Afgan barışına ev sahipliği: Gökte ararken yerde bulunan misyon
Uluslararası toplantılara ev sahipliği yapmayı büyüklük olarak addeden Türkiye, çorak bir dönemde aradığı pası, telefon beklediği ABD’den aldı. Ankara, Afganistan’da taraflar arası barış görüşmelerine ev sahipliği önerisinden ziyadesiyle memnun.
Başkan Joe Biden’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la nasıl bir başlangıç yapacağı merakla beklenirken Afganistan çıkmazında Türkiye’ye bir rol biçmesi Ankara’da iyimserlik yarattı. Afganistan’daki askeri varlığın NATO güçlerine ait olması nedeniyle Taliban ve Afgan hükümeti arasındaki barış görüşmelerine ittifakın yegâne Müslüman üyesinin ev sahipliği yapması mantıklı bir tercih. Hatta Katar yerine Türkiye’nin arabuluculuğu daha da işlevsel olabilir. Ancak zamanlama açısından bu teveccüh biraz “gönül alma” ya da “yara alan ortaklığı onarma” girişimi olarak da algılanabilir.
Taliban’la 29 Şubat 2020’de vardığı anlaşma gereği ABD’nin 1 Mayıs’a kadar tüm güçlerini çekmesi gerekiyor. Henüz bu konuda seçeneklerini değerlendiren Biden yönetimi bu zor dönemeçte BM uhdesinde uluslararası bir toplantı, Türkiye’nin ev sahipliğinde Afganlar arası bir toplantı ve 90 günlük çatışmasızlık önerirken herkesin katkısını bekliyor.
Donald Trump yönetiminin yaptığı anlaşmanın ardından 5 bin Taliban tutuklusu ve Taliban'ın elindeki bin esir bırakılırken ABD de 15 Ocak itibariyle asker sayısını 2 bin 500'e indirdi. Bu anlaşmanın uygulanabilirliği Taliban ile Afgan hükümeti arasındaki görüşmelerin seyrine bağlı. 12 Eylül'de Doha başlayan görüşmeler 26 Ocak’ta Taliban’ın bölge ülkelerini (İran-Rusya) ziyaret etme planıyla kesildi. 22 Şubat’ta yeniden başladı ama tekrar tıkandı.
Taliban “İslam Cumhuriyeti” değil “İslam Emirliği”ni dayatıyor. Hükümet evvela ateşkesi tartışmak isterken Taliban “Önce geçiş döneminde iktidar paylaşımı, sonra ateşkes” diyor. Taliban ayrıca müzakerelerin devamı için 7 bin 500 mahkûmunun bırakılmasını ve örgüt liderlerinin uluslararası kara listeden çıkartılmasını talep ediyor. Bu tıkanma üzerine araya Rusya da girdi. Rusya Afganistan’daki tarafların yanı sıra Çin, ABD ve Pakistan’ı 18 Mart’ta Moskova’da planladığı toplantıya davet etti. Amaç Doha’daki tıkanıklığı açmak. Moskova daha önce de sürecin önünü açmak için benzer toplantılar düzenlemişti.
Bu tablo karşısında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Afganistan Devlet Başkanı Eşref Gani ve Milli Uzlaşı Yüksek Konseyi Başkanı Abdullah Abdullah’a mektup yazarak “Türkiye'den gelecek haftalarda, barış anlaşmasının sonuçlandırılması için üst düzey bir toplantıya ev sahipliği yapmasını isteyeceğiz" dedi. Böylece gözler Ankara’ya çevrildi. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik bu tekliften Türkiye’nin diplomasideki gücü ve yeteneğinin teyit edildiği çıkarımını yaparak “Afganistan barışına katkı sağlayacak her türlü arabuluculuğun içerisinde oluruz” yanıtını verdi.
Blinken, BM’nin himayesinde önerilen toplantıya Rusya, Çin, Pakistan, İran, Hindistan ve ABD’nin katılımını öngörürken Türkiye’ye burada yer vermedi. ABD'nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad da Blinken’ın mektubundan sonra Kabil’de hükümetle, Doha’da Taliban’la görüşerek yeni bir yol haritasını paylaştı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise tarafların nisan ayında İstanbul’da toplanabileceklerini açıkladı. Afganistan’daki iki tarafın da Türkiye’nin arabuluculuğunu memnuniyetle karşıladığını belirten Çavuşoğlu 12 Mart’taki açıklamasında Türkiye’nin yakın zamanda bir Afganistan Özel Temsilcisi atayacağını ve toplantı için Katar’la koordinasyon içinde olacaklarını belirtti.
Afganistanlı akademisyen ve yazar Ağa Muhammed Kureyşi tarafların Türkiye’nin ev sahipliğine itiraz etmeyeceğini düşünüyor. Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Kureyşi, “Muhtemelen Afganistan hükümeti sürecin Türkiye’de yürütülmesini reddetmez. Çünkü Türkiye Afganistan’ın uzun vadeli diplomatik dostu ve mevcut hükümetle çok iyi ilişkilere sahip. Taliban da sanırım Türkiye’nin arabuluculuk rolünü kabul edecek. Türkiye bir İslam ülkesi ve Taliban’ın müttefiki Pakistan’la da iyi ilişkilere sahip. Pek çok nedenle Türkiye, Afgan savaşına karışmadı ve tarafsız kaldı. Bu nedenle ne Taliban ne de Afgan hükümeti Türkiye'nin barış sürecinde önemli rolünü reddeder” diye konuştu.
