Cehenneme giden yol: Filipinler’deki DAEŞ bir ABD projesi
Son olaylar zinciri içinde Filipinler, hızla kaosa doğru ilerliyor. Filipinler özel kuvvetlerinin, ülkedeki kötü şöhretli Ebu Seyyaf örgütünün lideri olarak görülen Isnilon Hapilon'u yakalamayı başaramaması, DAEŞ bağlantılı bir dizi grubun Marawi şehrini ele geçirme operasyonuyla çakıştı. Bu, Duterte yönetiminin dış politika değişimi sonrasında onun üzerindeki iç ve dış baskının artması demek
Asya'da DAEŞ'in eline geçen ilk şehir olan, Filipinler'in Marawi şehrinde 23 Mayıs tarihinde meydana gelen olaylar, DAEŞ'in Suriye, Irak ve Libya'da uyguladığı operasyonel yöntemlerle rahatsızlık verici paralellikler gösteriyor. Marawi'deki farklı uyuyan hücrelerin parçası olan 500 örgüt üyesinin varlığı, polis merkezine ve şehir hapishanesine koordineli bir saldırı düzenlenmesine, örgüt elemanlarının artırılmasına ve süreç içinde pek çok ateşli silah edinilmesine olanak verdi. Teyit edilmesi zor olan bir dizi olay içinde Daş şehrin kontrolünü ele geçirdi ve bazı kontol noktaları kurdu. 2011 ve 2014'de Suriye'de düzenlenen saldırıların başlangıcından esinlenen bir operasyonel taktikler karması kullanan DAEŞ, Irak'tan Suriye'ye doğru hızla genişlemişti.
Filipinler hükümeti ve silahlı kuvvetleri çok sayıda can kaybı ve yaralanma yaşadı ve her ne kadar Marawi şehrinin çoğu şimdi yeniden kontrol altına alınmış olsa da sorunlar devam ediyor: tehditle mücadele etmek için halen sabit ve döner kanatlı uçaklar ve çok sayıda kara askeri kullanılıyor.
Asya ülkesindeki dram sürerken Manila'daki bir bombalama ülkeyi paniğe sürükledi ve otoriteleri, göründüğü kadarıyla kötüleşen ortam hakkında sınırlı bilgileri açığa çıkarmak zorunda kaldı.
Daha 12 ay önce Duterte Filipinler'in ekonomik ve sosyal açılardan yeniden doğuşundan bahsederken böyle bir durum nasıl meydana geldi?
12 ay önce bu yazar kaleme aldığı bir makalede Duterte'nin stratejik hedeflerini, Moskova ve Pekin'le daha fazla etkileşim kurma girişiminin kökenlerini, Filipinler'deki Amerikan politikasının başarısızlığını ve Obama ile Duterte arasındaki gergin iletişimi ayrıntılı olarak izah etmişti. Washington'un dikte ettiklerine ters düşen böyle bir tutumun olası sonuçları elbette öngörülebilirdi.
Duterte, pek çok politikacının aksine, seçmenlere verdiği sözü yerine getirdi ve seleflerinden farklı olarak önemli değişimler meydana getirdi. Duterte Washington'la olan tarihi bağları koparmak yerine, Çin'le ve daha sınırlı bir ölçekte de olsa Rusya'yla ciddi ve verimli bir diyaloğa girmek suretiyle ülkesinin ufkunu genişletmeyi tercih etti. Spratly Adaları üzerindeki ihtilaf Manila ve Pekin'i birbirinden ayırmaya devam ediyor ve bazen ihtilafların tonu sertleşiyor, ancak hem Duterte hem de Xi Jinping, bir diplomatik çözümün tek mümkün seçenek olduğunu vurguladı ve bu alandaki ilerleme devam ediyor. Bu kuşkusuz, Washington'daki askeri-endüstriyel-istihbari aygıtın savaş yanlısı niyetleriyle örtüşmüyor. Spratly Adaları, Amerikalı analistler ve stratejistler tarafından, Amerika'nın seçilmiş müttefiki – yani bu örnekte Filipinler – gergi teli olduğu müddetçe Çin ve ABD arasında olası bir çatışma noktası olarak görülüyor. Duterte, ABD'nin bu bağlamdaki, özellikle de Asya bölgesindeki hedeflerini açıkça anlıyor: bu hedef, Pekin'in Asya'daki siyasi, askeri ve ekonomik genişlemesini zaptetme yönündeki çaresiz bir girişim içinde, bütün müttefiklerin Çin'e karşı cephanelik olarak kullanılmasıdır. Filipinler Devlet Başkanı, ABD veya Japonya gibi yabancı ülkelere fayda sağlamak için ülkesinin çıkarlarını feda etmeme yönündeki niyetini açıkça gösterdi.
