Birleşik Krallık Artık Dağılmanın Eşiğinde
İskoç Ulusal Partisi, Eylül 2014'teki referandumda bağımsız İskoçya rüyasını gerçekleştiremese de, son genel seçimlerde Westminster'daki en büyük üçüncü parti konumuna yükseldi. Referandum öncesinde Birleşik Krallık'tan ayrılmamaları için kendilerine verilmiş sözlerin tutulmamasına kızan İskoçlar, yeni bir referandum noktasında bu kez bağımsızlığa "Evet" diyecektir.
Bu şekilde olması gerekmiyordu. 2014 Eylül ayında Birleşik Krallık, İskoç milliyetçilerinin bağımsızlık referandumunu kazanmaya beklenmedik biçimde yaklaşması sonucu dağılmanın eşiğine gelince, Westminster'ın ağır topları, İskoçlara bir arada kalmayı tercih ettikleri takdirde her şeyin güzel olacağına dair sözler verdi.
Ne de olsa İskoçya'nın Edinburgh'da kendi parlamentosu var ve bu parlamento, sağlık ve eğitim gibi seçmenleri etkileyen çoğu meselede karar alma yetkisine sahip.
İskoçların, Birleşik Krallık çatısı altında kalmayı seçmesi siyasi sınıflar tarafından memnuniyetle karşılanmış olabilir, ama Birleşik Krallık'ta referandumda söz hakkı olmayan birçoklarına göre bu, İskoçların "hem karnım doysun, hem pastam dursun" mantığıyla hareket ettiklerinin bir kanıtıydı.
Referandum yenilgisinin ardından İskoç Ulusal Partisi'nin (SNP) Westminster'da işi bitmiş bir siyasi güç haline gelmesi; Holyrood'daki İskoç parlamentosunda oturup Birleşik Krallık'ın kendisine ait kısmını yönetmesi; güneyi yönetme işini ise "gerçek" partilere bırakması bekleniyordu.
Hatta uzun süredir partinin liderliğini yapan Alex Salmond, bağımsız bir ulus hayalleri en az bir nesil daha suya düşünce, sonuçların açıklandığı gün istifa etti.
Farklı bir siyasi manzara
Fakat sekiz ayda neler neler değişti. Bugün Birleşik Krallık çok daha farklı bir siyasi manzara ile karşı karşıya. SNP, neredeyse ezici bir galibiyetle İskoçlara ait 59 sandalyenin 56'sını kazanarak Westminster'daki en büyük üçüncü parti konumuna yükseldi.
İngilizlerin en büyük korkusu, hiçbir partinin mutlak çoğunluk sağlayamadığı bir parlamentoda SNP'nin etkili olması; etek giyen bir grup karanlık İskoç'un ülkenin geleceğini belirlemesiydi. Sağcı basının da her zamankinden daha dar görüşlü ve şoven manşetler atarak iyice körüklediği bu endişe, Muhafazakarların kesin çoğunluğu kıl payı da olsa kazanmasıyla giderilmiş oldu.
Fakat SNP'nin zaferi yine de ülkenin siyaset sahnesinde deprem etkisi yaratacak bir gelişme. İşçi Partisi, azınlık hükümeti için İskoçlardan destek dilenmek zorunda kalmayacaksa da (ki Genel Başkan Ed Miliband de böyle bir şey yapmayacağını kesin bir dille söylemişti), İşçi Partisi ve SNP'den oluşacak bir muhalefet bloğu, gayriresmi nitelikte bile olsa, David Cameron'ın hükümetteki işini zorlaştıracaktır.
İskoçya'daki ulusal partiler, bir karışıklık içinde olmaktan ziyade tamamen bozguna uğramış durumda. İşçi Partisi'nin İskoç lideri Jim Murphy, felaket bir seçim kampanyası neticesinde kendi sandalyesinden olmanın utancını yaşadı. Liberal Demokratlar, eski Hazine Genel Sekreteri Danny Alexander ve partinin eski liderlerinden Charles Kennedy'nin de aralarında bulunduğu en önemli kayıplarını İskoçya'da verdi. (İskoç Muhafazakarlar aslında Ruth Davidson'ın yeni bir siyasi güç olarak ortaya çıktığı iyi bir kampanya yürüttü, ancak sınırın kuzeyinde sadece tek bir sandalyelerinin olması, muhafazakarların önemsizliğini pekiştiren bir durum.)
Peki işler nasıl bu noktaya geldi? Henüz aylar öncesine kadar siyasi açıdan köşeye sıkışmış vaziyette olması gereken bir parti nasıl böyle iyi bir sonuç alabildi? Bunun cevabı şu: Ulusal siyasi partiler, referandumu kazanarak bir nevi ülkenin kaçınılmaz bölünmesinin tohumlarını ekmiş oldu.
Kaçınılmaz ayrılık
Referandum tarihi yaklaşıp anketlerden bağımsızlık için "Evet" kampanyasının kazanacağı yönünde şok edici tahminler çıkarken, başlıca partiler de İskoç seçmenlerin desteğini ve güvenini kazanmak adına büyük çaplı bir kampanya başlattı.
İşçi Partisi, Liberal Demokrat Parti ve Muhafazakar Parti liderleri, örneklerine giderek daha az rastlanan bir birlik içinde, İskoç komşularına olan ölümsüz sevgilerini göstermek ve İskoçlara Birleşik Krallık'a bağlı kalmaları karşılığında olmayacak vaatlerde bulunmak için kuzeye gitti.
Derler ki bugün alelacele verilen sözler, yarın yalan olur. İskoçya örneğindeki sözlerse verildiklerinden daha da hızla çöpe gitti. İskoçlar da berbat bir kandırmaca olarak nitelendirdikleri bu durum karşısında partileri cezalandırdı.
Oyların SNP'ye kaymasına olsa olsa siyasi faydacılık denebilir. En iyi koşullarda siyaseten bilinçli sayılabilecek bir kesim olan İskoç seçmeninin amacı, sadece Westminster'de mümkün olan en iyi şekilde, yani diğer bir deyişle referandumda kendilerine vadedilenleri elde etmek için savaşacak bir grup tarafından temsil edilmeyi garanti altına almak.
Bağımsız İskoçya
Peki ama gelecek ne getirecek? SNP, gündemlerinde yeni bir referandum olmadığında ısrarlı. Ancak buna sakın inanmayın, zira partinin varlık nedeni zaten bağımsız İskoçya ülküsüne dayanıyor. SNP lideri Nicola Sturgeon, seçmenleri selefinin hayal bile edemeyeceği şekilde avucunun içine almayı başardı.
Bir ulusal medya histerisiyle adeta şeytanlaştırılmalarına ve ülkedeki önemli partilerin ihanetine öfkelenen İskoçlar, "Sturgeon etkisinin" de tesiriyle önümüzdeki 5-10 yıl içinde yeniden referandum talep edip kazanacaktır.
İskoç siyaset sahnesinden zaten defedilen başlıca ulusal partiler, 2014'teki gibi bir "Hayır" kampanyası için gerçek manada mücadele etmek istemeyecek; İskoçların kendi iç işleri üzerinde etkili olmasına öfkelenen İngiliz seçmenlerse, kuzenlerine memnuniyetle "güle güle" diyecektir.
"Batı Lothian Sorunu", yani İskoçya, Galler ya da Kuzey İrlanda'daki Westminster milletvekillerinin sadece İngiltere'yi etkileyen konularda söz sahibi olabilmesi meselesi, Birleşik Krallık'ın dağılmasıyla nihayet kesin olarak çözülmüş olacak.
(Alistair Crighton / Al Jazeera)