Britanya’nın unutulmuş kauçuk savaşı — Mark Curtis

Çevirmenin notu: Kraliçe II. Elizabeth’in geçen hafta nihayet tahtalı köyü boylamasının ardından sosyal ağlarda verilen tepkilere bakılırsa İngiliz imparatorluğunun soygunlar, yağmalar ve katliamlarla dolu tarihi unutulmuş gibi görünüyor. Declassified UK araştırma gazetecilik portalının kurucusu ve editörü Mark Curtis, Britanya’nın sömürgecilik tarihinden çok kısa bir kesit sunuyor.
Britanya’nın unutulmuş kauçuk savaşı
Şimdi adı Malezya olan Malaya’da 1948 ve 1960 yılları arasında ilan edilen sözümona olağanüstü hal, Britanya tarafından Malaya Ulusal Kurtuluş Ordusu’na (MNLA) karşı yürütülmüş bir kontrgerilla harekatıydı.
MNLA, İngiliz imparatorluğundan bağımsız olma ve bölgedeki Çin topluluğunun çıkarlarını muhafaza etme amacındaydı. Kuruluşunda büyük ölçüde Malaya Komünist Partisi (MCP) mensuplarının yer aldığı MNLA’nın mensupları çoğunluklu olarak Çinliydi.
Fakat güneydoğu Asya’daki savaş, uzun zamandır İngilizlerin çoğu analizinde Soğuk Savaş esnasında komünizme karşı verilmiş bir mücadele olarak sunulsa da MNLA, Sovyetler veya Çinli komünistlerden çok az destek aldı.
İngiliz hükümetlerinin başlıca kaygısı, esasında bundan ziyade ülkenin kauçuk ve kalay rezervleriydi.
Sömürge İdaresi’nin 1950 tarihli bir raporunda, Malaya’nın kauçuk ve kalay madenciliği endüstrilerinin İngiliz Milletler Topluluğu’nun en büyük kazancı olduğu kaydedilmişti. Malaya dünyanın en büyük kauçuk üreticisiydi, bölgenin kauçuktan elde ettiği gelirin yüzde 75’ini elinde tutuyordu ve bu endüstrideki en büyük işverendi.
Sömürgeciliğin bir neticesi olarak Malaya’nın büyük işletmelerinin çoğunun sahibi İngiliz sermayesiydi. Başta İngilizler olmak üzere diğer Avrupalılar da etkindi. Kauçuk arazilerinin yüzölçümünün yaklaşık yüzde 70’i, başta İngilizler olmak üzere Avrupalı şirketlere aitti.
Malaya, 1952’de bir İngiliz Lord tarafından esas olarak kauçuk ve kalay rezervleri nedeniyle “güney ve doğu Asya’daki en büyük maddi ödül” olarak tanımlandı. Başka bir Lord ise bu kaynakların Britanya için “çok büyük bir şans” olduğunu, zira “savaşın sonra ermesinden bu yana ülke halkı ve Sterlin Bölgesinin yaşam standardını çok büyük ölçüde yükselttiklerini” ilan etti.
Lord, “Malaya olmadan, kalay ve kauçuktan elde ettiği geliri olmadan ne yaparız bilmiyorum” diye ekledi.
İsyan, [Britanya’nın] bu “maddi ödül” üzerinde kurduğu kontrole tehdit oluşturdu. Britanya’nın İşçi Partisi hükümetindeki Sömürge Sekreteri Arthur Creech-Jones, 1948’de “Malaya’nın ihracatına ciddi bir müdahale olmasının, sterlin/dolar paritesini kayda değer ölçüde negatif etkileyeceğini” belirtti.
İşçi Partili Clement Attlee hükümeti, 1948’de İngiliz ordusunu bu ticari çıkarları korumak adına klasik bir imparatorluk refleksiyle bölgeye gönderdi.
Dışişleri Bakanlığı, gizli bir belgede “daha dar bir bağlamda”, “Haydutlara karşı savaş, kauçuk endüstrisinin korunmasına yönelik bir savaştır” gözlemini yaptı.
