Biden’ın önündeki ABD-Çin rekabet tablosu
Çin Halk Cumhuriyeti, ısrarla yeni Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yönetimine “ilişkileri düzeltme” çağrısı yapıyor. Beijing yönetimi Çin ile ABD ilişkisinde “barışçı ve yapıcı bir işbirliği” temeli olması gerektiğini savunuyor.
Geçen hafta Çin Komünist Partisi (ÇKP) Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Yang Jiechi ülkesinin bu amacını tekrarladı ve “Çin, ABD ile ilişkisini, çatışma ve cepheleşmeye yer olmadan karşılıklı saygı ve kazanç temelinde yürütmeye hazırdır.” dedi (AA, 2.2.2021).
Daha önce ülkesinin Washington Büyükelçiliğini ve Çin Dışişleri Bakanlığını da yapan Yang Jiechi konuşmasında iki önemli vurgu yaptı: 1. Çin ABD’nin dünyadaki konumuna meydan okumuyor. 2. Çin ABD’nin yerini alma niyetinde değil.
ÇİN ABD KARŞISINDAKİ TUTUMU
ÇKP Dış İlişkiler Komisyonu Başkanının açıklaması, Biden yönetimine bir çağrı elbette ama aynı zamanda Trump döneminde de ıslarla dile getirdiği bir tutum, bir çizgi aslında…
Örneğin geçen yaz ünlü ABD’li stratejist Henry Kissinger ile 30 kadar diplomatın katıldığı bir kolokyumda, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, ülkesinin ABD’yle ilgili genel tutumunu özetlemişti. Wang Yi, “Çin asla ABD’ye meydan okuma, yerini alma ya da ABD ile karşı karşıya gelme niyetinde değil.” demişti (Global Times, 9.7.2020).
Wang Yi, Çin’in ABD politikasının aynı olduğuna dikkat çekerek şunları söylemişti: “Çin ve ABD, farklı sistemler ve medeniyetler olarak barış içinde bir arada yaşamanın yollarını bulmalı. Çin’in ABD politikası değişmedi. Çin-ABD ilişkilerini hâlâ iyi niyet ve samimiyetle büyütmeye hazırız. ABD’deki bazı arkadaşlar Çin’e karşı ihtiyatlı davranmış olabilirler. Bir daha vurgulamak isterim ki, Çin asla ABD’ye meydan okuma, yerini alma ya da ABD ile karşı karşıya gelme niyetinde değil.”
Çin yönetimi, ABD’nin her saldırgan tavrı karşısında ısrarla bu çizgiyi savunmuştu. Örneğin, yine geçen yaz ABD’nin Çin’i uluslararası düzeni yıkmaya çalışmakla suçlaması karşısında Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying, “Çin’in hiçbir zaman ABD’nin yerini alma niyeti olmadığını ve iki ülkenin orta yolda buluşması gerektiğini” söylemişti (Haber Türk, 17.7.2020).
BIDEN YÖNETİMİNDE SALDIRGANLIK İŞARETLERİ
Ancak Biden yönetiminin açıklamaları, yeni ABD yönetiminin Trump’ın başlattığı ticaret savaşlarını sürdüreceğine, dahası Güney ve Doğu Çin Denizi’nde daha saldırgan bir politika izleyeceğine işaret ediyor.
Kısacası emperyalist Washington yönetimi, Beijing’in “barışçı ve yapıcı iş birliği” tavrına karşı saldırganlığını artırarak sürdüreceğini ilan ediyor.
Neden? Çünkü emperyalist ABD’nin temsilcileri, zamanın Çin’e yaradığını, Çin’e karşı aktif tutum sergilemedikleri takdirde Çin tarafından geçileceklerini, bunun da kendi emperyalist çıkarlarını tehlikeye atacağını görüyor.
Kısası emperyalist ABD, Çin’in “dayanışmacı ve paylaşımcı küreselleşmeciliği” yerine kendi çıkarlarını gözeten “emperyalist küreselleşmeciliğin” sürebilmesini sağlamaya çalışıyor.
