Gazze'den Lübnan'a Suriye'den Yemen ve İran'a Adım Adım İslam-İsrail Savaşı
Bunda hiç kuşku yok ki, İsrail, ilahi vaad üzere ikinci yok oluş sürecine doğru büyük bir kararlılıkla yürüyor. Haşa, şanı yüce olan Allah'ın sözünde ne hilaf olur, nede o, sözünden cayar. 1924 yılında bir 'hiç' kadar değersiz olan, bir avuç toprağı olmayan, küçük bir güç olması bile öngörülemeyen İsrailoğulları, 100 yıl içinde tarihinte görülmemiş bir dünya hakimiyetine ulaşmışsa bunu ancak ilahi bir mühendislikle izah edebiliriz.
Kuşkusuz İsrail varoluşsal, tarihi ve dinsel karakteristik gerçeklerine uygun olarak, zulmünü artırarak devam edecek. İnsanlığı en batak bir seviyeye indirip, sadece Müslümanlara değil, tüm insanlar için bir tehdit olurken, Allah Azze ve Celle güçlü kulları ile onu ve lain kavmini aşağıların en aşağısına yuvarlayacak. O ihtişamlı gücün, o bükülemez sanılan bileğin, hamisi olan tüm emperyal güçlerle beraber nasıl kahredileceğini ömrü yetenler gözleriyle görecek inşallah. Bu, bizim dini bakış açımız olarak siyasi olayları yorumlamalarımızın besmelesi gibi analizimizin başında dursun..
Gel gelelim Suriye olaylarına... Suriye olayları malum olduğu üzere 2010 Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında başlatılan 'Arap Baharı'nın Suriye ayağı çerçevesinde birtakım gösteriler ve gelişen olayla üzerine başlatıldı.
Perde arkasında bir İsrail projesi olarak, ABD koordinesi ile bölge ülkeleri yakın - uzak, Arap sermayesi ve Türkiye liderliği ile tekfirci unsurlar kullanılarak geniş kapsamlı bir iç isyan hareketi başlatıldı. Aslında Suriyede bir iç isyan potansiyeli olmamasına rağmen dünyanın dört bir tarafından taşınan tekfirci gruplar buna zemin hazırladı. ABD bu kez Irak ve Afganistan da uyguladığı işğal hamlesinden farklı bir yol izledi.
Doğru ya.. Neden, bunca tekfirci unsur, ipleri kendi elinde olan bunca bölge devletleri olduğu halde, kendi askerlerini ölüme göndersin ve milyarlarca dolar maddi zarara uğrasın. Nitekim tüm bu unsurları kullanıp rejimi geriletip petrol yataklarına çökmek varken neden kendini riske atsın ki?
Rusya'nın, Suriye ile taa eskilere dayanan stratejik ortaklıklarına rağmen, İran'ın 2000'li yılların başında yaşanan Irak ve Afgan ABD işgalleri sonrası Suriye ile yaptığı karşılıklı askeri destek anlaşmalarınına rağmen, ABD nin askeri müdahale etmesi, zaten kendi açısından oldukça fazla riskler taşıyordu.
Böylesi risklerin olduğu durumlarda 'maşa' kullanmak ABD için sıklıkla başvurular bir metod idi.
Ancak 2011 Suriye hamlesi beklenenin aksine ters tepti. O gün Suriye rejimi isyancıları İran Rusya ve Hizbullah'ın açık desteğiyle İdlib 'e kadar geriletmeyi başardı. Tarihler Kasım 2024'e geldiğinde, kuşkusuz geçen zaman zarfında aktörlerin durumlarında çok ciddi bir değişim olduğunu gözlemlemek çok zor bir tesbit olmasa gerek. Filhakika eger 2011'de Suriye'deki kalkış başarılı olsaydı, 2024'te başlatılan süreç o zaman başlatılacaktı.
Çünkü Suriye'nin çökertilme planı 2011'de hangi gerekçeler üzerine oturtulmuştuysa 2024'te de aynı sebeplere matuf gerçekleşti.
O zamanda genel başlık, İran ve Direniş Eksenini zayıflatıp İsrail'e alan açmak, BOP'un bir hamlesi olan Ortadoğu'da küçük devletçikler oluşturmak idi. 2011'de sinsi plan gerçekleşmiş olsaydı muhtemeldir ki, biz bugün İran'a yapılmış saldırıların sonuçlarını konuşuyor olacaktık.
Kuşkusuz Direniş Ekseni Suriye'deki mevcut durum ile büyük bir yara aldı.