Siyasi reform
Savaşın kökeni, İngiliz sömürge makamlarının Malaya’daki nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Çinlilerin haklarını güvence altına almayışında yatıyordu. 1948’de Britanya, Malayları imtiyazlı kılacak ve Çinlilerin yaklaşık yüzde 90’ını vatandaşlıktan çıkaracak yeni federal anayasanın destekçisiydi.
Bu plan doğrultusunda İngiliz Yüksek Komiseri, yürütme ve yasama Konseyi mensuplarının tamamının kendisi tarafından seçildiği, demokratik olmayan merkezi bir otoriteye başkanlık edecekti. Dolayısıyla Çinlilerin hilafına reforme edilen siyasi hatta taş konuldu.
Halihazırda ayaklanma propagandası yapan Malaya Komünist Partisi, ya gelecekteki siyasi rolünün çok sınırlı olacağını kabul etmek zorunda kalacak ya da sahaya inip İngilizlere ülkeyi terk etmeleri için baskı yapacaktı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon işgaline direnmeleri için Britanya tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış bir isyan hareketi oluşturulmuştu. Japon işgalcilere karşı tek aktif direnişi gösterenler Malaya Çinlileriydi.
Büyük ölçüde hoşnutsuz Malaya Çinlilerinden oluşan MLNA, sayıları yarım milyonu aşan yoksul Çinli rençberlerden ve “gecekondulardan” önemli ölçüde destek aldı.
Malayalı politikacıların rençberleri ekim yapılacak yeni arazilere yer açmak için kauçuk arazilerindeki evlerinden tahliye etmekle tehdit etmesi nedeniyle isyan çoğu insanı cezbetti. Ormanlık alanlarda yaşayan gecekonducular toplu tutuklamalara maruz kaldı.
Savaş gerçekliği
3 bin ila 7 bin kişilik isyancı güçle mücadelede 1952 yılı dönüm noktasıydı. O dönem eski askeri istihbarat direktörü ve imparatorluğun Genelkurmay Başkan Yardımcısı olan Sir Gerald Templer, Başbakan Winston Churchill tarafından Malaya Yüksek Komiseri olarak atandı.
Templer, “bu ülkedeki silahlı komünistlerin çekirdek kadrosunun fanatik olduğu, yok edilmeleri gerektiğini ve imha edileceklerini” ilan etti.
Savaşa ağır bombardıman uçakları getirilmiş, isyancıların mevzilerine yaklaşık 4 bin libre kütlede binlerce bomba bırakıldı. Britanya, savaşın ilk 5 yılında 4 bin 500 hava saldırısı gerçekleştirdi.
1951’in ekim ayında isyancılar, Yüksek Komiser Sir Henry Gurney’i pusuya düşürmeyi ve öldürmeyi başardılar. Her iki tarafta da vahşetlere imza atıldı ve isyancılar, korkunç saldırılara ve cinayetlere fazlaca maruz kaldılar.
Genç bir İngiliz subay, isyancılarla savaşırken şunları söylemişti: “İnsanları vuruyorduk. Öldürüyorduk… Bu en çıplaklığıyla vahşice elde edilmiş bir başarıydı. Kasaplıktı. Korkunçtu”.
Arka arkaya Britanya’nın öldürdüğü insanların toplam sayıları yayımlandı ve bu, ordu birimleri arasında bir rekabet kaynağı haline geldi. Zorunlu görevdeki bir asker, “Bizimle devriyeye çıkan subaylarımızın tek bir şeyle ilgilendiğini fark ettiğimi hatırladım: Mümkün olduğu kadar çok insan öldürmek” demişti.
Ardı ardına cinayetler
En bilindik vahşet, 1948’in aralık ayında başkent Kuala Lumpur’un kuzeyindeki Batang Kali köyünde İngiliz ordusunun köyü yakmadan önce 24 Çinliyi katletmesiyle işlendi.
İngiliz hükümeti önce köylülerin gerilla olduklarını, sonra da kaçmaya çalıştıklarını iddia etti, ikisi de doğru değildi.
Scotland Yard’ın katliama ilişkin soruşturması, 1970 yılında Edward Heath hükümeti tarafından iptal edildi ve detayların hiçbiri, hiçbir zaman resmi olarak soruşturulmadı. İngiliz hükümeti, hala kamu davası açılmasını reddediyor.