Afgan hükümetinin açıkça “geçiş hükümeti” formülüne sıcak bakmadığını, iktidarı seçilmemiş kişilere bırakmak istemediğini, gücü barış anlaşmasından sonra kapsayıcı bir mekanizmayla paylaşmayı tercih ettiğini belirten Kureyşi, görüşmelerin Türkiye’de olmasının tıkanıklığı tek başına aşamayacağını kaydetti: “Türkiye görüşmeler için mükemmel bir yer ama mevcut tıkanıklığı aşmak için bu tek neden olmayabilir. Bu, Biden yönetiminin baskısını, uluslararası işbirliğini ve tüm tarafların arabuluculukta BM’nin rolünü kabul etmesini gerektiriyor. Görüşmeler Türkiye’de olursa Biden yönetiminin baskısı işe yarayabilir ve her iki taraf üzerinde etkili rol oynayabilir.”
Kureyşi’ye göre Doha görüşmelerinin tıkanmasının üç nedeni var: “Birincisi Taliban, Biden yönetiminin kendileriyle yapılmış barış anlaşmasını gözden geçirdikten sonra vereceği kararı bekliyor. İkincisi, şiddetin artması. Üçüncüsü, Taliban’ın çok sayıda tutuklunun bırakılmasını istemesi.”
Aslında mültecilerin geçiş güzergâhında bulunan Türkiye, Afgan savaşının sonuçlarından etkilenen bir ülke olmasına ve 2001 sonrası süreçte Afganistan’a ciddi katkılar sağlamasına rağmen barış görüşmelerinde istediği yeri alamadı. Türkiye Afgan hükümetiyle ilişkilerini iyi tutarken NATO misyonunun Taliban’la düşmanlığa dönüşmesine izin vermedi. Elbette Taliban kanalıyla bağlarının zayıf olması arabuluculuk rolündeki etkinliğini azaltabilir. Aslında bu zayıflık, Türkiye’nin Afganistan’da asker bulundurmasından ya da bu örgütle ilişki kurmaktan kaçınmasından değil, Afgan hükümetinin bu örgütü meşrulaştıracak açılımları engellemesinden kaynaklanıyor. Türk hükümeti pek çok yerde İslamcı örgütlerle iştigalden çekinmediği gibi Afganistan’da da Hizb-i İslami ve Cemiyet-i İslami gibi gruplara yakınlık gösterdi. 2011’den sonra birkaç kez Taliban’ın İstanbul veya Ankara’da temsilcilik açmasına izin verildiğine dair haberler de çıkmıştı. Bu haberler Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmıştı.
Türkiye, 2001’de ABD’nin baskısına rağmen Afganistan’a muharip asker göndermek yerine NATO operasyonunun sivil faaliyetlerini üslendi. Bu sayede Taliban’ın düşmanlığını üzerine çekmedi. Taliban’ın ortaya çıkışında ana destekçi konumundaki Pakistan’ın Türkiye ile tarihsel dostluğu da Taliban üzerinde fren etkisi yaptı.
Kuşkusuz, Türkiye’nin Afganistan’la ilişkilerini tanımlayacak ilk şey NATO’nun Kararlı Destek Misyonu’ndaki katkıları değil. Türk-Afgan ilişkileri denildiğinde hemen Afganların Kurtuluş Savaşı için gönderdiği paralar, 1921’den Soğuk Savaş’a kadar Türkiye’den Afganistan’da modern kurumların inşasına katılan öğretmen, doktor ve askerler ve tabii Sadabat Paktı akla gelir. Afganistan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni tanıyan ilk ülkeydi. 1923'te Sovyetler Birliği'nden sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıyan ikinci ülke olmuştu. Emanullah Han 1928’de Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan ilk yabancı devlet başkanıydı. Türkiye de Kabil'de büyükelçilik açan ilk ülkeydi. Bu ilkler Erdoğan’ın iki ülke ilişkilerinin 100’üncü yılı nedeniyle 1 Mart’ta Kabil’de düzenlenen etkinliğe gönderdiği mesajda da hatırlatıldı. İki ülke 2010’dan beri 1 Mart’ı "Türk-Afgan Dostluk Günü" olarak kutluyor. Türkiye, 2001’den bu yana eğitim, sağlık, altyapı dâhil farklı alanlarda yaklaşık 1300 proje yürüttü; 10 bin Afgan polisi ve 5 bin askerini eğitti. Mezar-ı Şerif ve Herat’ta başkonsolosluk açan Türkiye üçüncü başkonsolosluğu, Taliban’ın şu günlerde kapılarına dayandığı Kandahar’da açmaya hazırlanıyor.
Kureyşi’nin altını çizdiği gibi 40 yıldır süren çok aktörlü savaşı barışa taşımak için Türkiye’nin diplomasi yetenekleri yetersiz kalabilir. Eğer Türkiye ev sahipliği yapar da müzakereler bir anlaşmayla sonuçlanırsa bu, 100’üncü yılını kutlayan Türk-Afgan ilişkileri açısından yeni bir milat sayılabilir. Bu durumda Türkiye’nin hem Orta Asya’daki pozisyonu güçlenir hem de Türk-Amerikan ilişkilerindeki soğukluğu giderecek bir fırsat doğabilir. Tabii bu tür bir süreçte Taliban’la kurulacak ilişkilerin, Türk hükümetinin hâlihazırda epey baş ağrıtan İslamcı örgütlerle yolculuğunda nasıl bir başlık açacağı ayrı bir mesele. Bu konuda endişeler yok değil. (Al-Monitor)