Duterte, Asya'daki Amerikan varlığının çıkarlarına karşı gerçek bir tehdidi ifade ediyor. Son 12 ay içinde, vaat ettiği şeyleri harfi harfine uyguladı ve bu doğrultuda ülkedeki terör örgütlerine karşı verilen savaş arttı, uyuşturucu kaçakçılığına karşı verilen mücadele güçlendirildi ve Putin ile Duterte arasındaki son görüşmenin de gösterdiği gibi, Pekin ve hatta Moskova'yla yeni diplomatik bağlar kuruldu.
Washington'la karşı karşıya gelişin alametleri, Obama döneminde hâlihazırda kendini gösteriyordu. Manila'yı Washington'la cepheden karşı karşıya gelmeye doğru götüren bu yolun üç açık aşaması bulunuyor. Bunlardan ilki Duterte'nin Obama'ya karşı kullandığı sert sözler ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın verdiği utangaç yanıtlar olmuştu; bunu terör örgütlerine ve uyuşturucu kaçakçılarına karşı yürütülen operasyonla ve uluslararası insan hakları grupları ile AB ve ABD de dahil olmak üzere bazı hükümetlerin protestoları izledi. Birkaç ay içinde, medya manipülasyonu ve çarpıtma yöntemlerinin kullanılmasıyla Duterte, kibirli ve alışılmamış tipte bir devlet başkanı olmaktan çıkıp, bazı Amerikan medya kuruluşları tarafından kanlı katil olarak tanımlanır hale geldi.
Filipinler'i yok etme operasyonu var gücüyle devam ederken, birkaç hafta önce DAEŞ'in Endonezya ve Malezya'dan gelip ülkeye sızması ve yerel terörist gruplarla ittifak kurmasıyla üçüncü safhaya girildi. Washington, Duterte'den ümidi tümüyle kesmiş ve Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Afganistan'da Amerikan çıkarlarına düşman olan ülkelere yaptığı gibi, ülkede daimi kaos yaratmayı tercih etmiş gibi görünüyor.
Duterte, ağır iç baskılar ve hatta teröristler ile siyasi muhalefet partileri arasında kutsal olmayan ittifak şayiaları karşısında kendini riskli bir pozisyonda buluyor. Filipinler'in şu anda karşı karşıya olduğu iç kaos, son dinamiklerin ve hem içerde hem de dışarıda çok sayıda gücün yarattığı etkinin toplamı gibi görünüyor.
Bu çifte çatışmanın nihai sonucunun ne olabileceğini kestirmek için hâlâ erken. Duterte önce muarızlarından gelen iç baskıya direnmeli ve onları dağıtmalıdır. Bunu yaptığında terörist tehlikeye odaklanabilecek ve onun yayılmasını sınırlayabilecektir.
DAEŞ ve El Kaide'nin Suriye'de aldığı yenilgiler çok sayıda örgüt üyesinin ve terörist varlığın dünyanın başka bölgelerine dağılması sonucunu getirdi ve Asya, bir sonraki hedef olmuş gibi görünüyor. Filipinler güvenlik güçlerinin teröristleri tecrit etmesi ve gelecekteki tehlikelere karşı hızlı tepki vermesi temel önemdedir. Suriye ve Irak'ta terörist saldırılarına tepki vermede başlangıçta gösterilen yavaşlık, tekfircilerin ilk kazanımlarını elde etmesine olanak vermiş, bu sayede de onlar, bulundukları yerden çıkarılmalarını zorlaştıran savunma hatları inşa edebilmişti.
