Katille el sıkışamayız
Hatırlarsınız geçtiğimiz ay Türk Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi ve Ortodoks Yahudi Ticaret Odası’nın ortaklaşa yayınlandığı bir deklarasyon gündeme gelmiş, konu epey konuşulmuş, tartışılmış ve hemen unutulmuştu. TASC tepkilerin artması üzerine söz konusu anlaşmanın iptal edildiğini açıklamış ve ortamı sakinleştirmeye çalışmıştı. Şimdi küllenmiş bir olayı burada dile getirmenize gerek var mıydı diyebilirsiniz fakat kapılar ardında yapılan bu tür anlaşmaların sonunun gelmeyeceğini ve atılan her imzanın, yapılan her açıklamanın bir katliamın habercisi olduğunu görebiliyor ve tehlikenin devam ettiğini biliyoruz. Yani kapılar ardında alınan kararlar ve yapılan anlaşmalar, küresel aktörlerin hazırladıkları tuzakların ve kirli niyetlerinin bir sonucudur ki, bunun ardı kesilmeyecektir.
Hayatlarını kan üzerine kuran bir zihniyetin hain planlarına siyasetçilerimizin de dâhil edilmesi doğal olarak Filistin halkını ve hepimizi derinden yaraladı. Zira bir dayanışma çalışması olarak gösterilen o maddeler renkli ambalajlara sarılmış birer tuzaktı ve öfkemizi tetikledi. İptal edildiğine dair açıklama yapılan anlaşmanın maddeleri şöyle:
- Kültürel dini, eğitimsel ve sosyal alışverişi geliştirmek için tasarlanmış programlarla ilgili miras topluluklarımız arasındaki ilişkileri güçlendirmek.
- Önyargı ve nefretin her türlüsüne, antisemitizme, İslamafobi ve Türk düşmanlığına karşı çıkmak ve hoşgörünün ötesinde karşılıklı takdir ve saygıya dayalı insandan insanca ilişiler kurmak.
- ABD, İsrail ve Türkiye arasındaki ticareti ve iş ilişkilerini teşvik etmek.
- İsrail ve Türkiye’yi hedef alan çeşitli yaptırımlara karşı çıkmak, çünkü BDS aşırılığı cesaretlendiriyor ve BDS temsil ettiğini iddia ettiği insanlara zarar veriyor.
- Amerika’yı, İsrail’i ve Türkiye’yi hedef alan her türlü radikalizm, şiddet içeren aşırıcılık ve terörizmin her türlüsüne karşı çıkmak.
Hayatlarını şiddet üzerine temellendiren karanlık güçler sistemlerini o kadar sinsice kurmuşlar ki, kan kokan ifadelerinin arasına İslamafobi, kültürel işbirliği ve dayanışma ifadelerini serpiştirerek gözlerimizi boyamaya çalışıyorlar. Dayanışma, kültürel işbirliği, dostluk… Kulaklarımıza ne kadar hoş geliyor değil mi? Oysa biliyoruz ki, asil hedef işgallerinin önünde bir engel olarak gördükleri Müslüman gruplar ve onların yüreklerinde büyüttükleri cesaretleri, asıl hedef Filistin halkının istikrarlı şekilde sürdürdüğü BDS hareketi… Asıl hedef İsrail ürünlerini boykot ederek Filistin halkının yanında olduklarını ifade eden halkların dayanışması. Ellerindeki tek güç para ve şiddet olan İsrail, Müslüman halkların sürdürdüğü boykot sonucunda ciddi anlamda zarar görüyor ve bunun önüne bir türlü geçemiyor. Nitekim ölüm kusan silahların ulaşamayacağı bir yer var ki, biz ona yürek diyoruz, iman diyoruz, cesaret diyoruz… Görüyorsunuz… İşgalci Siyonistler dünyanın en gelişmiş savaş araçlarına sahip oldukları halde Filistin halkının ve onlara destek veren grupların direncini kıramıyor ve bunu siyasi anlaşmalarla bertaraf etmek istiyor.
Peki, nasıl oluyor da Müslüman halkların yönetici ve önderleri bu karanlık zihniyetle iş birliği anlaşmaları yapabilmek için adeta yarışıyorlar? Sokaklara çıktıklarında İsrail’in zulmüne dikkat çeken ve kınama mesajları veren yöneticilerimiz, nasıl oluyor da Müslümanların aleyhine işleyen anlaşmaları destekleyebiliyor ve çağın en büyük zalimleri ile pozlar verebiliyorlar? Şuna inanıyorum ki, icraatlarındaki tutarsızlık ne olursa olsun Müslüman ülkelerin lider ve yöneticilerinin bu karanlık zihniyetlerle yapılan anlaşmalarda istekli olduklarını hiç zannetmiyorum. Fakat yaslandıkları koltuklarda daha fazla kalabilmek için bunların desteklerine ihtiyaç olduğunu düşünüyor ve kaybetme, dışlanma, cezalandırılma endişesi ile hareket edip tasvip etmedikleri birçok toplantılara eşlik ediyor, anlaşmalara imza atıyorlar… Bu kabul edilir bir şey değil elbette… Ama hak davadan uzaklaşan fertler için para ve mevkii birincil hedef haline gelir ve bu kişiler, bu imkânları koruyabilmek için taviz üstüne taviz verirler. Nitekim görüyoruz ki, siyasi liderler yaslandıkları koltuğu korumak için toplumu uçuruma sürükleyecek eylemlere göz yumuyor ve farkında olarak ya da olmayarak zulme ortak oluyorlar.
Müslüman yöneticiler, âlim ve öncü şahsiyetler ve toplumlara yön veren kişiler ekonomik ve siyasi gücü ellerinde tutan tağuti güçler karşısında başlarını kaldırıp, hayır diyecek bir iradeye sahip olmak zorundalar ve adaletin tesisi için bedel ödemeyi göze almalıdırlar. (MilliGazete)