Pres Makinelerine Endeksli Adalet
Müminin hayattaki hedefi sabırlı ve şükredici bir kul olmaktır. Bunu gerçekleştirmek için manevî yönden daima kendisinden iyi olanlara, maddî konularda ise kendisinden daha kötü durumda olanlara bakmalıdır. Peygamberimiz (saa) şöyle buyurmuştur: “Kim din konusunda kendisinden üstün kimselere bakıp onlar gibi olmaya çalışır, dünyalık konusunda da kendisinden aşağıda olanlara bakıp Allah’ın verdiği nimetlere hamd ederse, Allah bu kimseyi şükredici ve sabredici olarak yazar."[1] Hadis-i şerif; ibadet, adalet, cömertlik, merhamet, eğitim vb. konularda kendimizi ölçeceğimiz çok net bir ölçü veriyor. Kemal derecemizi Kur’ân’ın örnek verdiği şahsiyetlere bakarak belirlememiz gerektiğini, aksi takdirde aldanmış olacağımızı bildiriyor.
Gerek halk gerekse yöneticiler düzeyinde edindiğimiz izlenim, yukarıdaki ölçülere riayet edilmediğidir. Müslüman halk, Kur’ân’ın Sırat-ı Müstakîm’in ölçüsü olarak belirlediği; Peygamberler, Sıddıklar, Şehitler ve Salihler yerine, ehl-i ehvânın yaşantısını kriter alıyor. Örneğin çoğunlukla, damat adayını içkici ve kumarbazı ölçü alarak belirlemekteyiz. Şöyle ifadelere hepimiz zaman zaman tanık olmuşuzdur. Çocuğumuz melek gibi! İçkisi yok, kumarı yok! Cumaları kaçırmaz! Alın size dört dörtlük bir insan modeli(!) Sonra da evlilikler neden yürümüyor diye ağlayıp sızlarız.
“Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” ilkesi gereği, iktidar da farklı bir durum sergilemiyor. Türkiye’nin son 22 yıllık döneminde ülkeyi yöneten zihniyet, kolaycılığa kaçarak, olumsuz örnekler üzerinden kendini aklamaya çalıştı. Birilerinin hatalarını basamak yaparak ilerlemekle uğraştı. Başkalarının düşüklüğüne bakarak yükseleceğini zannetti. Birinci ligteki futbol takımının mahallenin takımıyla karşılaştırılması, cesaretli kişinin aslan yerine kedi ile kıyaslanması, tatlılığın bala göre değil limona göre belirlenmesi gibi, ideale değil en düşük olana kendilerini endekslediler. Peki nasıl başardılar?
Dinî alandaki özgürlükler konusunda 28 Şubatçıları referans aldılar. Onların mahrum bıraktıkları en temel insanî hakları vermeyi, iyi olmaları için yeterli sebep gördüler. Buna göre başörtü yasağını kaldırınca, imam hatip liselerinin önündeki katsayı engelini kaldırınca bütün sorunlar bitmiş olacaktı. Üstelik her tarafta imam hatip liseleri ve ilahiyatlar da açılınca geriye ne sorun kalabilirdi ki(!) Çünkü başarı hedefe göredir. En düşük seviyeyi baz aldıkları için daha fazlasıyla kendilerini ne diye yorsunlar! Camileri ahıra çeviren, Kur’ân dersini yasaklayan, Kürkçe kaset bulundurmaya tahammülü olmayan bir zihniyeti referans alırsanız, elbette çok şey yapmanız gerekmez. Sadece onlardan bir fazlasını yaparsanız yeterlidir.
Allah (cc) kâinatta her şeyi bir düzen içerisinde yaratmış, mizanı yerleştirmiştir. Bunlara riayet etmemizi istemektedir. Marketten alışveriş yaparken düzgün tartmamızı istediği gibi hayatımızın her alanında konulan ölçülere riayet etmemizi istemiştir. Örnek almak için kimlere bakacağımızı da elbette belirlemiştir.
Son 22 yılda, geçmişte yapılan zulümler üzerinden itibar kazanmakla yetinilmedi. Diğer taraftan devletin imkanlarını minnet ederek, sanki babalarının malından lütufta bulunuyorlarmış gibi vatandaşa sundular. Yapılan her hizmeti başa kaktılar. Neden mi? Çünkü önceden yoktu. Geçmiştekilerin yapmadığını yaptıklarına göre minnet etmeyi tabii hakları olarak gördüler. Buna göre yol, su elektrik, hastane vb. devletin en aslî görevi sayılan işler de birer lütuf olarak kabul edilmeliydi.
