Tarihin sonunu beklerken yükselen ırkçılık
Francis Fukuyama, 1989 yılında üzerinde yoğun tartışmaların yapıldığı “Tarihin Sonu mu?” adlı bir makale yayınladı. Makalesinde özetle soğuk savaş sonrasında yıkılan Sovyet rejimiyle birlikte faşizmden sonra Marksizm’in de liberal demokrasi karşısında yenildiğini iddia etmiştir. Daha da ötesinde liberal demokrasiyi ideolojik anlamda insanlığın gelebileceği nihai nokta olarak görmüştür.
Bu yüzden soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte tarihin sonu geldiğini ve insanların yönetimsel anlamda kemale erdiğini savunmuştur. Fukuyama her ne kadar tezini liberal demokrasi kavramını idealize ederek sunsa da, liberal demokrasinin aslında ırkçı emperyalizmin hedeflerine hizmet edecek şekilde kurgulanmış bir sistem olduğunun farkında olmamız gerekir.
Fukuyama bu tezi savunurken tüm dünyanın liberal demokrasiyi kabul ettiğini değil, kendisine alternatif olabilecek bir ideolojik birikiminin artık kalmadığını ifade etmiştir. Bundan sonra liberal demokrasinin tüm dünyaya hâkim olarak zaferini taçlandıracağını belirtmiştir. Hâlbuki Marks da proletaryanın zaferiyle sınıfsız topluma geçileceğini ve tarihsel gelişim nihayete ereceğini düşünüyordu. Sonuçta Marksizm sınıfsız bir toplum arzu ederken, yolun kutupsuz bir dünyaya çıkacağını beklemiyordu.
İlk aşamada süreç, Fukuyama’nın tezine uygun bir şekilde ilerlemiştir. Sosyalist bloğun çözülmesi ve Sovyetlerin çökmesi gibi gelişmeler liberal demokrasinin nihai bir sistem olduğuna dönük teze olan ilgiyi arttırmıştır. Daha ileriki zamanlara baktığımızda liberal demokrasinin ideal anlamda bir yönetim olamayacağı kendini hissettirmeye başladı. Çünkü mevcut durumun insanlığa bir şey sunamadığını, aksine kötülüğü sürekli büyüttüğünü görüyoruz.
Liberal demokrasinin insan hakları, refah ve özgürlük vadeden uygulamalarının bir noktadan sonra kendi alternatifini doğurabilecek bir istikamete gitmesi muhtemeldir. Bundan dolayı bir süre sonra ırkçı emperyalizm, kurduğu nizamın devamını sağlayabilmek adına liberal demokrasi üzerinde tasarrufta bulunmaktan geri durmamıştır. Buradaki amaç insan haklarının ya da özgürlüğün muhafazası değil, kurulan emperyalist nizamın muhafazasıdır. Bu sonuca ulaşmamızdaki en büyük etken ırkçılığa ve şovenizme dayalı lider merkezli yönetimlere olan rağbetin artmasıdır. Sistemin bu şekilde sürdürülemeyeceğini gören ırkçı emperyalizm ırkçılığa, şovenizme ve diktatörce uygulamalara yol vermiştir.
İnsanlığa çözüm sunmayan liberal demokrasi karşısında geriye bil kuvve güç olarak sadece İslam kalmıştır. Bunun için Müslümanlara yönelik algı çalışmaları ve ırkçı eylemler artarak devam ediyor. Avrupa ve Amerika’da ırkçı saldırıların artmasını, ırkçı söylemlerin yönetimlerde söz sahibi olmaya başlamasını sistemin kendini korumaya dönük refleksleri olarak değerlendirebiliriz. Tarihi sonlandırarak sömürü sistemini mutlaklaştırmak isteyenlere karşı yükselen itirazlar, ırkçılığın gölgesinde susturulmaya çalışıldığı kanaatindeyiz. Yeni Zelanda’da meydana gelen terör eylemi de bundan bağımsız değildir. Müslümanların alternatif olma iddiasını yolun başında durdurmaya yönelik bilinçli bir adım olsa gerek.
Tarihi liberal demokrasiyle sonlandırmak demek, ırkçı emperyalizmin hedeflerine doğru giden yolun önünü açmak demektir. Bu amaç için gerektiğinde insan hakları, demokrasi ve özgürlük gibi değerler yok sayılabiliyor, ülkeler işgal edilebiliyor, terörizm alttan alta desteklenebiliyor ve hamasi söylemlerle ırkçılık harlanabiliyor. (Milli Gazete)