İsrail'e alan açıldı, eksen arasındaki yardımlaşmalar zorlaştı, Lübnan'da Hizbullah'ı kendi sınırları içinde, Lübnan hükümeti ve diğer etnik ve mezhebi oluşumlar ile zorlayacaklar. Irak'ta bir tehdit algısı oluştu, Yemen yakın hedefe konuldu ve hepsinden daha önemlisi İran'ı yalnızlaştırdıkları zannıyla vurma iç güdüleri tavan yaptı.
Tüm bunların başlangıç noktası olarak 'Aksa Tufanı' saldırılarını milat olarak alırsak, gerçektende Şehid Yahya Sinvar'ın dediği gibi; 'Tufan' bölgede herkesin gizlediği çirkin yüzünü çırılçıplak gözler önüne serdi.
İslam Ümmetinin gerek halklar olarak gerekse yönetimler olarak nasılda İslamilik vasıflarından sıyrıldığını gösterdi.
Özellikle tamda bu noktada 23 yıldır dini, dindarlığı, Filistini dilinden düşürmeyip, bu saiklerle iktidara gelen ve iktidarda kalan Türkiye'de AKP iktidarını zikretmeden geçmek, analizi eksik bırakır kanaatindeyim. Aksa Tufanı sonrası gerçekleşen tarihte eşine az rastlanır siyonist katliamlara karşın Türkiye'nin dindar hükümeti ne yaptı. Bunun cevabı Filistin tarafı olarak verilirse 'koca bir sıfır' olsada, İsrail tarafı için 'çok şeyler yaptı' olur.
Gemi ticaretlerini bile gölgede bırakacak bir tarzda, son Suriye darbesi gösterdiki, Türkiye tüm bu katliamlar, direniş destanları yazılırken, İsrailin Lübnan'da gerçekleştirdiği saldırıları, İran'ın zorlu koşullarını bulunmaz bir fırsata çevirerek Suriye'de tekfirci oluşumları alttan alta donatıp uygun bir zamanlama ile saldırı emri verdi.
Muhakkak son Suriye darbesinin muhalafer aktörleri hiç değişmedi. Öne Türkiye'yi sürselerde üst akıl herzaman ABD - İngiltere ve İsrail'di. Türkiye'nin ağzına sürülen bir parmak bal ile dünya devletlerinin övgülerinin ardında aslında Türkiye kendi bölünme senaryosunun çekim sahnelerini başlattı.
Bir daha Suriye'de tek parçalı bir devletten bahsetmek kuşkusuz Türk yetkililerinin sloğanlaştırdığı toprak bütünlüğü söylemleri aksine mümkün görünmüyor. Hali hazırda muhalif guruplar arasında bir konsensüs sağlansa bile Suriye resmen üç parçaya bölünmüş durumda.
Suriye resmen İsrail işgaline girmiş durumda. Önümüzdeki süreçte büyük ihtimalle ABD öncülüğünde bir İran-israil savaşı oldukça yakınlaşmış durumda.. Muhtemelen Yemen üzerine çökertme saldırıları sonrası İran vurulacak.
Şimdiden zemin hazırlanıyor..
Zorlu bir süreç olacağı muhakkak. Ben şahsen bu istenmeyen ama kaçınılmaz görünen sürecin İran'ın mutlak zaferi ile sonuçlanacağını ve İsrail için hezimetin başlangıcı olacağını düşünüyorum. İran mezhepsel olarak yüzmilyonlarca mensubu olan Şia'nın hem siyasi ve hemde dini mercii olan bir ülke. Bağlayıcı kararlar vermenin merkezinde duruyor. İran, stratejik sabır aşamasında psikolojik bazı kalıpları aşmak zorunda. Varlık yokluk savaşında ABD ve İsrail'i geriletip Ortadoğuda önlenemez bir noktaya ulaşması mümkün. Şu bir gerçekki, Irak - Afganistan veya Suriye uygulamaları nüfusu 90 milyonu bulan İran için asla mümkün değil. İran işgal edilemeyecek nadir ülkelerden biridir. Artı İran'da iç dinamikler farklılık arz etse bile bir rejim değişikliği başarılması zor bir ütopyadır.
İran iç gücü her türlü saldırıyı atlatabilme becerisini sahiptir. Öte tarafta topyekün bir savaşta İran'ın İsrail'in her tarafını, tüm ABD üstlerini yok etme potansiyeli Gazze sürecinde anlaşıldı.
İran'da hipersonik füze kabiliyetinde 1 milyon füzenin varlığının söylentisi bile düşmanları için psikolojik bir çöküş yaratabilir... (İdris Yamaç - Hürseda)