Christopher Bayly ve Tim Harper, Batang Kali’nin kendi ölçeğinde istinai olduğunu, bunun “arazilerde, köylerde ve yol kenarlarında süren bir dizi cinayetin parçası olduğunu” belirtiyorlar.
İsyancıların kafalarının kesildiği de görüldü; cesetlerini ormandan getirmenin mümkün olmadığı ölü gerillaların kimliğini tanımlamak için bu yöntem geliştirildi. 1952’nin nisan ayında bir deniz komandosunun iki isyancının kellesini tuttuğu fotoğrafı Birleşik Krallık’ta halkın tepkisine neden oldu.
Sömürge İdaresi, özel olarak “Uluslararası hukuk uyarınca savaş zamanında buna benzer vakaların savaş suçu olacağına şüphe yoktur” açıklamasını yaptı.
Borneo’dan getirilen Dyaklı kelle avcıları, İngiliz kuvvetlerinin yanında çalışmak üzere getirildi. Templer, Dyakların yalnızca iz sürmek için değil, “geleneksel kelle avcısı rollerinden de yararlanılması gerektiği” önerisini yaptı.
Sömürge İdaresi, bu konuyla alakalı son zamanlarda gelen tepkiler nedeniyle “bu konuya dair kamuyona dönük açıklamaları birkaç ay ertelemenin iyi olacağı” görüşünü bildirdi.
Kaba kuvvet
Templer’ın Malaya’da sarf ettiği meşhur sözü şuydu: “Yanıt, ormana daha fazla asker yığmada değil, insanların kalplerinde ve zihinlerinde yatıyor”. Bu retoriğe rağmen Britanya’nın yürüttüğü politika başarılı oldu zira oldukça baskıcıydı ve hakikaten de Çinli nüfus üzerinde kontrol kurmakla alakalıydı.
Bunun en önemli parçası, 1950’de operasyon komutanı olarak atanan General Harold Briggs’in adını taşıyan “Briggs Planı”ydı. Yürüttüğü iskan programı, gecekondularda yaşayan yarım milyondan fazla Çinliyi yüzlerce “yeni köye” taşımayı içeriyordu. Sömürge İdaresi, bunu “büyük bir sosyal atılımın parçası” olarak nitelendirdi.
Brian Lapping, İngiliz imparatorluğunun sonuyla ilgili çalışmasında söz konusu politikanın gerçekte ne anlama geldiğini açıklıyor: “Bir gecekondu topluluğu şafak vaktinde uykudayken kuşatılır, hepsi zorla kamyonlara bindirilir ve geceleri hareketliliği engellemek için etrafında projektörler bulunan dikenli tellerle çevrili yeni bir köye yerleştirilirdi”.
Şöyle ekliyor: “‘Yeni köylüler’, sabahları çeltik tarlalarında çalışmaya gitmeleri için salıverilmeden önce askerler veya polisler; pirinç, giysi, silah ya da mesaj bulundurma ihtimallerine karşı üzerlerini arardı. Pek çok insan, hem yeni köylerin gerekli altyapıdan yoksun olmasından hem de toplama kamplarından farklı olmamalarından şikayetçiydi”.
“İskan”, daha fazla fırsat sundu. İlk olarak işverenler için bir ucuz işgücü havuzuydu. Bir diğeri, Malaya hükümetinin resmi gazetesinde geçtiği üzere, “[Çinlileri] hükümetin otoritesini kabul etmeleri konusunda eğitme potansiyeli vardı”.
İngilizlerin önemli savaş tedbirlerinden biri, isyancılara yardım ettiğinden şüphelenilen köylere “toplu cezalar” vermekti. 1952’nin mart ayında Templer, Malaya’nın batısındaki Perak eyaletinde yer alan Tanjong Malim’de 22 saatlik bir sokağa çıkma yasağı getirdi, tüm ahalinin köyden çıkmasını yasakladı, otobüs seferlerini durdurdu ve 20 bin insanın pirinç erzakını kesti.
