Hidayet Açısından Avantajlılar ve Dezavantajlılar!
Bazen cevabını aradığımız ancak gerçekte eksik veya yanlış sorulan sorularla uğraşmak bizleri haddinden fazla meşgul edebilmektedir. Tıpkı; “Bizler Müslüman bir aile ve Müslüman bir ülkede dünyaya geldiğimiz için hidayet noktasında gayrimüslim bir ailede dünyaya gelene göre daha kârlıyız. Böyle bir durum haksızlık değil mi?” sorusu gibi. Bu soru çoğu insanlar için cevaplanması zor, hatta kafa karışıklığına sebep de olabilir. Özellikle de Avrupa’da yaşayan Müslümanların sıkça sorduğu bir sorudur.
Kur’ân’ı Kerîm’de bunun böyle olmadığına dair çok sayıda örnek vardır. Mesela Ebu Leheb, Mekke gibi kutsal bir mekânın komşusu olması bir yana, aynı zamanda Peygamberin amcasıydı. Bu soruyu soranların yaklaşımına göre insanların çoğundan daha avantajlı gibi görünüyordu. Ancak onun hakkında daha risâletin başlangıcında Tebbet suresi inmiştir. Ebu Zer (ra), Bilal-i Habeşi (ra) gibileri ise ona göre hiç de avantajlı görünmedikleri halde İslam davetini duyar duymaz ilk iman edenlerden olmuşlardır. Yine Hz. Lut’un (as) hanımı inkârcılardan olmuş, Firavunun hanımı ise Cennet kadınlarının en üstünlerinden olmuştur.
Bakara suresi çerçevesinde başka örnekler de verebiliriz. Bu surenin ayetleri arasındaki bağlantıyı kurmak, surenin muhtevasına bir bütün olarak bakmak ilk bakışta zor görünebilir. Ancak Taberî gibi; “bu ayetle kimler kastedilmiş ve ilk dinleyenlere ne söylüyordu.” şeklinde yaklaşınca ayetler arasında konu bağlantısının hiç kopmadığı ve bütün surenin sanki başta geçen bir ayetin açılımı gibi olduğu fark edilecektir. Zaten Taberî’ye göre surenin başından itibaren - İbrahîm (as)[1] kıssası da dahil olmak üzere- kesintisiz bir şekilde Medine’deki Yahudilere mesaj verilmektedir.
Baştaki soruya dönecek olursak, surenin 2. ayetinde bu Kur’ân’ın sadece muttakiler için hidayet kaynağı olduğu[2] bildirilmektedir. Ancak takva sahibi olmaya yanaşmayan Medine’deki Yahudiler, Evs ve Hazrec Müşriklerine göre hidayete daha yakın göründükleri halde bunun en büyük düşmanları olmuşlardır ve kendilerine “…Bunu ilk inkâr eden siz olmayın.”[3] şeklinde ikazda bulunduktan sonra üzerlerindeki Allah’ın nimetleri sayılmaya başlanmıştır. İbn Abbâs’a göre ayetin anlamı şudur; “Başkalarının yanında olmayıp sadece sizin yanınızda olan bilgiye rağmen ilk inkâr edenler siz olmayın.”[4]
Yine Adem’in yeryüzünün halifesi seçildiğini anlatan bölümde de[5] Medine’deki Yahudilere âdeta şöyle bir mesaj verilmiştir. Şeytan da bilgili olmakla birlikte çok önemli imkanlara sahipti. Ancak halifelik görevi Adem’e verilince bunu çekemedi. Çok yüksek bir mertebeden en alçak bir derekeye düştü. Şimdi sizler de ahir zaman peygamberinin gelişini bekliyordunuz. Ancak sizin soyunuzdan olmayıp Araplardan, yani İsmail’in (as) soyundan gelmesini hazmedemiyorsunuz. Aynen Şeytanın akıbetine uğrayacaksınız. Sonuçta, Medine’deki Yahudilerden çok nadir bazı şahıslar hariç, çoğunluğu Şeytanın yolunu tutup peygamberin en azılı düşmanı oldular. Halbuki onlar müşriklere göre her açıdan daha avantajlı görünüyorlardı. Yahudiler müşrik Araplara yenilince ahir zamanda gelecek olan peygamberle birlikte onları yenmek için sürekli Allah’tan yardım diliyorlardı.[6] Ancak gelen peygamber Araplardan olunca hasetlerinden dolayı onu inkâr ettiler.
Tefsirlerde anlatılanlara bakıldığında Şeytan da hidayet açısından çoğu Müslümandan daha çok avantajlı görünüyordu. Adem’den (as) önce yeryüzünde fesat çıkaran cinleri mağlup etmiş ve çok önemli bir görevi yerine getirerek yüksek bir makama gelmiştir. Sonra kibir ve hasedine yenilerek doğru yoldan sapmıştır. Bu yüzden Şeytanın düşüşü normal değil çok yüksekten bir düşüştür.
Yahudilerin atalarından bir grubun yaptıklarını nazara veren şu ayete de bakıldığında yukarıdaki sorunun yanlış olduğu daha net ortaya çıkacaktır. “Siz bunların inanacaklarını mı bekliyorsunuz? Oysa onlardan bir grup, Allah’ın kelâmını işitip, sonra da onu iyice anladıktan sonra bile bile tahrif ederlerdi.”[7] Bu ayetle müminlere deniliyor ki; bu Yahudilerin size iman etmesini nasıl beklersiniz. Siz onları gözleriyle görmedikleri gaybî haberlerle davet ediyorsunuz. Halbuki onların atalarından bir grup, Tur-i Sinâ’da emir ve nehiylere dair Allah’ın kelamını işittiler. Ancak buna rağmen tahrif edip inkâr ettiler. Sizin aranızda bulunup onların geride bıraktıkları nesillerinin; Allah’tan işitmeyip sizden işittikleri için peygamberin sıfatını değiştirmelerini, onu inkâr etmelerini ve yalanmalarını çok da yadırgamayın. [8]
Sonuç olarak Medine’de yaşayan Yahudiler ayet-i kerimede de “Kullarından dilediğine Allah'ın lütfundan indirdiğini kıskanıp Allah'ın indirdiğini inkâr etmek karşılığında nefislerini satmaları ne kötüdür!”[9] şeklinde belirtildiği gibi hasetlerinden dolayı kaybettiler. Onların Araplara göre sahip oldukları imkanlar kendilerini daha ileriye götüremedi. Kur’ân’ın ilk sayfalarında somut örneklerle hasetçi insanların nazara verilmesi, son sayfasındaki Felâk suresinde de hasetçinin şerrinden Allah’a sığınılmasının üzerinde çokça düşünülmesi gerekir. Kanaatimizce yukarıdaki soruyu sorun haline getiren neden hidayette muhatabın rolünün hiç hesaba katılmamasıdır. Zaten Bakara suresinde de kendilerini torpilli sayan insanların iddiaları canlı örneklerle tek tek çürütülmektedir. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] 124. ayetten itibaren
[2] Bakara, 2/2.
[3] Bakara, 2/41.
[4] Taberî, Camiu’l-Beyân, I, 603.
[5] Bakara suresi 30. ayetten itibaren
[6] Bakara, 2/89.
[7] Bakara, 2/75
[8] Taberî, Câmiu’l-Beyân, II, 143.
[9] Bakara, 2/90.