Ne Şam'ın Baharı, Ne Arabın Devrimi
Arap Baharı’ndan önce Şam Baharı vardı. Hatırlayan var mı? Belki de onu hatırlamadığımız için bugün olanları anlamakta zorluk çekiyoruz. Belki de Şam Baharı’nı anlamadığımız için Arap Baharı’nı doğru değerlendiremedik.
Arap Baharı’nı da, ondan önce Şam Baharı’nı da herkesten fazla “bizim” doğru anlayıp değerlendirmemiz lazım. Çünkü oradaki gelişmeler derhal burada yankısını buluyor. Mesela bugünlerde AK Parti’ye destek veren kesimde hükümetin Suriye politikası konusunda bazı endişeler, bazı tereddütler seslendiriliyor. Sessiz ve içten içe süren bu tartışma bir ayrışma noktası olma potansiyeli taşıyor.
Onun için Arap Baharı konusunda bazı kafa karışıklıklarının giderilmesi lazım. Çünkü bir süre önce Libya’da gerçekleşen “uluslararası müdahale” daha önce coşkuyla ve ümitle karşılanan Arap Baharı’na yönelik birtakım kuşkuların oluşmasına yol açtı.
(Bir analize göre bu müdahalenin gerçek amacı tam da buydu. Yani Arapların kendi başlarına bir işe girişmelerini engellemekti. Bundan sonra bu bölgede her kim bir siyasi muhalefet hareketine girişecek olsa, arkasına batı desteğini almak zorunluluğunu hissedecek!)
Oysa Arap Baharı adı verilen süreçte yaşananların belki de tek ortak noktası aynı tarihsel dönemde gerçekleşmiş olmaları. Tunus’ta yaşananların Libya’da olanlarla, Mısır’da yaşananların Yemen hadiseleriyle benzerliği neredeyse hiç yok. Çünkü her ülkenin kendine özgü dinamikleri var. Bu bir.
İkincisi, bu gelişmelerde “yabancı el”lerin rolü doğru anlaşılmalı. “Amerika düğmeye bastı, rejim devrildi” anlayışı tamamen temelsiz. ABD’nin böyle bir gücü olsaydı şimdiye kadar beğenmediği hiçbir rejimi ayakta tutmazdı herhalde!
Buna karşılık, başta ABD olmak üzere küresel ve hatta bölgesel güçlerin bu coğrafyada olup bitenleri sadece seyretmekle yetineceklerini düşünmek saflık olur.
Demek ki bu ülkelerin kendi iç dinamiklerinin ürettiği sosyal hareketler var bir tarafta. Diğer tarafta bu sosyal hareketleri kendi çıkarlarına göre yönlendirmek isteyen dış dinamikler. Tunus’ta ve Mısır’da dış dinamiklerin rolü oldukça sınırlıydı, ama Libya’da belirleyici olan dış güçlerdi.
Suriye’de olanlar da iç ve dış dinamiklerin bir arada değerlendirilmesiyle anlaşılabilir. İlk günlerde de yazmıştık: Burası öncelikle Suudi Arabistan-İran mücadelesinin sahnesi. Suudilerin yanında Katar (El Cezire) gibi bölgesel müttefiklerinin yanı sıra İngiltere ve ABD gibi küresel müttefikleri de var. İran’ın yanında ise geleneksel olarak bölgedeki ABD etkinliğinin artmasını arzulamayan Rusya ve Çin yer alıyor.
Türkiye ise oldukça farklı bir konumda. Çünkü bundan sekiz-on sene öncesinde Amerika’nın saldırı hedefindeki Suriye’yi himayesi altına alarak bu ülkeyi dünya sistemiyle barıştırma sürecini başlatmıştı.
Şam Baharı esasen Türkiye’nin bu politikasının Suriye’deki yansımasının ifadesidir. Çünkü Türkiye Şam yönetimine sağladığı himaye karşılığında bu ülkenin hem iç hem de dış politikasında bir dönüşüm bekliyordu. Bunu Suriye halkı da bekliyordu. Hafız Esad’ın yerine geçen oğlu Beşşar demokratik reformları başlatacağı vaadiyle hem kendi halkına hem de Türkiye’ye taahhütte bulundu. Ama bilinen sebepler yüzünden sözünde duramadı. Türk hükümetleri Suriye’yi reformları yapması için sıkıştırıyordu. Bu olmayınca 10 yıllık süre sonunda hem iç hem dış gerilim patladı.
Türkiye bu aşamada bile yine Beşşar’ın artık durumun ciddiyetini görüp harekete geçmesini bekledi. Bu da olmadı. On yıl boyunca himayemiz altında ayakta durabilmiş olan Şam rejimi Türkiye’nin yaklaşımına düşmanlıkla karşılık verir oldu.
Şimdi siz söyleyin, bu şartlar altında Türkiye’nin Suriye politikası başka nasıl olabilirdi?
(STAR)