Şam Emevî Camii’nde Şimdiye Kadar Ne Yapılıyordu? Top mu Oynanıyordu?!
Suriye meselesi, yandaş medyanın maharetiyle ya siyah ya da beyaz iki uç arasında, tartışılıp tartıştırılıyor. Ara tonlar yokmuş gibi hareket etmemiz isteniyor. “Yarım asırda Suriye’den bir karış toprak alamayan İsrail, birkaç günde üç Gazze kadar toprak aldı.” dediğimizde, “Siz Esad’ın zulmünü mü savunuyorsunuz?” deniliyor. Ne alaka! Zulüm kimden gelirse gelsin, karşıyız. Kim olursa olsun bütün diktatörler bizim de düşmanımızdır. Ancak biz şuna itiraz ediyoruz: Neden Esad, Saddam, Kaddafî gibi diktatörlerin gidişiyle Netanyahu, Trump, Bin Salman vb. diktatörlerle, onların kuklaları olan liderlerin gelişi meşrulaştırılıyor. Derdimiz zulme karşı çıkmaksa neden bazı zalimleri adil görelim? Zalimin kimliğini ve dinini sormadan zulümle mücadelenin yolu yok mudur?
Suriye meselesinde zulüm şahıslara özgü, basit bir mesele haline getirilirken, ülkenin mescit gibi kutsal mekanları da siyasî emellere alet edilmektedir. Vatandaş artık; “Emevî camiinde şimdiye kadar namaz kılınmıyor muydu?” diye sorabiliyorsa kutsalların araçsallaştırılmasındaki boyutları varın siz düşünün. Şam Emevî Camii’nde namaz kılmak son 13 yılda AKP’nin şiarı haline geldi. Esad’ın devrilmesinden sonra da adeta orada namaz kılma yarışına girmeye başladılar. Görünüşe bakılırsa seçim kampanyasında caminin önünde görkemli bir miting yaparak beş yıl daha iktidarda kalmaya çalışacaklardır.
Artık içeride kutsal adına tüketecekleri malzeme kalmadı. Başörtüsü meselesi vardı. Sonuna kadar kullandılar. Nihayet başörtülü polislerden, çarşaflı kadını coplayacak kadar insanlıktan nasibi olmayan yabancı tiplere dönüşenler oldu. Son evrede artık başörtüsünü makasla kesip insan onuruna yakışmayan bir derekeye düştüler.
Filistin davasına sahip çıkacaklarını bekliyorduk. Ancak bir yıldır film izler gibi sadece seyirci kaldılar. Suriye’de yaptıklarıyla adeta; binlerce şehidin kanı boşu boşuna aktı, demeye getirdiler.
İsterseniz şimdi Emevî Camii’nin bir ayrıcalığının olup olmadığını birlikte değerlendirelim:
- En faziletli camiler hakkında Peygamberimiz (saa) şöyle buyurmuştur: “Şu üç mescitten başkası için yolculuk edilmez: Mescidu’l-Haram, Mescidu’r-Resûl (Mescidu’l-Nebevî) ve Mescidu’l-Aksa.”[1] Bedruddîn el-Aynî, bu hadisin şerhinde özetle şunları söylemektedir. Hadis şarihlerinden Hattabî’ye göre, bir kişi üç mescitten birinde; namaz kılma, itikafa girme gibi camiyle alakalı bir konuda adakta bulunmuşsa sorumluluğunu burada yerine getirmesi gerekir. İsmi geçen üç yer dışındaki bir mescitte ibadet etmeyi adamışsa hepsi fazilette aynı olduğu için istediği mescitte adağını yerine getirebilir.[2] Mesela birisi, İstanbul Fatih Camii’nde on günlük itikaf adamışsa gidip Diyarbakır Ulu Camii’nde veya mahallesinin Cuma kılınan mescidinde bunu eda edebilir. Kısaca camiye ait ibadetlerde yukarıda ismi anılan üç mescit dışında fazilette bir üstünlük yoktur. Tabii ki turistik, ticarî, kültürel sebeplerle başka camiler ziyaret edilebilir. Ancak sevap açısından bir ayrıcalıkları yoktur. Dolayısıyla Şam Emevî Camii’ni dinen faziletli camiler kategorisinde değerlendiremeyiz. Olur da Emevî Camii’nde namaz kılmayı adamış olanlar varsa endişelenmelerine gerek yok. Bunun için savaşmak zorunda değildirler. Pekala Ankara’nın veya Türkiye’nin herhangi bir camiinde sorumluluklarını yerine getirebilirler.
- Şam Emevî Camii’ni, ibadete kapatılmış olup Esad rejimi gidince tekrar faaliyete sokulduğu için önemli sayabilirdik. Ancak cami, kesintisiz olarak faaliyetlerine devam ediyordu. Üstelik imamlarının ellerine bir kâğıt tutuşturularak minbere çıkarılmıyordu. Dahası hutbe konularını Türkiye ile karşılaştırırsanız, devlet yöneticilerini ilgilendiren ayet ve hadislerin daha fazla işlendiğini görürsünüz.
