Suudi Arabistan-Katar-Türkiye ekseni ve Müslüman Kardeşler
AK Parti’nin son 13 yıllık iktidar dönemi boyunca, dişe dokunur icraatları arasında Müslüman Kardeşler ve Mısır politikasının müstesna bir yere sahip olduğu aşikar. Zira uluslararası konjonktürün bütün olumsuzluklarına ve ters yönden esen rüzgara rağmen iktidar, Mısır’daki darbeye karşı net bir tavır almaktan ve Mısır İslami Hareketi’ni desteklenmekten çekinmedi. Belki de bu net tavrın arkasında yatan neden, tam da işlerin tersine dönmeye başladığına dair oluşan güçlü histi. Dolayısıyla Mısır’a ilişkin tavrın içerdiği mesaj, biri içeriye diğeri dışarıya olmak üzere çift yönlüydü. Amaç, Hem uluslararası topluma bunun bir demokrasi mücadelesi olduğu ve halk iradesine saygı duyulması gerektiği mesajını vermek hem de bu yeni atmosferden cesaret alarak harekete geçecek küresel aktörlerin içerdeki uzantılarına haddini bildirmek şeklinde özetlenebilirdi.
Her ne olursa olsun, söz konusu duruş, takdir edilmesi gereken, risk alan bir tavırdı ve 2013 ve 2014 yılları boyunca devam eden bu tutum, önemli bir kararlılığa işaret ediyordu.
Ancak bu kararlılık halen sürüyor mu?
Buna ilişkin son denemde ortaya çıkan bazı soru işaretleri var, zira bölgesel gelişmeler Müslüman Kardeşler’in uluslararası diplomaside araçsallaştırılması ihtimalinin yüksek olduğunu, bu dosya üzerinden başka dosyaların kapatılmaya çalışıldığını gösteriyor.
Giderek daha yumuşayan dilin “Katil Sisi”den “Cumhurbaşkanı Sisi”ye dönüşmesine, Suud Kralı için kullanılan ıstılahın da “Darbe destekçisi”nden “Bilge Kral”a evrilen bir seyir izlemesi bu konuda değişimin ilk sinyalleri. Nasıl ki ayı yavrusunu yemeden önce onu çamura bularsa bizimkiler de darbe destekçisi Suudilerle yapacakları işbirliğini sindirebilmek için önce bu dili basın ve medya üzerinden yeniden kurarak dış politik değişime hazırlaması gerekiyor.
Ne de olsa 5000 insanın katiliyle kol kola girmeyi sindirmek kolay değil. Sağlam mide gerektirir.
Peki ne oldu da Suudi Arabistan ile bu noktaya gelindi?
Wikileaks belgelerinde de ifade edildiği gibi aslında Körfez ülkeleriyle Türkiye arasındaki ittifak 2012 yılında kurulmuştu. Amaç Suriye’de Beşşar Esad yönetimini devirmek yerine bu üç ülkenin onayını alacak bir kişiyi ibaşına getirmekti. Ancak Mısır’da yaşanan gelişmeler, İhvan’ın iktidardan edilişine Suud’un destek vermesi, bu ittifakı bütünüyle alt üst etti.
İttifakın yeniden kurulmasını sağlayan şey, büyük ölçüde Suudi Arabistan’ın içine saplandığı İranofobi’nin Yemen olaylarıyla birlikte kritik eşiği aşması oldu. 2000’li yıllar boyunca karşılıklı olarak Lübnan’da, Gazze’de, Golan tepelerinde, kah suikastlar kah kamp baskınları şeklinde gerçekleşen hesaplaşma, taraflar arasında düşük yoğunluklu bir savaş şeklinde sürüyordu. Ancak Yemen öyle görünüyor ki Suudi Arabistan açısından bir dönüm noktası oldu. Zira Yemen’deki gelişmeler, aslında İran tarafından Suudilere Suriye konusunda verilmiş bir yanıtken, Suudi Arabistan’ın buna karşılığı Yemen’de “Kararlılık Fırtınası” ile Suriye’de ise İdlib saldırısıyla oldu.
Peki şimdi Katar, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında varılan ve herkesin kendine göre bir misyon üslendiği bu yapıda görev dağılımı nasıl yapıldı?
Arap basınında çıkan haberlere göre plan şöyle işleyecek: Türkiye ve Katar, İhvan’a daha uzlaşmacı olmasını telkin ederken, Suudi Arabistan Sisi ile Erdoğan’ın arasını yapmaya çalışacak. İki ülke arasındaki diplomatik gerilim rafa kaldırılırken, Mısır yönetimi buna karşılık Gazze’ye yönelik yaptırımları azaltacak, tünelleri yıkma politikalarına son verecek, Hamas üzerinde oluşturduğu baskıyı azaltacak.
