Toplumların Çöküş ve Kalkışına Neden Olan İki Grup: Mutaffifûn ve Mu’sirûn

Tatfîf, toplumu yok eden ahlakî bir hastalık olduğu için Kur’ân’ın bir suresine aynı kökten gelen Mutaffifîn ismi verilmiştir. Bu surede hem hastalığın tarifi yapılmış hem de nedeni anlatılmıştır. Kur’ân-ı Kerim bunun tam karşısına ise îsâr ahlakını yani mu’sirûnu koymuştur.
Bu iki vasfın anlamı bilinmese de toplumdaki yansımaları herkesçe bilindiktir. Bir toplum düşünün ki insanlar kendi hukukunu fazlasıyla savunur, ancak görevini yapıp yapmadığını aklının ucundan bile geçirmez. Amelde kusurlu olmakla beraber, ücrete gelince mübalağa ederek hep fazlasını ister. Yine memur işine bir saat geç gelince ya da bir saat erken çıkınca hiç rahatsızlık duymaz, ancak maaşından on kuruş kesildiği zaman kıyameti koparır. Bu toplumda kadın hep hak arayışında ama bir defa benim de vazifelerim var demeyi aklına dahi getirmez. Erkeği de aynı şekilde hep kadınından şikayetçidir. Baba evladından, evlat babasından, imam cemaatinden, cemaat imamından, devlet vatandaşından, vatandaş devletinden hep şikayet eder. Ancak bir defa dahi kimse benim de yanlışım var, şu konuda ben de eksik yaptım demez. Böyle bir toplum ilerleyebilir mi?
Bunun karşısında öyle bir toplum düşünün ki herkes kendini sorguluyor. “ Aldığımdan daha fazlasını vermeliyim, aldığımı hak etmiyorum, çok çalışmam lazım“ diye sürekli fazlasını yapma gayretindedir. Başkaları rahat ederken kendi nefsi eziyet çeker. İnsanlar hizmette en önde, ücrette ise en arkada durmaya çalışırlar. Kolaylıkları hep başkalarına, zorlukları ise kendilerine ayırırlar. Böyle bir toplum yerinde sayar mı?
Kur’ân-ı Kerim’deki Mutaffifûn ve mu‘sirûn[1] tam da bu ahlakî hastalıklarla ilgilidir.
اَلْمُطَفِّف /Mutaffif kelimesinin kök anlamı, az demektir. Hileci tüccarlar birşeyi aldıkları zaman; insanlara baskı yaparak tam ölçmelerini sağlarlardı. Böylece haklarını eksiksiz ve fazlasıyla alırlardı.[2] Satarken de tersini yaparlardı; “Kendileri onlara bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik yaparlardı.”[3] Örneğin ölçü kaplarını ağzına kadar doldurmak yerine azıcık eksik doldurarak verirlerdi. Bu miktar bir kiloda on gram, yirmi gram gibi az ve değersiz bir şey olduğu için müşteri bunu fark etmezdi. Az miktarı müşteriye çaktırmadan çaldıkları için Kur’ân’da; “veyl Mutaffifîn içindir”[4] denilmiştir. Keşşâf tefsirinde şöyle bir anekdot aktarılmaktadır. Bir bedevî, Emevi sultanı Abdülmelik b. Mervan’a; “Allah’ın ticarette hile yapanlar için ne dediğini mutlaka duymuşsundur. Halbuki ölçüp tarttıkları halde o büyük tehdit onlara yöneltilmiştir. Oysa sen Müslümanların malını ölçmeden tartmadan alıyorsun. Peki senin durumun ne olacak, bunu hiç düşündün mü!?”[5] Böylece Mutaffifîn suresinde azıcık hileler için çok büyük tehdit yapılmışken, Müslümanların mallarını ölçüsüz alanların nasıl bir cezayı hakkettiklerine dikkat çekmiştir. Mutaffif, bu fırsatı kullanırken zanneder ki hiç kimse onu görmemiştir. Halbuki o rabbanî kameralara yakalanmıştır. Ayetteki ifadeye göre yakîn değil, dirilip hesap vereceğine dair bir zannın[6] olması dahi böyle hilelere başvurmalarına engel olacaktı. Öyleyse bu hastalığın sebebi ahiret imanındaki eksikliktir.