Minnetle birlikte sürekli geçmişle korkutmaya devam ettiler. Biz gidersek memleket batar, hatta Müslümanlar batar, demeye getirecek kadar kendilerini vazgeçilmez kıldılar. Belli bir zamandan sonra adam kayırmalar, rüşvet, devlet malını har vurup harman savurmalarından insanlar gınaya geldi. Yavaş yavaş itiraz sesleri yükseldi. Özellikle Aksa Tufanı’ndan sonra, iktidar ne yaptıysa da çeşitli çevrelerden yükselen itiraz ve eleştirilere engel olamadı. 14 ay boyunca Filistin halkına yapılan zulme seyirci kalmalarını artık CHP, DEM ve PKK’nın suçları örtmeye yetmiyordu. Hele hele İsrail’e gaz sevkiyatına engel olmamaları, gemilerin harıl harıl mal taşımaya devam etmesi asla affedilecek gibi görünmüyordu. Haliyle bunlardan daha büyük bir suç bulunması gerekiyordu. Böylece “Bakın bizim yaptığımız ne ki” diyebilsinler. Zaten yıllarca “bizden iyisini bulun biz de oy verelim” diyerek halkı kandırıyorlardı. Bu konuda oldukça maharetli sayılırlar.
İlk adım olarak seviye en dibe çekilmeliydi. Nasıl mı? Sednaya hapishanesi bunun için oldukça uygun bir malzemeydi. Üstüne bir de pres makinesi eklendi mi, her şeyi gizlemeye yeterliydi. Nitekim Lübnan ve Gazze’de binlerce insanın katledilmesi, yüzbinlerce insanın yurtlarından sürülmesi, evlerinin yerle bir edilmesi… Artık kimseyi ilgilendirmiyor bile. Çünkü İsrail’den daha gaddar, daha kan emici bir Esed vardı(!) Önce onun üstesinden gelinmeliydi. Gerisi mi? Önemli değil(!) İsrail Suriye’de Gazze’den daha fazla toprak almışsa da olsun(!) En azından bugüne kadar İsrail’in pres makineleri çıkmadı(!)
Gök kubbe altında işlenen hiçbir suç gizli kalamaz. Sonradan mahcup olmak istemiyorsak, herkesin yanında sıkılmadan okuyacağımız şeffaflıkta bir amel defteri doldurmaktan başka şansımız yoktur. Nice faili meçhul cinayetin, yolsuzluğun, hırsızlığın, sapıklığın yıllar sonra bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığına hepimiz şahit oluyoruz. Esed’in ne yaptığı, işkencelerinin boyutu eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Ancak şu anda anlatılanlarda abartı ve yalan olduğu kesin. Dolayısıyla tam olarak hangi boyutlarda olduğu hakkında net bir şey söyleyemeyiz. İddia sahiplerini destekleyecek yeterli delil sunulamıyor. Fakat yine de söyleyelim, zulüm bizden de gelse biz bizden olamayız. Daima zulmün karşısında yer almalıyız.
İlerde ah vah etmemek için şimdiden bu propagandalardaki asıl tehlikeye odaklanmamız gerekir. Gösterilmek istenmeyenleri ve söylenmeyenleri şimdiden deşifre etmek için yoğun çaba sarfetmeliyiz. Sadece pres makinelerine odaklanırsak yeryüzünü güllük gülistanlık görmeliyiz. Çünkü bu durumda ABD’nin, İsrail’in ve diğer diktatörlerin yaptıkları, Esed’inkine göre hiç kalıyor(!) Yapılmak istenen de budur. Filistin unutturulmak isteniyordu. Unutturuldu. İsrail’in Suriye’ye kalıcı olarak yerleşmesi gerekiyordu. Son hız ilerlemeye devam ediyor.
Gazze’den bir karış toprak vermemek için binlerce insan hayatını feda etti. Ancak Suriye’de birkaç gün içinde 3 Gazze’nin kaybedildiği dile getirilmemeliydi. Zaten kimin umurunda? Bir yıldır izlediğimiz gerçek ve son derece trajik sahnelerin hepsinin anlamsız hale getirilmesi gerekiyordu. Aksi takdirde bu sessizliğin hesabı verilecek gibi görünmüyordu. Nitekim anlamsız hale getirildi. Bugüne kadar yaşananlar için de İsrail dışında bir suçlu bulunmalıydı. O da İran’dan başkası olamazdı(!) Nihayet sorun çözüldü. Gazze halkı İran gibi yanlış devletlerle iş tuttukları için başlarına bunca musibet geldi(!) Türkiye’yi dinleseydiler bunlar olmazdı(!) Bundan sonra Osmanlı’nın torunları varken Acem aklına uyup başından büyük işlere kalkışmayacaklar(!)
Şimdilik Esed’in pres makineleri perdeleme görevini bir nebze de olsa yerine getiriyor. Bakalım ne kadarını örtebilecek. Ne zamana kadar işe yarayacak. (Veysel Çelik - Hürseda)
[1] Tirmizî, Kıyamet, 58.