Darbeler, radikal gruplar ve ECOWAS: Sahel bölgesinde neler oluyor?
Sahel bölgesi özel olmak üzere genelde Afrika’yı analiz ederken bize yardımcı olacak en temel yaklaşım dini değerlerin siyasetle ilişkisine Batı’daki yaklaşım üzerinden değil yerel açıdan bakmak olacaktır.
Sahel bölgesinde son yıllarda yaşanan siyasi hareketlilik ve askeri darbeler sadece bölgedeki sömürgecilik sonrası siyasal ve sosyal düzeni bozmakla kalmadı. Aynı zamanda yeni bir dönemin kapılarını açtı. Bu dönemi anlamak için bölgeye yıllardır bize Batı literatürü üzerinden anlatılmaya çalışılan klasik jargonun ötesinden bakmak gerekir. Sahel bölgesi farklı etnik ve kabile gruplarına ev sahipliği yapan, siyasal ve ekonomik anlamda zor şartların hakim olduğu kendine has bir bölgedir. Sahel’de sınırların çoğu hukuki olmanın ötesinde cari şartlarda fazla bir anlam ifade etmiyor. Bu bölge özellikle insan hareketliliğinin dini ve siyasal ilişkilerle kabile bağları dolayısıyla anlamsızlaşabildiği bir yerdir. Sahel bölgesi neden hep terörizm ile anılıyor? Neden radikal grupların merkezi haline geldi? Veya daha geniş bir yaklaşımla Sahel bölgesine nasıl bakmalıyız?
Sahel bölgesini tanımlamak
Sahel, batıdan doğuya yaklaşık 100 milyondan fazla insanın yaşadığı ve sub-Sahara’nın nüfusunun yaklaşık yüzde 10’una ev sahipliği yapan bir bölgedir. Afrika’nın Sahel bölgesi Senegal’in kuzeyinden Etiyopya’nın kuzeyine kadar uzanan geniş bir hat ve coğrafyadır. Bu alan, içerisinde Moritanya, Mali, Burkina Faso, Cezayir’in güneyi, Nijer, Nijerya’nın kuzeyi, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Sudan, Güney Sudan ve Eritre’yi içeren geniş bir devletler topluluğunu kapsar. Küresel doğum ortalaması 2,4 iken bu bölgede doğum oranı 5,4 olup nüfus artışının kıtada en fazla olduğu yerdir. Nüfusun sadece 3’te birinden daha azının şehirlerde yaşadığı, dolayısıyla çoğunluğu kırsalda yaşayan bu bölgenin insanı yarı-göçebe kültürünün bütün özelliklerini taşır. İklim şartları bol güneşli, kuru ve genelde yıl boyunca rüzgarlı olduğundan bölgede yaşam şartları ekstra zordur ve kuraklık ile gıda güvenliği temel sorunlardandır.
Kısaca bu şekilde tanımlanabilecek olan Sahel bölgesi amaca özel (ad-hoc) ilişkilerin iç içe geçtiği, kırsalda ilgili devletlerin bile tam hakimiyet kuramadığı, sınırların kontrolü zor olması dolayısıyla insan hareketliliğinin en çok yaşandığı bölgelerden birisidir. Bu bölgede Batılı anlamda bildiğimiz gibi bir kontrol, düzen veya egemenlik tesis etmek kolay olmayıp, devletler ancak ve ancak kabile liderleri ve toplumun önde gelenleriyle yapılan zimmi anlaşmalarla etki alanlarını genişletirler. Bu anlamda 2011 yılı çok ciddi bir kırılma noktasıdır.
2011 sonrası Sahel’de değişen dengeler
Bugün Sahel bölgesini anlamak için az 3 şeyi dikkate almak gerekir. Birincisi, Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi sonrasında Sahel’deki bölgesel düzen hala kendisini bulamadı. Kaddafi 2011 yılında öldürülene kadar Sahel bölgesinde kurduğu özel ilişkiler sayesinde en etkili liderdi. Hem bölge ülkelerine maddi destek veren hem de bir tür dini hamiliği üstlenmeye çalışan Kaddafi, bölgedeki kaos içerisinde bir düzen getiriyordu. Fakat Kaddafi sonrası Sahel bölgesindeki çoğu grup en başta egemenliği altında yaşadıkları devletlere yönelik ilişkileri açısından hem sahipsizlik hissine kapıldılar hem de dış etkiye daha açık hale geldiler. İşte terör örgütü El Kaide ve DAEŞ türü radikal yapılar bu süreçte kendilerine yer bulmak için ad-hoc ilişkilere ve angajmanlara girdiler.
İkincisi, Sahel’de yaşanan gelişmeler bir düzen arayışı üzerinden değil hep terörle mücadele üzerinden okundu. Bu yaklaşım Sahel bölgesinin bir güvenlik sorunu olarak görülmesine ve yine aynı şekilde bütün sorunlara güvenlik çerçevesinden yaklaşılmasına yol açtı. Sahel bölgesi özel olmak üzere genelde Afrika’yı analiz ederken bize yardımcı olacak en temel yaklaşım dini değerlerin siyasetle ilişkisine Batı’daki yaklaşım üzerinden değil yerel açıdan bakmak olacaktır. Afrika’da genel olarak din, kültürden sanata, gündelik sosyal yaşamdan kişiler arası ilişkilere kadar birçok alanda kendini gösteren çok boyutlu bir fenomendir. Genel olarak bakıldığında geleneksel Hristiyanlık yer yer yerel Afrikalı dinlerle birbirini etkileyerek yeni dini algı ve inançlar da oluşturdu. Bu bağlamda dikkat edilecek önemli bir husus kıtadaki dini hareketlerin Batı’daki algı ve olguların ötesinde değerlendirilmesi gerektiğidir. Afrika’da Müslüman ya da Hristiyan olmak çok önemli bir kimlik belirleyicisi olmakla beraber, Afrikalı kimliği her zaman dominant, etkin ve şekillendiricidir. Dolayısıyla Afrika’daki radikal grupların ana çıkış noktası din üzerinden değil, yerel siyaset üzerinden okunmalıdır. Medyada sıklıkla duyduğumuz Somali’deki Eş-Şebab ve Nijerya’nın kuzeyindeki Boko Haram’ın ana çıkış noktası yerel siyasi koşullardır. Batı medyası üzerinden gelen dini merkezli okumalar ve terör örgütü El Kaide’yle ilişkilendirmeler yer yer anlamlı olsa dahi sorunun özüne işaret etmekten uzaktır.