- “Cami açıktı ama -her ne kadar fıkıhta mezheplere göre mescit ayrımı yoksa da- şu ana kadar Şiilerin elindeydi.” denilebilir. Böyle bir iddia doğru değil. Caminin bütün imamları Sünnî idiler.
- “Biz Peygamberimizin (saa) mescit sünnetini ihya edeceğiz.” denilebilir. Biz de deriz ki Türkiye’de yaklaşık 90 bin camide ne yaptığınızı önce göstermeniz gerekmez mi? 200 binden fazla personele sahip Diyanet İşleri Başkanlığınız genç birkaç youtuber karşısında iki kelam edemiyor. “Ülkenin düşünce ve inancına etkisi nedir?” diye sorguladığımızda, hiç de iç açıcı bir tablo çıkmıyor. Çoğu zaman kendi cemaatine güven veremeyen bir diyanet, hangi ülkeye rol modellik yapabilir? Eğer diyanet dışında başka kurumlar varsa en azından bunları ortaya koydukları eserleriyle tanımamız gerekir.
- “Şam Emevî Camii, kıyamete yakın gerçekleşecek Melhame-i Kübra kapsamındaki hadislerde geçmektedir. Hz. İsa’nın yeryüzüne inişinde merkezî bir role sahiptir. Buraya sahip olmakla milletimizi, ahir zamanda İmam Mehdi’nin (as) ordusu olma şerefine eriştiriyoruz.” denilebilir. Biz de deriz ki bu ne ikiyüzlülük! Önce, Hz. İsa’nın (as) inişi ve İmam Mehdi (as) hakkında ne düşündüğünüzü Türkiye’deki 90 bin camide açıklamanız gerekir. Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceğine inanıyor musunuz? Buhari ve Müslim’de açıkça zikredilmese de siz İmam Mehdi adında bir kurtarıcının ahir zamanda geleceğine inanıyor musunuz? Lafzı evirip çevirmenin bir anlamı yok. İnanmıyorsanız, halkın inancını siyasetinize alet etmeyin. İnandığınız halde ülkenizde açıklayamıyorsanız, korkaksınız demektir.
Kısaca Emevî Camii’nin dinî yönden bir ayrıcalığı yoktur. Belli ki yerli ve milli (!) ideolojileri için malzeme lazım. Şam Emevî Camii bir süreliğine iş görecek gibi görünüyor. Müslümanların temel sorunlarına odaklanmak istiyorsak cami üzerinden hamaset yapmaya gerek yoktur. 1911 yılında Bediüzzaman Said Nursi’nin aynı camide okuduğu hutbede dile getirdiği 6 hastalık ve 6 reçeteye odaklanmak önemlidir. Aksi takdirde 90 bin camiye bir yenisini eklemenin ne anlamı olabilir? Ayasofya Camii ibadete açıldı da ne değişti? Maalesef Türkiye’de, Said Nursi’nin dikkat çektiği altı hastalık altı kat artarak devam etti. Ayasofya’nın açılışı hangi hastalığımıza derman oldu?
Said Nursi’nin Hutbe-i Şâmiye’de dikkat çektiği altı hastalık şu anda Gazze’nin, Lübnan’ın, Suriye’nin yakında da Türkiye’nin başını yakacaktır. Bu hastalıklar ve çözümleri özetle şöyledir:
- Ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi. Reçete: Ümitvar olmak
- Doğruluğun ölmesi, yalanın her tarafımızı sarması. Reçete: Dürüstlük
- Düşmanlığı sevmek, muhabbeti terk etmek. Reçete: Sadece düşmanlığa düşmanlık etmek sadece muhabbete muhabbet duymak.
- Ehli imanı birbirine bağlayan nuranî bağları bilmemek. Reçete: İslam ümmetinin birlikteliği.
- Bulaşıcı hastalık gibi devam eden istibdat. Reçete: İslamî değerlere sahip çıkmak.
- Bütün himmetini umumun değil sadece şahsi menfaatine hasretmek. Reçete: Meşveret.
Ömrünün sonuna kadar Suriye’yi terk etmeyen alimlerden Ramazan el-Bûti iyi bir Risale-i Nûr okuyucusu idi. Onun konuşmalarına, derslerine hatta Esad’ın yüzüne karşı okuduğu hutbelerine online ulaşmak mümkündür. Matbu, aynı zamanda Türkçeye çevrilmiş eserleri de vardır. Türkiye’deki din adamlarıyla bir karşılaştırma yapalım. Bakalım kim daha çok riskli konuları dile getiriyor. O zaman Suriye’deki camilerin durumu ile kendi camilerimizin durumunu daha iyi anlarız. Önce ülkemizdeki alimler ve camilerin durumuna ayna tutup başka ülkelere yönelirsek daha dürüst davranmış olur, muhataplarımız tarafından da daha ciddiye alınırız. (Veysel Çelik - Hürseda)
[1] Buhârî, Fadlu’s-Salâti fi Mescidi Mekke ve’l-Medine, 1.
[2] Bedreddin el-Aynî, Umdetü’l Kârî, VII, 254.