Erdoğan'ın uzlaşma treninin bir sonraki durağı Şam
Abdel Bari Atvan, Erdoğan'ın yaklaşık on yıl sonra bölgedeki politikasının değiştiğine, onun Kahire ve Riyad'la uzlaşma çabalarının sebebini analiz ederek Ankara’nın ilişkileri sakinleştirme treninin bir sonraki durağının Şam olabileceğini yazdı.
Rey el-Yevm Gazetesi Başeditörü Abdel Bari Atvan kaleme aldığı makalesinde, Erdoğan'ın yaklaşık on yıl sonra bölgedeki politikasının neden değiştiğine, onun Kahire ve Riyad'la uzlaşma çabalarının sebebine değindi ve Ankara’nın ilişkileri sakinleştirme treninin bir sonraki durağının Şam olabileceğini yazdı.
Atvan kaleme aldığı makalesinde, Ankara’nın Şam’a yakınlaşma olasılığı ile ilgili olarak iki teori gündeme getirdi ve Türkiye'nin, son on yıldaki politikalarından dolayı verdiği zararı azaltmak için duruşunu yumuşatmak ve Şam'dan dostluk talebinde bulunmak zorunda kalacağının muhtemel olduğunu belirtti.
Abdel Bari Atwan’ın kaleme aldığı makalenin metni şöyle oldu:
Türkiye'nin Suudi Arabistan ve Mısır'a ve belirli ölçüde BAE ve Bahreyn'e kademeli ve aceleyle başlattığı bu siyasi açılım, bu taraflar arasındaki ilişkilerde neredeyse son on yıldır düşmanlık olduğu dikkate alınarak, Arap siyasi çevrelerinin, analistlerin ve medya mensuplarının dikkatini çekti.
Birkaç ay öncesine kadar, Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi danışmanı Dr. İbrahim Kalın'ın Suudi yargısını öveceğini ve Cemal Kaşıkçı suikastında sekiz sanığa verilen hapis cezasını takdir edeceğini kim düşünebilirdi?
Önümüzdeki hafta ilk Türk heyetinin Kahire’ye gideceğini kim düşünürdü?
Türkiye ile çoğu Arap ülkesi arasındaki ilişkilerde yaklaşan bu darbenin arkasında dört ana gelişme var:
Birincisi, Türkiye'deki liderlik, Mısır'a ve Suudi liderliğindeki Körfez İşbirliği Konseyi'ne karşı son on yılda uyguladığı "şok ve terör" siyaset ve medya politikalarının geri teptiğini fark etti ve bu politika, Türkiye'yi, bu ülkenin ekonomisini ve İslami liderliğini olumsuz etkiledi.
İkincisi, Erdoğan, Arap Baharı "devrimlerinden" sonra dayandığı "siyasal İslam’ın” özellikle Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, Libya ve Irak olmak üzere bu ülkelerdeki rejimleri değiştirmede başarılı olamayacağına ve zor ekonomik şartlar gölgesinde bu konuya dayanmanın, Türkiye'nin izolasyonuna ve Batı'nın Türkiye'ye ve iktidar partisine düşmanlığına ve bunun ciddi bedelleri olacağına ikna olmuş gibi görünüyor.
Üçüncüsü: İran’ın güçlü bir cephanelikle bölgedeki nüfuzunun artması ve en önemlisi Siyonist planla mücadele, işgalci İsrail rejiminin tamamen yaptırım uyguladığı bir durumda Yemen, Lübnan, Suriye, Irak ve işgal altındaki Filistin’de güçlü askeri kollarla bir direniş ekseninin kurulması ve son olarak füzelerin el-Nakab’daki Dimona yakınlarına isabet etmesi olmak üzere İran’In temel ve merkezi Arap sorunlarına destek olmasıdır.
Dördüncüsü: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Körfez ülkelerinin liderleriyle, ABD'nin ilk günden bu yana kendilerine yönelik politikasını kademeli olarak değiştiren Joe Biden başkanlığındaki yeni bir ABD yönetiminden korkma konusundaki ortak noktalarıdır.
Biden, Yemen savaşında Suudi koalisyonuna desteğini geri çekti, Ermeni soykırımını kabul etti ve Etiyopya'nın En-Nahda Barajı'ndaki duruşuna hala güçlü bir ilgisi var ve Biden Mısır cumhurbaşkanıyla temasa geçmek için herhangi bir adım atmadı.
Bu günlerde şiddetle sorulan soru şu:
Başlamak üzere olan Türk "sakinleştirici" treni sadece Kahire, Riyad ve Abu Dabi'de mi duracak, yoksa coğrafi olarak Ankara'ya daha yakın olan Şam'a mı gidecek mi?
Burada iki görüş var:
İlk görüş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türk etnik ve ırksal kimlik kartını kullanmaya ve aşınmakta olan Suriye'deki askeri müdahalesini güçlendirmek için İran'ın artan nüfuzuna karşı koymak için bir Sünni ekseni oluşturmaya çalışacağıdır.
Ancak bu teorinin gerçekleşmesini baltalayan şey, Mısır'ın bu yaklaşımlara ve etnik ve dini perspektiflere karşı çıkması ve devletin seküler yapısını ve diğer dinler ve mezhepler arasında bir arada yaşama ilkesini vurgulama olasılığıdır.
İkinci görüş ise şöyle diyor: Türkiye’nin Arap dünyasının en önemli iki kutbu olan Suudi Arabistan ve Mısır ile bu aceleci ılımlı yaklaşımı, bu her iki ülkenin Şam ile ilişkilerini açması ve Suriye'nin Arap Birliği’ne dönmesine karşı çıkmamalarıdır ve muhtemelen bu aynı zamanda Suriye ile uzlaşmanın bir başlangıcıdır. Türkiye-Suriye ilişkilerinde Rusya'nın arabuluculuğu ile sakinlik belirtilerinin olduğuna ve taraflar arasında bilgi diyaloğu kanallarının kısmen yeniden açılmasının söz konusu olduğuna dair teyit edilmiş bilgiler var.
Türkiye'nin tutumundaki bu darbe, bu ülkenin özellikle Libya ve Suriye'deki eski siyasi ve askeri müdahalelerinin politikasının başarısızlığının ilk itirafıdır.
Erdoğan bu tür müdahalelerle hata yaptı ve dostlarını korumadan kendisine birçok düşman edindi. Özellikle Libya, Suriye ve Irak'ta istikrarsızlık ve kaos yaratmaya dahil oldu. Sonunda bu hasarı azaltmak için bu müdahalelerden geri dönmek zorunda kalacak.
Erdoğan’ın, Kahire ve Riyad'ın kapılarını dostluk arayışıyla çalacağını, Müslüman Kardeşler'i bir kenara bırakacağını, onun medya kollarını kapatacağını ve Türkiye'nin yararına olarak adlandırdığı şeyi korumak için onu feda edeceğini kim düşünürdü? …Ve Allah en iyisini bilir?’ (Rey el-Yevm)