Üçüncüsü, Sahel genelinde yaşanan ve son yıllarda sıklıkla öne çıkarılan Fransız karşıtlığı bölgede düzen arayışının meşrulaştırıcı unsurlarındandır. Ağustos 2020 ve Mayıs 2021’de Mali’de, Eylül 2021’de Gine’de, Ocak ve Eylül 2022’de Burkina Faso’da ve en son Temmuz 2023’de Nijer’de yaşanan askeri darbelerde bu konunun ana belirleyici gibi sunulması büyük oranda darbeci liderlerin meşruiyet arayışlarının ve kendilerini siyasal anlamda konumlandırma çabalarının ürünüdür. Her ne kadar ülkeden ülkeye boyutu ve yoğunluğu değişse de sömürge geçmişi dolayısıyla Fransız karşıtlığı bölgedeki tüm sosyal kesimlerin en temel ortak noktalarındandır. Darbecilerin kendilerini bu söylem üzerinden meşrulaştırma çabaları ise halkın darbecileri en azından kendilerinden biri olarak görmesinin doğal bir tezahürüdür.
Bölge ülkelerinin ve küresel güçlerin Sahel yanılgısı
Sahel bölgesindeki temel kriz yeni bir düzenin kurulamamasıdır. Ne Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) bu düzeni kurmaya muktedirdir ne de orada etkili olmaya çalışan uluslararası güçler. Fransa ve yer yer Amerika Birleşik Devletleri (ABD) düzensizlikten dolayı suçlanırken Rusya oluşan boşlukta kendisine küçük alanlar açma derdinde. Bölgedeki Nijerya ve Cezayir gibi başat ülkeler ise bölgesel düzensizlikten kendilerini koruma refleksiyle hareket ettiğinden kendilerini savunmacı bir pozisyonda tutuyorlar. En son yaşanan Nijer askeri darbesine bu açıdan bakılınca ECOWAS ülkelerinin bölgesel düzen için önerileri nedir veya var mıdır? Nijerya liderliğindeki ECOWAS, Nijer’e askeri müdahalede bulunup devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Bazum’u özgürleştirse dahi kendisinin iktidarı nasıl kalıcı olacak? Sivil toplum, siyasetçiler ve askerler tarafından eleştirilen bir lider dışarıdan gelecek bir askeri destekle ne kadar ayakta kalabilir? İşte bu sorulara verilecek cevaplar makro düzen açısından bakıldığında net olmakla beraber kalıcı etki açısından son derede sınırlıdır.
Dolayısıyla Sahel bölgesinde radikal grupların yayılmasının ötesinde çok daha derin bir kriz mevcut olup medyada fazlasıyla tartışılan radikal grupların oraya yayılması konusu buzdağının sadece görünen kısmını ve en kolay tarafını görmektir. Sahel bölgesi Arap dünyası ve Afrikalıların İslam dini üzerinden kesiştiği ve bir tür Arap-Afrikalı İslami yorumun tarihsel süreçlerle şekillendiği yerdir. Bölgede yapılması gereken en temel şey oradaki özellikle Sufi gruplarla sağlıklı, sürdürebilir ve ideolojik bir ilişkiye girmektir. Kadiriler, Tijaniler ve Mouridiler bu bölgede sınır aşan takipçileri ve etki alanlarıyla kendilerine has sosyal bir düzen kurdular. Burada sosyal bir düzen kuran dini gruplarla egemen devlet yapıları sağlıklı ve kalıcı bir ilişki kuramadığı için maalesef radikal gruplar kendilerine yer bulabiliyorlar. Fakat sömürge döneminden kalan siyasal yapıların sorgulandığı Sahel bölgesinde aynen Mali’deki darbecilerin oradaki radikal grup olan JNİM’le Fransız karşıtlığı üzerinden yaptığı ittifak gibi yeni ilişki türleri ortaya çıkacaktır. Sosyal düzen kurabilen dini yapılarla siyasal düzen kuran siyasilerin ortak buluşma noktasının Fransa veya dış güçler karşıtlığı olması içerik açısından sınırlı ve sorunlu olsa bile teknik açıdan ilişki geliştirmek için ortak bir payda sağladığı görülüyor.
Bütün bu mülahazalar sonrasında önümüzde duran temel soru: Yıllardır yapıldığı gibi Sahel bölgesine Batı perspektifinden terörizm ve güvenliği merkeze alan bir yaklaşımla mı bakacağız, yoksa bölgedeki düzen sorununun kökenine inerek yeni bir yaklaşım mı geliştireceğiz? Türkiye gibi bölgede saygınlığı fazla olan ülkeler için bu soru Sahel’e yönelik dış politika yaklaşımında daha fazla önem kazanıyor.(AA)