Böylece Filistin üzerindeki İran etkisi de kırılmış olacak.
Buna karşılık her üç ülke de Suriye’deki olayları tırmandıracak, İdlib ve Cisruş Şuğur’la başlayan zaferler silsilesine yenilerini eklemek için hep birikte imece usulü, elele Suriye muhalefetine yönelik desteği ateşleyecekler.
Plan bu, ama ne kadarı uygulanır ya da evdeki hesap çarşıya uyar mı bilinmez.
Ancak planın en azından Suriye ile ilgili bölümünün yürürlüğe konduğu ve bir noktaya kadar da başarılı olduğu görülüyor. Buna karşı tarafın yanıtı ne olacak, onu da göreceğiz.
*************
Açık konuşmak gerekir, Türkiye ve Suudi Arabistan öteden beri aynı kare içerisindeler, her ikisi de yaklaşık yarım asırdır Amerikancı ılımlı eksen içerisinde buluşuyorlar. Bu AK Parti’nin icadı bir politika değil. Ancak AK Parti’nin buradaki farkı, sanki küresel aktörlere karşı direniyormuş, onların politikasının bölgede uygulanmasına karşı bir tutum ortaya koyuyormuş görüntüsü vermesiydi. Bu açıdan AK Parti insanlara umut vermişti.
Ancak bunun büyük bir aldatmaca olduğunu ve AK Parti’nin aslında eski politikaları yeni yöntemlerle devam ettiren bir siyasal parti olduğu acı gerçeğini kavrandı.
Ne yaptığınız kadar kiminle yaptığınız da çok önemli.
Suudi Arabistan kurulduğundan bugüne özgürlükler adına, demokrasi adına, insani ve islami değeler adına ortaya ne koymuş ki Türkiye, insani ve islami değerler adına hiç de parlak bir geçmişe sahip olmayan, üstüne üslük bölgede İsrail’in can dostu bu ülkeyle ne adına işbirliği yapıyor?
Kurulduğu günden beri hem kendi ülkesinde hem de bölgesel düzeyde özgürlüklere karşı konumlanmış bir ülkeyle ittifak, Türkiye’ye ne kazandırır?
Arap Baharında pasif direniş yöntemleriyle bile olsa zalim iktidarlara başkaldırmanın caiz olmadığı fetvasını veren Suudilerin resmi din adamları ve müftüleri değil miydi?
Suriye haricindeki bütün Arap isyanlarına karşı çıkan hatta Mısır diktatörü Mübarek’in devrilmesinin ardından onu para karşılığı devrimcilerin elinden almak isteyen yine krallık yönetimi değil miydi?
Suudiler olmasaydı Sisi darbede başarılı olur muydu? Sisi’yi darbeye kim teşvik etti?
Darbeyi desteklemekle de kalmayıp darbeden sonra iflas eden Mısır ekonomisini ayakta tutmak için kesenin ağzını açan kimlerdi?
Böyle ülkelerle gelecek özgürlük, kısa zamanda manipüle olmaya müsaittir.
Sırf Esad’ı devirmek için şeytanla bile yatağa girme felsefesi birilerine öyle gelebilir ama bizlere hiç de ilkeli bir siyasetmiş gibi gelmiyor.
Gün ittifakların gözden geçirilmesi vaktidir.
Kimse Mısır’daki Müslüman Kardeşlerimize kan kusturan darbeciyi şirin gösterme gayreti içine girmesin....
Darbenin finansörünü de bize kimse “Bilge Kral”diye yutturmaya kalkmasın. Herşeyi kamu diplomasisi, medya manüpilasyonlarıyla yürütebileceklerini, bütün siyasetleri bu şekilde geçirebileceklerini düşünmek hangi aklın serencamıdır?
Manipülasyonla işler yürüseydi, paralel yapı şimdiye abad olmuştu.
Kamu diplomasisiyle sorunlar çözülseydi, Suriye’de Esad’ı çoktan devirmiştik.
Algı yönetimi işe yarasaydı, son seçimlerde AK Parti %50’yi geçmişti.
Ama maalesef işler böyle yürümüyor.
Kısa vadede münipüasyonlar işe yarıyor ama uzun vadede adalet ve özgürlük temelli olmayan yaklaşımlar fiyaskoyla neticeleniyor.
Allah hepimize akıl, fikir ve izan versin. Amin.
(İslamî Analiz)