Psikolojik savaş
Malaya’da görev yapmış eski bir İngiliz yetkili Brian Stewart, Britanya’nın savaş esnasında “propaganda fırsatlarını kollama niyetini” içeren “psikolojik savaşı” hakkında yazdı. İngiliz yetkililer, hükümetin “tüm bildirilerini yaymak üzere” Çin dilinde bir gazete kurdu ve köylerde, isyancıları teslim olmaya ikna etmek için broşürler dağıtıldı. Stewart, “büyük ve başarılı bir psikolojik savaş ve aldatma operasyonlarından” bahsediyor.
Bunun bir parçası olarak Birleşik Krallık yetkilileri, sadece 1949’da 50 milyon broşür dağıttı, “kesintisiz radyo propagandaları” yaptı ve 4 milyon gazete dağıttı. 1953 yılına gelindiğinde dağıtılan anti-komünist broşürlerin sayısı 93 milyondu ve bunun 54 milyonu Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından atıldı.
Ana mesajlardan biri, “Britanya Malaya halkına çok az önem veriyor, sadece ürettiği kauçukla ilgileniyor” fikrine karşı çıkmaktı.
“Olağanüstü hal”, İngiliz yetkililer tarafından hiçbir zaman savaş olarak tanımlanmadı, zira bunu yapmak özel sigorta şirketlerinden ziyade hükümetin, kauçuk tarlaları ve kalay madenlerinde yaşanan kaybı tazmin etmesini gerektirecekti.
1950’de Dışişleri Bakanı Robert Scott, isyancıları “haydut” veya “terörist” olarak sıfatlandırma kararının aslında “asi”, “isyancı” ve “düşman” kavramlarının, uygulanan sigortalar üzerindeki etkileri nedeniyle alındığını yazdı.
Halk ayaklanması
İngiliz yetkililer de akıllara halk ayaklanmasını getirecek her türlü sözden kaçınmaya düşkündüler ve her daim isyanın siyasi kökenini küçümsediler. Sömürge İdaresi yetkilisi JD Higham, “Sahici bir halk ayaklanmasını akla getirebilecek ‘isyancı’ terimi hiçbir şekilde kullanılmamalı” diye belirtmişti.
1952’deki Savunma Bakanlığı muhtırası, bundan böyle — önceden genellikle “haydut” olarak anılan — isyancıların resmi olarak “komünist teröristler” olarak anılmasını şart koşuyordu.
İngiliz planlamacılar, belirli dönemlerde Malaya’daki komünizmin İngiliz yönetimini devirmesinden korktular, ancak ne SSCB’nin ne de Çin’in askeri müdahalesi söz konusu oldu ve ne Moskova ne de Pekin, isyancılara maddi yardım sağladı.
Sömürge İdaresi, savaşın başlamasından 4 yıl sonra “Operasyonel anlamda mevcut hiçbir irtibat olmadı” dedi.
İngilizler, 1949 Çin devriminin Malaya’da tekrarlanmasından korktular. The Economist’in izah ettiği üzere bunun önemi, komünistlerin “yabancı üreticiye, bankere veya tüccara yer kalmayacak bir ekonomiye ve ticaret türüne doğru ilerliyor olmalarıydı”.
1957’de Malezya’nın bağımsızlığına kavuşmasıyla Birleşik Krallık, iktidarı resmi olarak geleneksel Malay hükümdarlarına devretti ve Birleşik Malay Ulusal Örgütü ile Çinli iş insanlarının kurduğu Malaya-Çin Derneği arasındaki siyasi ittifakı teşvik etti.
Britanya, isyancıları alt ederek ve özünde ticari çıkarlarını koruyarak esas amaçlarına ulaştı.
Muhtemelen daha sonra İngiliz yetkililer, Kenya’daki benzer büyük baskıyla aynı zamana denk gelen savaştaki geniş çaplı vahşeti örtbas etmek için ilgili resmi belgeleri imha etti veya “imparatorluğun sonundaki” diğer hadiselerle birlikte Ulusal Arşivlere tamamını vermeyi reddetti.
Bu unutulmuş savaşın gerçek ve tüm hikayesini belki de asla öğrenemeyeceğiz.
(Mark Curtis, Declassified UK - Çeviri: Emre Köse, emrekose.substack.com)