Âlimi Bekleyen Afetler; Dünyevî Menfaat, Kitmân, Telbîs
İslamî kaynaklarda âlimin değeri nimet külfet dengesine göre belirlenmiştir. Bir taraftan; "Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha ağır gelecektir."[1] şeklinde onun üstünlüğüne dikkat çekilirken, diğer taraftan ilmin hakkını vermeyenlerin acı akibetleri nazara verilmektedir. Özellikle bazı ayetlerdeki tehditler korkunçtur. "Allah’ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir pahaya satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için acıklı bir azap vardır."[2] “İndirdiğimiz açık delillerle hidayet bilgisini -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah lânet eder hem de lânet edenler lânet eder."[3]
Âlimin ibadeti avamın ibadetinden ayrı değerlendirildiği gibi inkârı da avamın inkârından farklı değerlendirilmektedir. İsrailoğullarına yapılan bir uyarıda şayet Kur’ân’ı inkâr ederlerse küfürde ilk olma gibi son derece korkunç bir afete uğrayacakları bildirilmiştir. "Elinizdekini (Tevrat) tasdik edici olarak indirdiğime (Kur’an) iman edin; sakın onu inkâr edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir karşılığa satmayın. Yalnız benden korkun. Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber rükû edin."[4] Bu ayet üzerinde biraz detaylı durmak istiyoruz.
Ayette geçen “inkâr edenlerin ilki olmayın” ifadesi oldukça manidardır. İnkâr etmeyin yerine böyle bir ifade biçiminin seçilmesi İsrailoğullarının kutsal kitapların bilgisine sahip olmalarından kaynaklanıyordu. Dolayısıyla inkâr ettiklerinde küfürleri daha büyük bir cürüm olacaktır. Yukarıdaki ayetlerde özellikle İsrailoğullarının din âlimlerine hitap edilmektedir. Adeta onlara; “Puta tapanların ve müşriklerin inkârı şaşılacak bir durum değildir. Asıl acayip olan sizin küfürde önde olma vasfıyla inkâr etmenizdir.” denilmiştir.
Bakara suresinin Medine’de indiğini göz önünde bulundurduğumuzda zamansal olarak Kur’ân’ı ilk inkâr edenlerin onlar olmadığı bilinen bir durumdur. Çünkü Mekkeliler onlardan önce inkâr etmişlerdi. Dolayısıyla ilk olmaları, sonradan gelenlere küfürde örnek ve önder olmaları, yani rütbe bakımındandır. İlim sahibi olmalarından dolayı Allah (cc) onlara bazı sorumluluklar yüklemiştir. Mesela; dini inkâr etmekte, satmakta, hakkı gizlemekte ve çarpıtmakta ilk olmaktan nehyetmiştir. Namazı kılmaları, zekâtı vermeleri ve iman ehlinden olmalarını da emretmiştir. Bu yüzden onların görevi sadece iman edip inkâr etmekten ibaret değildir. Ya iman edenlerin ya da kâfirlerin önderi olmak durumundadırlar. Sanki şöyle bir azarlama vardır. Mekkeli Müşrikler puta tapmakta cüretkâr davrandılar. Fakat siz ey Ehlikitap! Allah’ın rububiyetine, meleklerine, vahyine inanmışsınız, risâlet ve ahiret gününe inanmış kişiler olarak neden inkâr ediyorsunuz. Hüccet ve delillerin ikamesinden sonra inkâr etmek aşırı derecede çirkindir. Size yakışan imanda öncü olmak iken, siz çocuklarınızı tanır gibi tanıdığınız peygamberi[5] inkâr edip ona düşmanlık ediyorsunuz.
Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre İsrailoğullarının bazı âlimleri; hakkı batılla karıştırmak, hakkı gizlemek, Allah’ın (cc) ayetlerini satmak şeklinde üç önemli suç işlemişlerdir.
Ayetleri satmak; tefsir eserlerinden öğrendiğimiz kadarıyla din âlimleri, bazı menfaatler karşısında insanların razı olacakları fetvalar veriyorlardı. Yani halkın rızasını kazanmak için hakkın rızasını önemsemiyorlardı. “Allah’ın ayetlerini az pahaya satmayın” denilmesinden hareketle “daha pahalıya satılabilir” anlamı çıkarılmamalıdır. Asıl anlam; ne alırsanız alın, dinin karşılığında ne verilirse verilsin yine de azdır. Yani bütün dünya alınsa bile azdır, demektir. Ayet kelimesinin çoğul gelmesi, semenin de az olarak nitelenmesi satılanın değerli olduğunu, bedelinin ise değersiz olduğunu gösteren edebî bir nüktedir.
