Pantürkizm ve Vahid Azerbaycan Planı Siyonist Bir Projedir
Bir önceki yazımızda de belirttiğimiz gibi, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyib Erdoğan’ın Bakü’de okuduğu şiirden suistifade edilerek İslam Cumhuriyeti’ne karşı başlatılan saldırı ve karalama kampanyasının arkasında yatan kiralık unsurların başında Pan-Türkistler gelmektedir.
Pan-Türkistler Türkiye’de var, Azerbaycan’da var, İran’da da var. Bunların isimleri, partileri, bayrakları farklı olabilir; ama kökenlerine ve kaynaklarına indiğimizde, bu cereyanın siyonizmin ocağından çıktığını göreceğiz.
Bu bir iftira ve karalama değildir. Biz bu cereyanla önce Türkiye’de karşılaştık. Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasında, Türkiye toprakları üzerinde İslam’a karşı savaş açılmasında, Türkiye’nin yönünün Batı’ya çevrilmesinde, “Batılılaşma” adı altındaki siyasi bir projenin uygulanmasında başı çekenlerin siyonistler olduğunu görüyoruz.
Mesela, Türkiye’de “Türkleşmenin Esasları” “Türk Ruhu” adlı kitabı yazan, kitabında “Yahudi milliyetçiliği”ni savunan, İslam’a karşı “Kahrolsun Şeriat” ifadelerini kullanan ve kitabına da “Kemalizm” adını veren kişi bir haham oğlu olan Moiz Kohen’dir.
Moiz Kohen, adından da belli olacağı üzere yahudidir, ama şeytani planlarını tatbik edebilmek için üç adım atmıştır: 1- Adını “Munis Tekinalp” olarak değiştirmiş ve öyle tanınmıştır. Kendisi Türk olmadığı halde “Turancılık” yapmıştır ve İslam’la savaşını sürdürmek için “Kemalizm”e dayanmıştır.
Burada yine başka bir Turancı olan Ziya Gökalp de “Türkçülüğün Esasları” adlı kitabını yazmıştır, o da Mehmed Ziya olan ismini, “Ziya Gökalp” yapmıştır. “Tekinalp” ve “Gökalp” soyadları Türkiye’de Pan- Türkizm’in çıkış noktaları olarak kendini göstermiştir.
Türkiye’de ortaya çıkartılan “Pan Türkizm”, aslında Siyonistlerin Osmanlı devletini yıkıp Filistin’i ele geçirmek için Osmanlı’ya karşı sürdürdükleri siyasi, askeri ve ideolojik savaşta kullandıkları bir araç olmuştur.
Pan-Türkizm aynı zamanda, Seyyid Cemaleddin Esedebadi’nin yol göstericiliğinde Osmanlı’da büyük ilgi görüp taraftar bulan “İslam Birliği” idealine karşı bir hançer olarak kullanılmıştır.
Çünkü Seyyid Esedabadi, “İslam Birliği”ni dünya müslümanlarının zindeliği ve esenliği için tek kurtuluş yolu olarak ortaya koymuş, bu noktada çok ciddi ve etkili çalışmalar yapmıştı. Seyyid Cemaleddin hem “İslami Uyanış”ın hem de “emperyalizme karşı direniş”in cesur bir öğretmeniydi. Onun yayınladığı “Urvetu’l Vuska” dergileri bunun apaçık örneklerindendi.
İngiliz emperyalizmi ve siyonizm, “İslami uyanış” ve “İslam Birliği” davasının karşısına, Türkiye’de “Kemalizm”, “Batıcılık” ve “Türkçülük” cereyanlarını çıkarttı, ama bunu doğrudan kendi eliyle değil de, kendi tezgahlarında yetiştirdiği işbirlikçileri ve kiralık unsurları eliyle yürüttü.
Bu konuda ilgili başka isimler ve kitapların da üzerinde duracak, bu ifsad ve yıkım cereyanlarının İslam ülkelerinde nasıl uygulanmaya çalışıldığının örneklerini vermeye çalışacağız.