Suriye ve Irak'taki teröristlerin kurtarılması ve tahliye edilmesi hakkında pek çok rivayet aktarıldı. Teröristlerin tam olarak nereye gönderildiğini bilmek zor olsa da, bu ağı besleyen para akışı izlendiğinde, her şeyin ucu Suudi Arabistan'a götürülebilir. Afganistan'a Pakistan üzerinden giden bir yolda hâlihazırda görüldüğü üzere Riyad tarafından finanse edilen teröristler Filipinler'e, Vehhabi ve tekfirci sempatizanlarının toplandığı iki ülke olan Malezya ve Endonezya üzerinden gelmiş olmalıdır.
Belki pek de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Filipinler'de DAEŞ'e karşı operasyonlar başladığı sırada John McCain'in bir ziyaret için Avustralya'da olduğu belirtilmelidir. Ne zaman DAEŞ yeni bir operasyon başlatacak olsa senatörün her zaman yakınlarda bir yerde olması tuhaftır - ister Suriye'deki olaylar zamanında Türkiye'de, ister Filipinler bağlamında Avustralya'da olsun.
Duterte, ikinci aşamada, bölgede mümkün olan bütün müttefiklere ihtiyaç duyacaktır. Washington, Duterte'nin ülke içindeki hasımlarına galip gelmesi halinde Filipinler'in, Ortadoğu'daki duruma benzemeye başlayacak şekilde gerilimlerin tırmanmasına maruz kalmaya mahkum edilmesine karar vermiş gibi görünüyor. Washington'un bakış açısından düşünüldüğünde, eğer bir ülkeyi kontrol edemezlerse, bu ülkeyi yok edebilir ve süregiden kaos içinde onu yanmaya bırakabilirler.
Eğer Duterte yardım arayacak kadar zeki davranırsa, Pekin'in ülkenin emniyetinin sağlanmasına ve terörist tehdidin bertaraf edilmesine katkı sağlaması temel önemde olacaktır.
Amerikan derin devleti, Ortadoğu kaosun tohumlarını Asya'ya yayma fırsatını görüyor. Hedef iki yönlü: Pekin'in bölgedeki rolüyle bağlantılı ekonomik ve siyasi gelişmeyi önlemek ve bölgedeki askeri varlığını terörizmle mücadeleyle meşrulaştırmak. Trump son günlerde, ABD'nin “Manila'daki durumu gözlediğinin” altını çizdi.
Suudiler, İsrailliler ve Amerikalılar arasındaki anlaşma, son makalemde aktarıldığı gibi, ilk sonuçlarını üretiyor ve bu, bazı terörist unsurların Ortadoğu'dan, özellikle de Suriye ve Irak'tan Güneydoğu Asya'ya ve hatta Orta Asya cumhuriyetlerine transfer edilmesi yönünde ilk adım gibi görünüyor. Bu açıdan Trump ve derin devlet, stratejik amaçlarına nasıl ulaşacakları konusunda ortak bir görüşü paylaşıyor. Trump için mesele, teröristleri yenilgiye uğratmak yoluyla, sözünü tutan bir “POTUS” imajı vermek. Derin devlet için mesele, temel olarak çabaların Çin'i mümkün olan bütün araçlarla kontrol altına almaya yöneltilmesi. Terörizm, elde bulunan çok sayıda araçtan biri ve bu bağlamda teröristleri (İran-Rusya-Suriye ve Irak hükümetlerinin tekfircileri perişan ettiği) Suriye ve Irak'tan çıkarıp Asya'ya taşımak, herkesin üzerinde anlaşacağı bir şey olacaktır.
Bu ahlaksız anlaşma, Filipinler'in bugün karşı karşıya olduğu pek çok sorunun kökeninde gibi görünüyor. Durum geliştikçe, Pekin ve Manila arasındaki diplomatik adımların gözlenmesi, Duterte'nin ülkesini kaostan çıkarmak için hangi yolu izleyeceğini anlamak bakımından hayati önemde olacaktır. (Federico Pieraccini - Strategic Culture Foundation)