ÜRETİM-SÜPER GÜÇ İLİŞKİSİ
Ancak ABD saldırganlığının da genel gidişatı değiştiremeyeceğini görüyoruz. Zira elbette askeri güç önemlidir ancak genel gidişatı belirleyen tek parametre askeri güç değildir. 10 bin yıllık sınıflı toplumlar tarihi göstermiştir ki üretim biçimi ve ilişkileri eskiyen, üretimi zayıflayan süper kuvvetler yıkılır ve onların yerini yeni üretim güçleri alır: Sümer ve Mısır’dan Roma’ya, İngiltere’den ABD’ye bu gerçek hiç değişmemiştir.
Uygarlığın lokomotifliğini yapan “süper güçler” yükselir ve inişe geçer; kimi çarpışarak çöker kimi yerini adım adım bırakır. Bu tarihsel gerçeklik ABD için de geçerlidir.
Sosyalist üretim ilişkisi kapitalist üretim ilişkisinden daha üretkendir; sosyalist piyasa, kapitalist piyasadan daha verimlidir; sosyalist kültür kapitalist kültürden daha insan merkezlidir özetle…
Emperyalist ABD’nin adım adım üretim, ticaret hatta teknoloji gibi alanlarda liderliğini yitiriyor olması bundandır.
BÜYÜK DEĞİŞİMİN TABLOSU
Çin, Satın Alma Gücü Paritesine göre bir süredir dünyanın en büyük ekonomisidir. Kısa bir süre sonra, piyasa fiyatları ölçüsüyle de ABD’yi geçeceği görülüyor. ABD ile Çin arasındaki makasın son 30 yılda nasıl kapandığı, iki ekonomi modelinin hangi büyüme oranlarıyla seyrettiği iktisat teorileri açısından önemli derslerle doludur.
Üretim, elbette ticaret verilerine de yansıdı. Çin’in dünya ticaretindeki payı örneğin 2003’te yüzde 5,9’du; 2019’da yüzde 13,2’ye çıktı. ABD’nin payı aynı yıllarda yüzde 9,8’den yüzde 8,5’e düştü.
ABD’nin perakende piyasalarındaki hacmi örneğin 2009’da 4 trilyon dolar iken Çin’in hacmi 1,8 trilyon dolardı. Çok değil, sadece 10 yılda tablo değişti: 2020 yılında ABD’nin perakende piyasalarındaki hacmi hâlâ 4 trilyon dolar iken, Çin’in 5,5 trilyon dolara yükseldi.
En büyük 500 şirket içindeki tablo da büyük değişime işaret ediyor: Örneğin, 2008 yılında ilk 500 şirket içinde 29 Çin şirketi vardı; gelirleri 1,1 trilyon dolardı ve toplam içindeki payı yüzde 5’ti. Sadece 10 yıl sonra tablo şöyle değişti: 2020’de ilk 500’de 129 Çin şirketi var; gelirleri 8,3 trilyon dolar ve toplam içindeki payı yüzde 25.
UÇAK GEMİLERİNE KARŞI HİPERSONİK FÜZE
Öte yandan Trump döneminde ABD’nin Çin’e ticaret savaşı açması da, o alanda ortaya çıkan büyük değişim nedeniyleydi. Çin, 5G ve yapay zekâ gibi en gelişmiş teknoloji alanlarında ABD’yi geçmiş durumda. Alınan patent sayısında bile büyük değişim yaşanıyor artık.
Kısacası hemen her alanda emperyalist ABD ya geçildi ya da geçilmek üzere. ABD’nin hâlâ açık ara üstünlük sağladığı alan ise askeri gücü…
İşte ABD Biden döneminde bu güce, açık ara önde olduğu askeri gücüne olabildiğince yaslanmak istiyor. Ancak orada da ölçüleri sadece bütçe büyüklüğü ve silah sayısıyla yapmanın oldukça yanıltıcı olduğunu belirtelim: Zira savunma pozisyonu, bu gibi durumlarda saldırı pozisyonundan her zaman daha avantajlıdır. Çin’in uçak gemisi avlayan hipersonik füzelere yatırımı boşuna değil… (CRI)