Siyonist ideoloji ve proje sahibi olan unsurlar, genellikle içinde bulundukları ülkeye uyumlu, o ülkenin diline, kavmine, rengine düşkün bir profil sergilemeye çalışırlar ve özellikle de vatansever gözükürler. Gerçekte ise, İslam ülkelerinin yıkılması, İslam toplumlarının parçalanması, Müslüman neslin ifsada düşmesi, ve İslam’dan uzaklaşması için yıkıcı faaliyetlerini örgütlü ve planlı bir şekilde sürdürürler.
Onun için bunlar bir yerde “Pan Türkist” diğer bir yerde “Pan Arabist” başka bir yerde ise “Pan Farsist” veya “Pan Kürdist” olurlar. İslam ümmetinin bütünlüğünü, beraberliğini ve kardeşliğini parçalamanın, onları birbirinden koparmanın ve onları birbirine düşmanlaştırmanın en etkin yolu, siyonistlerin bu stratejisi olmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu o şiirde;
"Aras'ı ayırdılar
Kum ile doldurdular;
Ben senden ayrılmazdım
Zor ile ayırdılar,
Ay Lâçin, can Lâçin,
Men sene kurban Lâçin"
Burada Aras’ın kuzeyi ve güneyi arasında oluşan ayrıma hüzünlü bir vurgu yapılmaktadır. Azerbaycanlı şair Bahtiyar Vahabzade ve Tebrizli Şair Şehriyar’ın karşılıklı olarak birbirlerine yazdıkları şiirler de olmuş, bu şiirlerinde hüzünleri ve birbirlerine olan özlemleri hep dile getirilmiştir.
Azerbacan’nı milli şairi Bahtiyar Vahabzade‘nin 1959 yılında yazdığı “Gülistan” şiirinden örnek verecek olursak:
“Arazın suları sinirli, taşkın,
Şeker şarkıları ahtır, haraydır.
Vatan kuşa benzer kanatlarının,
Bir bu taydırsa, biri o taydır.
Kuş iki kanatla uçar, yükseler,
Ben nice yükselim tek kanatımla,
Yürekler bu dertten tuğyana geler,
Akar gözümüzden yaş damla damla”
Bu şiir Rus İran savaşında, Rusya’nın Azerbaycan bölgesinin kuzeyini ele geçirmesine karşı bir ayrılık hüznünü ifade eder. Çünkü Rus saldırısı sonucu Aras’ın kuzeyindeki iller İran’dan kopartılarak Rusya’nın hakimiyetine geçer. İran’ın önce 1813 yılında imzaladığı Gülistan Antlaşması ve en nihayetinde, 1826-1828 Rus-İran Savaşı’nın ardından imzalanan Türkmençay Antlaşması ile Aras’ın kuzey bölümü İran’dan kopartılmış oldu.
Bahtiyar Vahabzade’yi hüzünlendiren nokta da, araya bu ayrılığın girmesi idi, yoksa, Aras nehrinin güneyindeki topraklar gibi kuzeyindeki topraklar da İran devletinin toprakları içindeydi. Yani eğer bir ülkenin toprakları elinden alındıysa, toprakları elinden alınan ülke o dönemde İran’dı.
Yine o dönemde İran’a hakim olan yöneticiler Türkmen boylarından olan ve 1779’dan 1925 arası İran’daki egemenliğini sürdüren Kaçar hanedanlığı idi. Safeviler ve Kaçarlar’ın yönetimi İran’daki Türk yönetimlerini ifade eder.
Dolayısıyla, Azerbaycan’ın kuzeyi ve güneyi, Kaçar yönetimi ile Ruslar arasındaki savaşta, Ruslar’ın Aras’ın kuzeyindeki bölgeyi İran’dan koparmasıyla ayrılmış olur.
Doğal olarak da kuzeyde kalan Azeriler Rus yönetimi altında kalır, güneydeki Azeriler’de İran sınırları içinde yaşamaya devam eder.
Bu tarihsel gerçeklik varken; Pan-Türkist’lerin “Güney Azerbaycan” söylemiyle, sanki Azeri kentleri Fars’lar tarafından Azerbaycan’dan koparılmış gibi bir propaganda yapmaları emperyalist ve siyonist bir projeden başka bir şey değildir.
Zaten Ruslarla anlaşma yapan dönemin İran yöneticileri, yani Kaçar Hanedanı Fars değildi. Kaçar’ların kendileri de Azeri idi, başkenti Tahran olan bütün İran’ı yönetiyorlardı.
