Merhametin kalplerden firarı: Şiddet
İnsanı tanımlarken eşref-i mahlûkat kavramını kullanırız. Çünkü insan hem kul hem de halife olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Fakat insanın bu kimyasına rağmen fıtratına müdahale edilerek esfel-i safilin konumuna düşebileceği de bize vahiyle haber verilmiştir. İnsan fıtratına müdahale, her ferdin kendi nefsiyle olabileceği gibi, başka insanların fertleri ve toplumları ifsat etmesiyle de olabilir. İşte bu ifsadın neticesi şiddettir. Şiddet insanın fıtratına yaptığı müdahalenin bir sonucu olarak hayatımızda tezahür eder. Şiddet insanlık tarihi kadar eski bir maziye sahiptir. Habil ile Kabil kıssasından bu yana şiddetin hayatımızdaki varlığına şahit olmaktayız.
Öncelikle kelimenin kökeni itibariyle değerlendirdiğimiz zaman şiddet, bir hareketin, bir gücün derecesi anlamında daha geniş anlamıyla duygu ve düşüncede aşırılık, sertlik, cebir, kaba güç ve katılık şeklinde anlamlandırılmaktadır.
Günümüzün modern dünyasında kabul gören tanımlardan Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre şiddet, sahip olunan gücün ve iktidarın, fiziksel ya da ruhsal bir yaralanmaya ve kayba neden olacak biçimde kendine, bir başka insana, bir gruba ya da bir topluma doğrudan ya da dolaylı yolla uygulanmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü tanımda sadece insana yönelik olan boyutuna dikkat çekmişken bizim bu tanımın içerisine diğer canlıları da eklememiz gerekiyor.
Bu tanımda belirtilen ‘kendine’ tabiri Allah Teâla’nın bize bildirdiği “nefsinize zulmetmeyin” emrinin bir yansıması olarak görebiliriz. Kendine karşı yapılan şiddet, intihar ya da sağlıklı yaşam koşullarına riayet etmemek olabileceği gibi insanın asli vazifesini unutturacak, kendisini fıtratının aksine yönlendirecek tavır ve davranış içerisinde bulunması da olabilir.
Ne yazık ki günümüzde çoğu kavram gibi şiddetin de kapsamı ve boyutunu belirleyen algısal tanımlamadır. Günümüz dünyasında şiddet üzerine söylenen her şey aslında algısal bir operasyonun neticesinde şekilleniyor. Daha açık ifade etmek gerekirse şiddetin varlığına işaret edenler aslında şiddetin ne olması gerektiği konusunda bir tanımlamaya tabi tutanlardır. Baktığımızda makul ve meşru tavır ve davranışlar şiddet kavramı içerisine zerk edilerek meşruiyetinin dışında olumsuz bir durum olarak gösterilebiliyor.
Şiddet kavramı, bu şekilde algısal yöntemlerle toplum mühendisliğinin bir gerekçesi olarak kullanılıyor. Günümüzde bunun en bariz örneğini dünyanın mevcut düzenine itiraz eden herkesin bir şekilde şiddetle irtibatlandırılmasında görüyoruz. İşgal edilmiş coğrafyadaki insanların meşru müdafaası bile şiddet olarak gösterilerek mevcut düzene itirazları engelleniyor. Aynı şekilde kadına şiddet konusunda meydana gelen haklı tepki, medya tarafından aileyi ve toplumu ifsada neden olacak hukuki düzenlemeler için zemin teşkil edecek düzlemde işleniyor.
Şiddete yol açan fiil zulüm, fail zalimken, şiddetin mağduru mazlumlardır. O yüzden şiddete karşı verilecek en büyük mücadele zalime ve mazluma karşı yaklaşımla alakalıdır. Şiddeti ortadan kaldırmak için zalime karşı onurlu duruş, mazluma karşı ise merhametli davranış gerekir. Kalplerde onur ve merhamet yok edilmişse şiddeti ortadan kaldırmaya dönük yasal düzenleme ve medyatik propaganda gibi girişimler atıl kalmaya mahkûmdur. (Milli Gazete)