Gerçek Aydınlanma Tam da Bu
Charlie Hebdo saldırısı, Müslüman dünyanın büyük çoğunluğu tarafından hem bireyler hem de alimler tarafından kınanmış olmasına rağmen, laik aydınlarımız ‘gerçek İslâm’ın bu olmadığında hemfikirler. O yüzden şimdilerde harıl harıl İslâm’ın ve Müslümanların nasıl ‘kurtulacağına’ ilişkin reçeteler yazmakla meşguller.
Müslüman camia içinde Kamer Genç’in mecliste ciddiye alındığı kadar kredisi kalmış isimler de ‘örnek Müslüman’ kategorisinden sunuluyor. Aynı 21. yüzyılın en büyük sivil katliamlarından birine imza atmış el Sisi ile fıkıhtan ziyade istihbarat oyunlarındaki yeteneğini kanıtlamış Gülen’in, The Economist tarafından ‘İslâmî Reformasyon’ sürecini başlatacak Luther’ler olarak gösterilmesi gibi…
Fâtiha sûresini bile takılmadan okuyabileceğinden şüphe ettiğimiz bu laik aydınların mezkûr ‘kurtarma’ çabaları, beslendikleri Fransız Aydınlanmacı geleneği ile örtüşüyor. Fransız Aydınlanma sürecini, Fransa’nın kolonileşmesinden ayrı düşünmek hata olur. 19. ve 20. yüzyılda kolonileşme sahası olarak Büyük Britanya’nın ardından gelen Fransa, Britanya’dan çok daha sert bir politika izleyerek kolonilerde yaşayanları önce Frankofonlaştırmaya ve Katolikleştirmeye, tüm kültür ve geleneklerinden soyutlamaya, onlardan sadece derilerinin rengi farklı birer Fransız çıkarmaya yeltendi. Bunu da, ‘daha aşağı olan ırkları, kendi seviyesine yükseltmek’ olarak tanımladı.
Zira Fransız Aydınlanması’na göre tüm farklılıklar Fransa’nın aydınlığına erişmek için eşitlenmeliydi. Evrenselcilik olarak adlandırılan bu tutum, diğer kolonilerdeki partiküler tüm farklılıkları ‘norm’ olandan, yani aydınlanmış olandan sapma olarak görüp değiştirmeyi, başka bir ifadeyle iyileştirmeyi, yüceltmeyi gerektiriyordu. Bu aydınlanmış olanın yapması gereken kaçınılmaz bir ‘ödev’di.
CH saldırısından sonra ortaya çıkan tutum da bundan farklı değil. Neo-kolonyalizm ölmedi, içimizde yaşıyor. Tabiri caizse bizden de sadece dininin ismi farklı birer Fransız yaratılmaya çalışılıyor. İslâm’a ilişkin aydınlanmış laiklerimizi rahatsız eden ne varsa el atmaya ve dönüştürmeye çabalamaları bundan. Başörtüsünden İslâmî medeni hukuka, ‘kâfir’ ayetlerinden savaş ayetlerine, kadın-erkek dengesinin tanımlanmasından fıtrat kavramına dek ne varsa ayıklamak ve bu ‘biçimsiz’ görünen gömleği ‘aydınlık ve özgür’ dünyaya göre yeniden diktirme gayretleri bu doğrultuda okunmalı. En rahatsız edici olanı ise bu amacın önündeki en büyük engel olan 14 asırlık bir Kitâba değişmeyen imanımız ve O’nun inişine vesile olan rahmet Peygamber’inin (s.a.v.) yaşayışını –uygulamadaki eksiklerimize rağmen- örneklik kabul edişimiz…
İslâm’ın Batı’yla imtihanı gibi görünen şey, aslında daha çok Batı’nın İslâm’la imtihanı. Batı, daha güçlü taraf olarak, bu sefer de zayıf olanı asimile ederek mi yol almaya çalışacak, yoksa ortak bir kamusal alan inşa etmek için aydınlanmış küstahlığıyla yüzleşme cesaretini mi gösterecek? Soru budur.
(Yeni Şafak)