Önceliğimiz İslâm Birliği Olmalı
Önceliğimiz derken hem siyasî tercihimizde, hem STK çalışmalarımızda veya sosyal medya aktivitelerimizde "öncelikli hedefimiz, öncelikli amacımız ve öncelikli gayemiz 'İslâm Birliği' olmalıdır" diyoruz. Kısacası bu vecibeyi dert edinmeliyiz. Zira bugün başta İslâm beldelerinde olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde mazlum halklara yönelik zulümler devam etmektedir. Bu durum her duyarlı mü'minin vicdanını kanatmaktadır, bu durum biz Müslümanları derinden üzmektedir. Şunu bilmiş olalım ki, bu zulümlerin bir tek nedeni vardır, o da birlik olmayışımız. Rabbimiz buyuruyor ki: "Toptan Allah'ın ipine sarılın, tefrikaya düşmeyin, dağılıp ayrılmayın.." (Al-i İmrân: 103) "Eğer birlik olmazsanız yılgınlaşırsınız, gücünüz/devletiniz (otoriteniz) gider." (Enfal:46) Meallerde dile getirilen güç ve devlet sözcükleri "otorite" anlamına gelmektedir. "Otorite" sözcüğü ise en yalın hâliyle "yaptırım gücü" anlamına gelmektedir. Ümmet olarak iki milyara yakın nüfus potansiyelimiz ve zengin enerji kaynaklarımız var fakat 57 ulus devlete bölünmüş olduğumuzdan dolayı bu gücümüzün esamesi okunmuyor. Gördüğünüz gibi 330 milyon nüfusu ile Amerika Birleşik Devletleri dünyaya jandarmalık taslıyor.
Elbette elindeki silah gücü ile bunu yapıyor. ABD adı üstünde, Amerika Birleşik Devletleri. ABD, bir zamanlar birbirinden bağımsız 52 ayrı devlet olarak varlığını sürdürüyordu. Ve bunlar uzun yıllar birbirleri ile savaş halindeydiler. 1776 yılında birleşerek bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'ni kurdular. Sonrasında, oluşturdukları bu "birleşik devlet" gücü ile emperyal emellere kapılıp denizaşırı ülkelere saldırı ve tahakküme giriştiler. Biz güç birliğine gidelim derken elbette ki, emperyal emellerimiz olsun demiyoruz, aksine emperyalistlerin talan, tahakküm ve saldırılarına son verip adil bir dünya kuralım diyoruz. Zira, biz İslâm ümmetine Yüce Rabbimiz'in tevdi ettiği ilâhî bir ödev var.
Bu görev yeryüzünde barışın ve adaletin, güvenlik ve huzurun sağlanmasına ilişkin bir görev. Rabbimiz biz Müslümanlara öyle bir misyon yüklemiş ki, bütün yeryüzünde olumsuzlukları bertaraf edip iyi olanı, insanlığa faydalı olanı tesis etmek gibi bir görevimiz var. Yüce Rabbimiz buyuruyor ki: "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz iyi olanı tesis eder olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Al-i İmrân: 110)
İşte bu ilâhî mükellefiyetimizin ifası "İslâm Birliği"ni zorunlu kılmaktadır. Zira yeryüzünde garantörlük ve inisiyatif kullanma hakkı güç birliğine gitmekle, güçlü olmakla mümkün olur. Elbette bu sorumluluk ümmeti yöneten siyasilere tevdi edilmiş bulunmaktadır. Müslüman halklar ise bu mükellefiyet muvacehesinde, önceliği "İslâm Birliği" olan siyasîleri işbaşına getirmek durumundadırlar. Bildiğiniz üzere Türkiye'deki siyasî liderler arasında Merhum Erbakan İslâm Birliği'ni oluşturmak için D-8'i kurmuştu. Onun amacı ilk etapta, yani kısa vadede kalkınmakta olan 8 Müslüman ülkeyi birleştirmek, orta vadede D-60 ile bütün Müslüman ülkeleri bir araya getirmek ve nihai hedef olarak, yani uzun vadede anti emperyalist olan D-160 ülkerleriyle mütekabiliyet esasına dayalı ilişkiler geliştirip yeni bir konsorsiyum ile yeni bir dünya düzeni oluşturarak yeni bir Birleşmiş Milletler tesis etmek. Böyle bir yapının garantörü 2 milyarlık nüfus potansiyeli ile elbette Müslümanlar olacak. Zira adalet temeline dayalı bir dünya düzeni kurmak İslâm ümmetine tevdî edilmiş ilâhî bir sorumluluktur. Merhum Erbakan Hocamız bu sorumluluğun bilincinde olan bir siyasî liderdi. Erbakan Hocamız buyuruyor ki: "Hangi cemaatten, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursan ol, İslâm Birliği için mücadele etmiyorsan beş para etmezsin."
