Kur’ân‘da Konular Arası Geçişlerdeki Bağlantılar

Kur’ân’ı Kerim nazmıyla mu’cizdir. Muarızlarına, içeriğine bakmaksızın lafız mana uygunluğu açısından benzer olmasını yeterli bularak, bir tek kısa suresine benzer surenin getirilmesi için meydan okumuştur. Ancak muhataplarının en maharetli oldukları bir alanda; hamiyetlerini tahrik ederek ve adeta kafalarına vura vura meydan okumasına rağmen bu talebe herhangi bir karşılık gelmemiştir. Nazmıyla mu’ciz olan bir kitabın ayetleri arasında elbette müthiş bir uyum, özellikle konular arası geçişlerde mükemmel bir bağlantı vardır. Sıradan bir hatibin konuşmasında bir konudan, alakası olmayan başka bir konuya atlaması yadırganırken Kur’ân’ı Kerimde konular arası geçişin bağlantısız olması düşünülemez. Bu konu tefsir ilminde Münâsebâtü’l-Kur’ân disiplini altında incelenmiştir. Bikâî, Nazmü’d-dürer fî tenâsübi’l-ây ve’s-süver adlı tefsirinde, Fahreddin er-Razi, Mefâtihu’l Gayb adlı tefsirinde ayet ve sureler arası bağlantılar üzerinde durma yönüyle öne çıkan eserlerdendir.
İnsanların konuşmalarında vermek istedikleri birçok mesajı doğrudan sözün kendisinden değil de cümleler arası bağlantılardan elde ederiz. Kur’ân’ı Kerimde de ayetler arasında bağlantı kurduğumuzda çok sayıda yeni anlamlara ulaşmak mümkündür. Mesela çoğumuzun ezbere bildiği Asr suresinde, asra yeminle hakkı tavsiye arasında nasıl bir bağlantı vardır? Adiyat suresinde nefes nefes koşan atlara yeminle insanın nankörlüğü arasında nasıl bir bağlantı vardır? vb. Soruları sorup bunların cevabını bulduğumuzda önemli sonuçlar elde etmiş olacağız.
Bu yazımızda Bakara suresinden bir örnek üzerinde durmak istiyoruz. Bakara suresi Kur’ânın en uzun suresi olması hasebiyle içerisinde birçok konuyu barındırmaktadır. Ancak bu konular arasında bağlantı kurmak her kesin kolayca başarabileceği birşey değildir. Bakara suresi 158 ve devamındaki ayetlerin sabrı tavsiye eden ve bunun öncesinde de kıble değişiminden bahseden ayetlerden hemen sonra gelmesi arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Kıblenin değişimi hicretin ikinci yılında gerçekleşirken, hac ve umre ibadetlerine dair hükümler ise yaklaşık 6 yıl sonra uygulanmaya başlanmıştır. Arada bu kadar uzun bir zaman dilimi olmasına rağmen ayetler neden peşpeşe gelmiştir?
“Safâ ile Merve Allah’ın nişânelerindendir; dolayısıyla hac veya umre yaparak Beytullah’ı ziyaret eden bir kimsenin bu yerleri tavaf etmesinde sakınca yoktur. Kim gönüllü olarak herhangi bir iyilik yaparsa bilsin ki Allah iyiliği mükâfatıyla karşılayan ve çok iyi bilendir.”[1]
Bu ayet aynı zamanda tefsir ilmiyle ilgili eserlerde sebeb-i nüzulun önemine örnek gösterilen ayetlerdendir. Çünkü sebeb-i nüzulü dikkate almadan incelendiğinde ayetin amacına ters bir mananın anlaşılmasına müsait olduğu daha ilk dönemlerden itibaren görülmüştür. Sanki “Safâ ile Merve arasında sa’y etmek isteğe bırakılmış, sa’y yapılmasa da olur” şeklinde anlaşılmaya uygundur. Fakat sebeb-i nüzulüne bakıldığında cahiliye döneminde orada bulunan putlardan dolayı Safâ ile Merve arasında sa’y etmeyi sakıncalı gören Müslümanlara bunun bir sakıncasının olmadığını bildirdiği anlaşılmaktadır.
158. Ayetin önceki ayetlerle[2] arasında şu münasebetler zikredilebilir.
- Sabırdan bahseden ayetlerden sonra bu ayetin gelmesiyle dünya ve ahirette yüksek mertebelere ulaşmanın ancak sabırla mümkün olacağına dikkat çekilmiştir. Çünkü Safâ ile Merve arasındaki tavafta, Hz. Hacer’in oğlu İsmail için su ararken yaptığı hareketler canlandırılmaktadır. Böylece Hz. Hacer’in çok ağır imtihanlardan geçip bunlara da sabrettikten sonra yüksek mertebelere ulaştığı gibi ondan sonra gelenlerin de ancak bu şekilde dünyevî ve uhrevî yüce mertebelere ulaşacaklarına dikkat çekilmiştir.
- Hac ve umre, kabenin bina edilmesindeki en önemli iki hedeftir. Haccın menasikinden sa’y zikredilmiştir. Adeta sabrı tavsiye eden ayetlerden önceki kıble değişiminden bahseden ayetlerle de bağlantı kurularak kabenin neden kıble olmayı hakettiğine dikkat çekilmiştir.
- Hz. İbrahim’in dininin ihya edildiğine işaret edilerek özellikle Medine’deki Yahudilere mesaj verilmiştir.
- Sabırdan sonra hac ibadetine geçilmesiyle haccın zorluklarının ancak sabırla aşılabileceği bildirilmektedir. Aynı münasebetten dolayı 159. Ayet ve devamında: “İndirdiğimiz açık delillerle hidayet bilgisini -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah lânet eder hem de lânet edebilenler lânet eder.” şeklinde bildirildiği gibi hakkı gizleme ve küfür konusuna değinilmiştir. Bu ameller sabra ihtiyaç duyulan en önemli amellerdendir. Allah’ın hükmünü açıklamak çoğu insan için oldukça zordur.
- Kabenin kıble seçilmesi, buranın şirkten ve putlardan temizlenmesini gerekli kılmıştır. Bunun için de müminlerin bütün gayretlerini oraya yönlendirmelerine dikkat çekilmiştir. Çünkü bu temizlik yapılmadan namazlarında Kabeye döndüklerinde aynı zamanda putlara da yönelmiş oluyorlardı. Böylece müşriklerin kabe ve haccın şiarlarını diriltme konusunda müminlerin azimlerini kırmaması sağlanmıştır. Sefihlerin sözlerinin, münafıkların şüphelerinin, Ehli kitabın fitnelerinin onları bu hedeften saptırmaması için sabır ve namaza sarılmaları istenmiştir.
- Allah (cc) bazen tekliflerle bazen de elemlerle insanları imtihan eder. Sabırdan bahseden önceki ayetlerde elemler zikredilmiş, daha sonra da teklifî emirlere karşı sabırdan bahsedilmiştir.[3]
Görüldüğü üzere ilk bakışta alakasız gibi görünen ayetler arasında bir değil birçok bağlantı tespit etmek mümkündür. Her tespit ettiğimiz bağlantı bizlere yeni bir ufuk açmaktadır. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] Bakara, 2/158.
[2] Önceki ayetlerin meali 153. Ayetten itibaren: “Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır. Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz. Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler. İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır.” (Bakara, 2/153-157.)
[3] Cevad Amilî, Tefsiru’t-Tesnîm, VIII, 23-26.