişime direnen tutumları, mezhepçi ve ırkçı hareketler, IŞİD, El-Kaide, PKK, PYD gibi terör örgütleri ana aktörler bu bunalımda. Bunların tümü de İslam toplumlarının içinden ortaya çıkıyorlar. Küresel düzenin aktörlerinin destekleri olsa da bu gerçeklik değişmiyor.
Üçüncü tarihsel bunalım, önemli bir gerçeğe işaret ediyor: Post-Osmanlı düzeni artık böyle devam edemez. Küreselleşme, yeni teknolojiler ve sosyal hayatın hızlı akışı yeni bir bölgesel düzeni zorunlu hale getiriyor. Bu yeni gerçekliğe dönük yapılanma gerçekleşmedikçe de iç kavga devam edecek. Bu anafordan çıkmak için siyasal aktörlerin emperyalist güçler etrafında birleşmeleri ve somut çatışma gruplarına yoğunlaşmaları çözüm değildir. Çünkü adalet ve barışın sağlanması için ortak bir üst siyasal gücün üretilmesi yeterli değildir.
Üçüncü tarihsel bunalımımız çok derin ve çok boyutlu. Siyasal katılımın bütün İslam toplumlarına tanınmaması, demokrasinin Müslüman toplumlarına çok görülmesi, adil ekonomik paylaşımın sağlanamaması, yeni toplumsal hareketlerin temsillerine imkan verilmemesi ve uluslar arası güçlerle ittifakın yine Müslüman toplumlar faydasına göre dizayn edilememesi… Bütün bu faktörler bunu anlatıyor. Mevcut siyasetler ve ekonomik politikalar da söz konusu bunalımlardan çıkmaya izin vermiyor. Bundan dolayı çatışmalar ve büyük göç dalgaları ortaya çıkıyor. Uluslararası güçlerin toplumlarımıza müdahaleleri kolaylaşıyor. ABD de Rusya da yeni hamleler ile nüfuzlarını arttırıyorlar. İşgaller yerine operasyonlar ve işbirlikçi rejimlerin bekçileri ile sürdürüyorlar bunu. Kendi askerleri yerine bu rejimlerin askerlerini kullanıyorlar. Sattıkları silahlarla hem bu rejimler savaşıyor hem de teröristler.
Tarihsel bunalımdan çıkış her zaman mümkün. Tarih içinde bunu başardık. Müslüman toplumlar hem Moğollarla hem de Haçlılarla başa çıkabildi. Parçalanmayı ve kaotik durumu temsil eden beylikler dönemini aşarak Osmanlı devletini kurdular. Böylece geniş kapsamlı bir siyasal düzen kurmayı başardılar. Şimdi bunu yine yapabilirler. Yeter ki zihinlerini, vicdanlarını, maddi kaynaklarını ve sosyal potansiyellerini harekete geçirebilsinler. Kendileriyle yüzleşme cesaretini ortaya koyabilsinler. Örneğin mezhepçilik fitnesini aşmak için mezhepler üstü İslam yaklaşımı, İttihat-ı İslamcılar tarafından da yüzyılın başında ortaya atılmış en önemli tezlerden biridir.
Tarihsel bunalımdan çıkış için siyasal hegemonyanın değişmesini göze almak gerekiyor. Bunun için Müslüman toplumlar geç kalmış siyasal Rönesanslarını ivedilikle tamamlamalı. Artık bugüne hitap etmeyen ve bugünün toplumsal katılımlarına cevap vermeyen otoriter, baskıcı ve tekil siyasetler terk edilmeli. İslam aydınlarının yüzyılın başında savundukları “İslami meşrutiyet” siyaseti “Müslüman demokrasi” ile devam edilmeli. Gannuşi bunun liderliğini yaptı. Bütün Müslüman kavimler, toplumsal hareketler ve siyasal gruplar katılım imkanına ulaşmalı. İhvan da iktidara katılmalı, Hizbullah da, Kürt dinamizmi de. Salt hakim devletlerin çıkarlarıyla uyuşan hareketler temel alınarak yeni bir siyasal barışın tesisi mümkün değil.
Tarihsel bunalımdan çıkışın diğer önemli bir ayağı da adil ekonomik düzen. Çünkü çatışma ve terörü besleyen en önemli unsurların başında ekonomik eşitsizlik gelmekte. Altı zengin Körfez ülkesinin tekelinde bulunan ve Batı'ya aktarılan zenginlik bölge toplumlarıyla paylaşılmalı. Saddam’ın 1992 yılındaki Kuveyt İşgali bu arayışın barbarca anlatımıydı! Son olarak zihni mesai sarf etmeliyiz. Tefekkür, yeni yöntemlerin doğmasına ilham verir. Asayiş sağlamaya odaklanan bir barış arayışı her zaman başarısızlığa mahkûmdur. Yeni siyasetler ve yeni ekonomik açılımlar yeni fikirlerle mümkün. Çözüm belli: İttihad-ı İslam ve Nahdatul İslam. Yani ittihad ve yenilik. (Doğruhaber)