“Korkunç Bir Şey Bu!”
16 MAYIS 2011 tarihli “Siyaset ve dindarlar” başlıklı yazımız üzerine telefonla arayan okuyucularımızdan C. Nurdağ, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2010’da yaptığı araştırmada, ‘Namazını devamlı kılanların (5 vakit) yüzde 1.5’ olduğu doğru mu? Yüzde 99’u Müslüman olan toplum böyle ise, korkunç bir şey bu!” dedi.
Ve ilâve etti: “O zaman Diyanet İşleri Başkanlığı’na söylemeli, yazmalı ki, vaizlerimiz ‘Dünyada en büyük hakikat imandır, imandan sonra namazdır’ gerçeğini anlatsınlar!”
Size korkunç bir şey daha nakledeyim: 2007 seçim döneminde bir kardeşimiz hanımıyla bir kardeşine sohbete gidiyor. Saat 24:00’ten sonra dönüşte yolda yalnız başına bir mütesettire hanıma rastlıyorlar, arabaya alıyorlar. Kadın onları da kendi partilerinden sandığından şunu söylüyor: “Günlerdir böyle gece yarılarına kadar, ev ev, kapı kapı dolaşıp partimize çalışıyorum. İnşaallah iktidar olacağız!”
Halbuki, bunun gibi yüz binlerce mütedeyyin insan; değil yalnız başına gece yarılarına her gün dolaşmak ve değil başkalarına anlatmak; haftada bir iki saat kendisi imanını, namazını öğrense; Türkiye’nin rengi kısa zamanda değiºmez mi?
İşte, en büyük tehlike de bu: Dine hizmet aşk ve heyecanı ile dolu mütedeyyin insanları, gençliğin dinamizmini, siyasetin cazibedar ve hevesi uyandıran havasına kanalize ederek etkisizleştirdiler. Onlarca yıl, yüz binlerce pırıl pırıl insanı, siyasetin çirkefliğinde, günlük tartışmaların hayhuyları ve sloganlarıyla boğdular. Zamanları da, enerjileri de, himmetleri de boşu boşuna harcadılar!
Halbuki, Bediüzzaman’ın da işaret ettiği gibi, “çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelendiğinden”, din adına siyasete atılmak, ister istemez dini siyasete âlet etmeye mecbur kalınacağından ve bu da dine ve dindarlara büyük bir zarar vereceğinden doğru değildi.
Evet, Diyanet’in 80 bin personeli var. Bunlar din hizmetlerini yürütüyorlar. Ama ne yazık ki, onların da bir kısmı siyaset çarkları ve labirentlerinde iktidar, siyaset, parti anlatıyor; imanı, namazı değil!
Ve kendi adımıza daha korkunç olan bir hususu hatırlatalım: Risâle-i Nur’dan haberdar olanlarımızdan bazıları da, “enerjisini, gücünü, himmetini, eforunu, parasını, maddî imkânlarını” sonucu meşkuk, hüsran ve felâket olan siyasete sarf edebiliyor, harcayabiliyor.
Halbuki, bu zamanda dine siyasetle hizmet edilmez. Çünkü, deccalizmin güdümündedir. Ancak, iman-Kur’ân nurlarıyla mukabele edilebilir. Hizmet ise, “Dine imale (meylettirmek) ve iltizama (taraftar olup yapışmaya) teşvik etmek ve dinî vazifelerini hatırlatmaktan” 1 ibarettir. Bu yolda da yegâne kuvvet, İslâmın kesin aklî, mantıkî ve ilmî delilleridir. 2
Evet, Kur’ân ve hadîsçe haber verilen, bütün peygamberlerin ve asırların Allah’a sığındığı âhirzamanın dehºetli hâdiseleri içindeyiz. şeytandan da Allah’a sığındığımız gibi, siyasetin bu dehşetli anlayış ve cazibesinden de sığınmalıyız. Ve özeleştiri yapıp, kendimizi mihenge vurmalıyız. Zira, her tarafı kasıp kavuran deccalizm; ifsat komitelerinin fitnelerine siyasetle değil, ancak imân ve Kur’ân nurlarıyla mukabele edebiliriz. 3
Dipnotlar:
1- Sünûhat, Yeni Asya Neşriyat, s. 67. 2- Hutbe-i Şâmiye, Yeni Asya Neşriyat, s. 99. 3- Tarihçe-i Hayatı, s. 131.
(Yeni Asya)