Telbîs; hakkı batılla karıştırmaktır. Lebese-yelbisu[6] (ayette bu bâbdan gelmiştir) fiili karıştırmak anlamındadır. Aynı harflerden oluşan lebise- yelbesu ise elbise giymektir. Her iki kelime örtmek anlamında birleşse de aralarında nüans vardır. Giymek anlamındaki yelbesu fiili korumak amacıyla örtmeyi ifade ederken, karıştırmak anlamındaki yelbisu fiili; hakkı gizlemek, benzerlik kurmak, şüphe icat etmek ve hakkı batılla karıştırmak şeklindeki örtmeyi gerektirir.
Dolayısıyla ayette kınanan âlimler, kimse yanaşmasın diye hakka batıl elbisesi giydirirken, cazibesine kapılsınlar diye batıllarını da hak elbisesiyle süslemişlerdir. Böylece herkes batıllarına müşteri olmuş, avam halk ondan kaçmamıştır. Mesela işlerine gelmediği için peygambere karşı olduklarını açıkça söylemek yerine, yalancı peygamberlere karşı dikkatli olmaya davet eden dini emirleri sürekli işleyip, Hz. Muhammed’in (sav) yalancı peygamber oluşunu (haşa) yayıyorlardı.
Kitmân: Hakkın bilinmemesi için gizlemektir. Böylece toplumun devamlı gaflet ve taklitte kalmasına sebep olmuşlardır. Kitmân bazen amelî bazen de ilmî olur.
Sonuç olarak iki şeyi birden yapıyorlardı. Kendilerini dinleyenlerin kafalarını karıştırıyorlardı. İşitmeyenleri de uyandırıp haberdar etmiyorlardı. Böylece gafletin devamına sebep oluyorlardı. Lubs yapmakla da hakkın hep kapalı kalmasına, batılın cazip hale gelmesine sebep oluyorlardı. Çünkü onlarda müşahede olunan batılın elbisesiydi. Hakka batıl elbisesi giydirerek kimsenin ona meyletmemesini, batıllarını da hak elbisesiyle süslemişlerdi ki Beni İsrail’in genelinin ondan kaçmamasını sağlıyorlardı.
Mesela tedlîsi şöyle yapıyorlardı. Kitaplarında yalancı peygamberlerden ciddi sakındırmalar vardı. Sık sık bu yöndeki ayetleri işliyorlardı. Diğer taraftan İsmail soyundan bir peygamberin geleceğine dair müjdeleyici ayetleri gizliyorlardı ya da keyiflerine göre yorumluyorlardı. Hz. Muhammed’in (sav), İsmail’in (as) soyundan geleceği müjdelenen peygambere uygun olduğunu söyleyecekleri yerde, haşa yalancı peygamber olduğunu söylüyorlardı.[7]
Hakkın gizlenmesi hep benzer yöntemlerle yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Bazen aman ha uyuyanı uyandırmayalım diye çok ciddi konular gündeme dahi getirilmezken bazen de uyananları haktan çevirmek için başka dinî deliller getirilmektedir. Mesela yöneticilerin zulümlerini dile getirdiğinizde ya da zulme baş kaldırıya davet ettiğinizde; kader, maslahat, itaat, kardeşlik, birlik, beraberlik vb. konularla ilgili birçok dini emirlerle karşınıza çıkarlar. Halbuki dinin emirlerinden birinin hakkıyla yerine getirilmesi diğerini iptal etmeyi gerektirmez. (Veysel Çelik - Hürseda Haber)
[1] İbn Abdülber, Câmi’u Beyâni’l- İlm, 139.
[2] Bakara, 2/174.
[3] Bakara, 2/159.
[4] Bakara, 2/41-43.
[5] Bakara, 2/146.
[6] Sarfın 2. Babından yani ضَرَب يَضْرِبُ kalıbındadır. Karıştırmak anlamındadır. Lebise yelbesu ise 4. Babtan yani عَلِمَ يَعْلَمُ gibidir. Örtmek, giymek anlamındadır.
[7] Bkz., Cevad Amulî, Tesnîm fî Tefsîri’l-Kur’ân, IV, 77-122.