Bugün cemaat ve tarikat liderlerine bakın böyle bir dertleri var mı? Bugün tarikat ve cemaatlerin çoğu adeta öbek öbek klanlar oluşturup her biri müntesip devşirme peşinde ve himmet/bağış adı altında maddî palazlanmalar derdinde. Oysa Merhum Erbakan Hocamız'ın dediği gibi, hangi cemaattan, hangi tarikattan, hangi mezhepten olursak olalım, önceliğimiz ve derdimiz İslâm Birliği olmalı...
Zira İslâm dünyasının keşmekeşlikler içerisindeki hâlini üst perdeden tahlil ettiğimizde, yaşadığımız en travmatik sorunlarımızın 57 ulus devlete bölünmüş durumda olan İslâm ümmetinin tek devlet çatısı altında müesses bir nizama sahip olmadığından kaynaklandığı anlaşılacaktır.
Şu hâlde ne tür sosyal aktivite ve faaliyet içerisinde olursak olalım Müslüman birey olarak İslâm Birliği ülkümüzü gündemimizden düşürmemeliyiz. Önceliğimiz İslâm Birliği ideali olmalı.
Bakınız yine İslâm Birliği'ne ilişkin Merhum Erbakan Hocamız ne diyor: “İslâm Birliği davasında Allah size 100 adım atacak güç vermişse, siz buna mukabil 95 adım atmışsanız; Allah sizden atmadığınız 5 adımın hesabını ahirette sorar.”
Konumuzla ilgili olması hasebiyle bu bağlamda Merhum Sezai Karakoç'un sözleri de oldukça manidar:
"Bin yıllık ömrüm olsa, ömrüm boyunca konuşmam ve yazmam nasibimde varsa, hep Müslümanların birleşmesinden, bir araya gelip şuurlu birliklerini oluşturmalarından bahsederim. Bundan bıkmam ve yılmam. Çünkü; bundan daha büyük bir dava bilmiyorum. Tüm faaliyetim, İslâm'ın bir savunması ve bu savunmanın bir özü de, Müslümanların uyanıp dirilmeleri, birleşmeleri ve kendilerini dış aleme karşı koruma gücüne ermeleri yönündedir zaten."
Evet, sayın okuyucumuz, İslâm Birliği böylesine elzem bir vecibe iken, din adına eli kalem tutan, din adına ağzı laf yapan bazı şahıslar var ki özellikle Türkiye ve (tevhidî değerlere sahip insanlarımızın esin kaynağı olan) komşumuz İran'ın arasını açmak için öylesine iftira ve kışkırtıcı tezviratlar kullanıyorlar ki, cahil insanlar da bunlara inanıyor. Üstad Sezai Karakoç bu konuyu şöyle dile getiriyor: "Bugün bilhassa Türkiye ile İran'ı çarpıştırmak istiyorlar ve ben bakıyorum ki, bunu önlemesi gereken kalemler tam tersine, en basit bir bahanelerle tahrikçi bir şekilde ortaya atılıyorlar."
Oysa İslâm Birliği ülküsü olan Müslüman bir âlim veya eli kalem tutan bir Müslüman münevver asla mezhep üzerinden kışkırtıcılık yapmaz ve ayrıştırıcı/ötekileştirici söylemlerde bulunmaz, kısacası müntesiplerini ve okur kitlesini kin ve düşmanlığa tahrik etmez. Ederse ne olur? Şirke girer, çünkü Allah Teâlâ bu ümmetin "bir tek ümmet" olduğunu Enbiyâ Suresi'nin 92'ni ayetinde beyan ederken mezhep üzerinden ayrıştırıcılık/bölücülük yapanlar bir tek ümmeti parçalara ayırmanın çabasına girdikleri için şirk bataklığına düşmektedirler.
Merhum Sezai Karakoç İslâm ümmetinin birlik içerisinde olması gerektiğini vurgularken aynı zamanda Müslümanların, İslâm'a mugayir kurulmuş bozuk sistemin payandası olmaması gerektiğini vurgulayıp mutlaka İslamî yasalara uygun müesses bir nizam kurulması gerektiğini söylüyor:
"Bu bozuk düzeni değiştirmeye değil de onu daha iyi işletmeye ve düzenin çarklarını daha iyi döndürmeye talip olanlar, bu bozuk düzenin dişlileri arasında ezilmeye ve yok olmaya mahkum olurlar."
Bütün mesele, İslâm Birliği'ne giderken değerlerimizle birlikte hareket etmektir. Zira, ilâhî ahkâma, ilâhî değerlere uygun bir toplumsal doku oluşturmak ve bunu ümmet birlikteliğine dönüştürmek en asli vazifemizdir. İkisi birbirinin mütemmimi, birbirinin tamamlayıcısıdır. Biri olmazsa diğeri eksik kalır. (Hazım Koral - Hürseda Haber)