Ümit ile Korku Arasında Olmak
Rahman ve Rahim olan, tövbeleri kabul eden, affeden Yüce Mevlâ, kullarının isyana kalkışmamaları için kendisinden korkulmasını emrederek şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun. Herkes yarın için önden ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Hiç şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Haşr, 18)
Dinimiz bizlere korku ile ümit arasında olmaya teşvik eder. Yüce Rabbimiz cc şöyle buyurmuştur: ‘’De ki : Ey günahta aşırı giderek nefislerine zülmetmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Muhahkak ki Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Öyleyse azap gelmeden önce rabbinize dönün ve O’na teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz.’’(zümer 53-54)
Rabbimiz cc bir hadis-i kudside: ‘’Kulum göklere ulaşacak günah işlerse, fakat rahmetimden ümidini kesmeyip, mağfiret dilerse afederim’’ buyurmuştur..
Ümit ve korku hali, mümin için vazgeçilmez iki güzel denge ahlâkıdır. Bu sayede Hak yolunda yol alınır, amel yapılır, ameller korunur. Allah ‘u Tealâ şöyle buyurmuştur:
“Onlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler.” (Secde16)
“Onlar ahiretten çekinir ve Rabbinin rahmetini umarlar.” (Zümer, 9)
Peygamber Efendimiz(s.a..v), ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona, ‘’sen kendini nasıl buluyorsun’’ diye sordu. Genç, ‘’ben Allah’ın affını umarım Ya Resulallah! Ve günahlarımdan da korkarım’’
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki, ‘’bu halda iken herhangi bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğu azaptan emin kılar.’’ (nesei)
Mümin daima korku ve ümit arasında bulunmalıdır. Çünkü fazla korkudan ümitsizlik, aşırı ümitten de gaflet doğar. “Kendini hep ümitle meşgul eden tembelleşir, amelsiz kalır. Kendini sürekli korku ile meşgul eden de ümitsizliğe düşer. Bu sebeple insan hem ümit hem korku ile meşgul olmalıdır. Mümin
Allah’tan en çok korkan, O’nu en çok bilendir. Bu sebeple Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz; “Allah’a yemin ederim ki, Allah’tan en çok korkanınız, O’ndan en fazla sakınanınız benim.” buyuruyor. (Buharî; Müslim .)
Allah cc buna işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Kulları içinde Allah’tan ancak alimler korkar.” (Fâtır, 28)
Rasulullah s.a.v. Efendimiz, ölüm halinde bulunan bir gencin yanına gitti. Gence:
– Kendini nasıl buluyorsun, diye sordu. Genç:
– Allah Tealâ’nın rahmetini umuyorum. Günahlarımdan da korkuyorum, dedi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v.:
– Bir kulun kalbinde bu ikisi bir araya gelirse, Allah Tealâ o kula umduğunu verir, korktuğundan emin kılar, buyurdu. (Tirmizî)
Hz. Ömer r.a. şöyle derdi:
“Semadan birisi, ‘Ey insanlar, bir kişi hariç hepiniz cennete gireceksiniz!’ demiş olsaydı, o bir kişinin kendim olmasından korkardım. Yine semadan birisi, ‘Ey insanlar, bir kişi hariç hepiniz cehenneme gireceksiniz’ demiş olsaydı, cehenneme girmeyecek olan o tek kişinin ben olacağımı ümit ederdim.”
Allah dostlarından biri şöyle buyurmuştur: “Havf ve reca (ümit ile korku) bir kuşun iki kanadı gibidir. İkisi birden bulunursa hem kuşun kendisi, hem de uçuşu düzgün olur. Kanatların birisi bulunmazsa, kuş da, uçması da eksik olur. Kanatların ikisi de bulunmayan kuş ölüme terk edilmiş olur.”
Ebu Hüreyre r.a. anlatıyor:Rasulullah s.a.v. şöyle buyurdu:
“Bir adam vardı, (günah işleyerek nefsine zulmetmekte) çok ileri gitti. Ölüm gelip çatınca oğullarına:
– Ben ölünce cesedimi yakın, külümü iyice ezin ve rüzgâra saçın. Allah’a yemin olsun, eğer Rabbim beni bir yakalarsa hiç kimseye vermediği azabı verir, dedi.
Ölünce bu söylediği yapıldı. Allah da yere emrederek, ‘Sende ona dair ne varsa bana toplayıver!’ dedi.
Yeryüzü de topladı. Allah Tealâ adama:
– Sen böyle bir vasiyeti niye yaptın, diye sordu. Adam:
– Senden korktuğum için ey Rabbim, cevabını verdi. Bunun üzerine Allah Tealâ onu affetti.
Yüce Allah, müttakilere (Allah’tan korkanlara, sakınanlara) dünyada özel olarak tasdik ve hakka şahitlik makamını verdiği gibi, ahirette de kendilerine Refik-i Âlâ’yı verecektir. Çünkü müttakiler ilim ehli olduklarından peygamberlere vâristirler. Bu sebeple de onlarla beraberdirler. Hak Tealâ bu beraberliği şöyle belirtmiştir: “İşte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlih kişilerle beraberdir.” (Nisa, 69)
(NİHAT ÇAM)