Resulullah (sav) Medine’ye hicret ettiğinde oradaki ticaret biçimleri çok kötüydü. Hatta Ebû Cuheyne adındaki birisinin iki farklı ölçeği vardı; birini ölçüp verirken, diğerini de kendisi satın alırken kullanırdı. Mutaffifîn suresinin iniş sebebi Medine’deki çirkin ticaret muameleleri olsa da konuyla ilgili ayetler maddi ve manevi ilişkileri düzenlemektedir. Kur’ân-ı Kerimde Mutaffifûnun yaptıkları; şaşılacak bir durum olarak, sanki bir hastalıkmış gibi sunulmaktadır. Bu hastalar, insanlardan alınca eksiksiz ve zarar vererek alırlar. Hep kendi hukuklarına dikkat ederler, başkalarının hukukunu asla gözetmezler. Hele vazifelerine hiç dikkat etmezler. Halbuki hukuk her zaman çift taraflıdır. İmam Zeynelâbidîn’in (ö. 94/712) Risaletu’l-Hukuk adlı eserinden; hukukun her zaman çift taraflı olduğunu, tek taraflı hukukun olamayacağını ve hayatın hiçbir anının hukuk dışında kalamayacağını öğreniyoruz. Öyle ki insanın Allah’la (cc), Peygamberle, Kur’ân’la karşılıklı bir hukuku olduğu gibi; bedeniyle, organlarıyla, bineğiyle, çevresiyle, bağı bahçesiyle de karşılıklı hukuku vardır. İmam, bu risalede hukuku o kadar genişletmiş ki ilerde cansız diye bildiğimiz varlıkların da hukukunu düşünmemizin önünü açmaktadır. Mesela; arabamıza ya da evimize haksızlık ettiğimiz için bize dava açılmasının mümkün oluşu gibi. Böyle bir düzenin düşünülmesi dahi insana ayrı bir mutluluk veriyor. Mutaffiflerin yaptığı ise hukuku ortadan kaldırmaktır. Her şeyin kendilerine göre ayarlanmasını isterler, menfaatleri varsa mutludurlar yoksa mutsuzdurlar. Böyle insanlar başkalarının kusurlarıyla uğraşırlar ancak kendi kusurlarını asla görmezler. Nitekim İncil’de şöyle denilmektedir: “Ey ikiyüzlü, önce kendi gözünden merteği çıkar, o vakit çöpü kardeşinin gözünden çıkarmak için iyi görürsün.”[7] İşte bu insanlar için Cehennemde veyl vadisi diye özel bir azap yeri hazırlanmıştır.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılmıştır ki mutaffifûnun toplumu yıkıma gitmeye mahkûmdur. Kur’ân-ı Kerim’de mutaffifûnun tam zıddı îsâr sahipleri, yani mu’sirûndur. Îsâr, tatfîfin aksine başkasının yararını kendine tercih etmektir. Mu’sirûn önce başkalarını sonra kendilerini, önce vazifelerini sonra ücreti düşünürler. Kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyin önce kardeşlerine yapılmaması için çabalarlar. Haşr suresinde “… kendileri muhtaç olsalar da başkalarını kendilerine tercih ederler.”[8] denilerek mutaffifînin zıt anlamında kullanılmıştır. Mu’sirûndan oluşan toplumlarda emniyet vardır. Bu toplumlarda rahatsız olan sadece kişinin nefsidir. Çünkü kendisine savaş açılan odur. Bunun dışında herkes birbirinden emindir. Huzur vardır, emniyet vardır, bereket vardır…
Hadisi şerife göre Mutaffifîûn toplumda kıtlık ve bereketsizliğe yol açmaktadır. Peygamberimiz Mutaffifîn suresini ashabına okudu ve “Beş şey beş şeye karşılıktır.” buyurdu. “Nedir bunlar ya Resûlallah?” diye sorulunca, dedi ki:
1. Bir toplum yaptığı antlaşmayı bozarsa Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.
2. Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yönetilirse mutlaka içlerinde fakirlik yaygınlaşır.
3. Bir toplumda fuhuş açığa çıkarsa muhakkak aralarında ölüm yaygınlaşır.
4. Ölçmede hile yaparlarsa toprağın bitirdiklerinden mahrum kalır ve yıllarca sürecek bir kıtlığa mahkûm olurlar.
5. Zekâtı vermezlerse yağmurdan mahrum kalırlar.”[9]
[1] Kur’ân’da fiil siğası (yu’sirûn) kullanılmıştır.
[2] “اَلَّذ۪ينَ اِذَا اكْتَالُوا عَلَى النَّاسِ يَسْتَوْفُونَۘ” Mutaffifîn, 83/2. Ayette عَلَى /‘alâ edatı kullanıldığı için baskı uygulayarak aldıklarını söyledik..
[3] Mutaffifîn, 83/3.
[4] Mutaffifîn, 83/1.
[5] Zemahşerî, el-Keşşâf, Mektebetü'l-Ubeykan, Riyad, VI, 333
[6] “اَلَا يَظُنُّ اُو۬لٰٓئِكَ اَنَّهُمْ مَبْعُوثُونَۙ” “Onlar tekrar diriltileceklerine kani değiller mi?” (Mutaffifîn, 83/4)
[7] Matta, 7/1-5.
[8] وَيُؤْثِرُونَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌۜ (Haşr, 59/9.)
[9] Zemahşerî, el-Keşşâf, VI, 333; Elbanî, Sahihu’l-Cami, 3240.