Bu gerçekliği kuşkusuz ki, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan da bilme durumundadır ve okuduğu şiirin kastı, İran’ın Azerbaycan bölgesini İran’dan koparıp alma gibi bir niyet kesinlikle değildir. Aksi takdirde, eğer bir ülke toprak isteme durumunda olacaksa, bu da Rus savaşı sonrasında Aras’ın kuzeyindeki toprakları tekrar geri almak isteyen İran olur. Zira İran’da yaşayan Azeri nüfusunun sayısı Azerbaycan Cumhuriyeti’nde yaşayan Azerilerin nüfusundan da kat kat fazladır…
Bugün uluslararası ilişkilerde, resmi sınırların tanınmışlığı vardır. Mesela İmam Hamenei, Ermeni işgali altındaki Karabağ topraklarının tamamının Azerbaycan toprağı olduğunu söylerken, bu toprakların Azerbaycan Cumhuriyeti’ne tekrar geri dönmesi gerektiğini, Azerbaycan’ın Karabağ’ı özgürleştirme mücadelesinin de haklı ve meşru bir mücadele olduğunu belirtirken, de uluslararası tanınmış sınırları ölçü alıyordu.
Dolayısıyla, uluslararası tanınmış sınırlar tartışmaya açılacak olursa, hem onlarca devlet ortadan kalkmış, sınırlar değişmiş, hem de çatışmalar ve savaşlar her tarafa yayılmış olur.
Burada bizim elbette bir “birlik” ve “birleşme” idealimiz vardır; bu ideal, birbirinden ayı kalan tüm kardeşleri birbirleriyle buluşturacak “İslam Birliği” idealidir. Seyyid Cemaleddin Esedabadi’nin bayraklaştırdığı üzere, İslam Birliği demek, aynı zamanda ümmet bütünlüğü ve dayanışması demektir, bütün halklarıyla emperyalizm karşısında tek yumruk olmak demektir.
Peki nasıl oldu da, Erdoğan’ın okuduğu o şiir, iki ülke arasında gerginliğe yol açacak kadar bir tartışmanın ve husumetin konusu haline getirildi?
Müslüman ülkeleri ve Müslüman halkları birbirine düşman etme hedefini sürdüren emperyalistler ve siyonistler, yıllar boyu sürdürdükleri toplum mühendislikleri ve algı operasyonlarıyla Müslüman ülkelerin ve halkların birbirleriyle olan kardeşlik bağlarını, komşuluk ilişkilerini, yakın dostluklarını bozacak projeler hazırlamışlar, ırkçı/kavmiyetçi cereyanları bunun için icat etmişler, bu cereyanlar vasıtasıyla ifsad ve yıkım operasyonlarını sürdürmüşlerdir.
İngiliz emperyalizminin başlattığı “Oryantalizm” öncelikle İslam toplumlarını ve ülkelerini çok yönlü ve derinden tanımaya yönelik bir proje idi. Ardından bu projenin ikinci aşamasında, İslam toplumlarını zayıflatmak, parçalamak ve birbirine düşman etmek amacıyla, siyasi ve psikolojik savaş mekanizmaları kuruldu. Son olarak da, emperyalizm ve siyonizmin çıkarlarını ve güvenliğini tehdit eden, onlar için büyük bir tehlike olarak görülen İslami direnç odaklarını etkisizleştirme amaçlı yıkıcı saldırıların namlusu ve pusulasına dönüştürüldü.
Amerika ve siyonizmin İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik saldırılarının temel sebebi de bu. Onlar, İslam İnkılabı’nın Amerika ve siyonist rejimin güvenlik ve çıkarları için tehdit ve tehlike olmaktan çıkarılması amacıyla dört koldan saldırıyorlar.
Halbuki İslam devrimi, sadece İran’da değil, yeryüzündeki bütün mazlum ve mustazafların müstekbir ve tağutlara karşı mücadelesinin zaferini hedeflemektedir. Onun için İslam devriminin müstekbir ve siyonistlerle kavgası bitmeyeceği gibi, müstekbirlerin ve uşaklarının da İslam Cumhuriyeti’ne karşı saldırı ve komploları durmayacaktır.
Rabbimizin vadettiği üzere, bu savaş hakkın batıla nihai galebesi ile sonuçlanacaktır…