Fas’ta deprem, Libya’da sel: Arap dünyasında felaketler haftası
İslam dünyasındaki birçok felakette olduğu gibi Fas depreminin ardından yerel bazı ulema, felaketi ilahi bir ceza ya da uyarı olduğu yönünde yaptığı açıklama ve yaptığı vaazlar, Arap dünyasında bitmek bilmez din tartışmalarını bir kez daha tetikledi.
Fas’ta 8 Eylül’de 7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Depremin merkez üssü Marakeş kentiydi ve ülke tarihindeki en büyük depremlerden biri olarak kayıtlara geçti. Deprem sonrası, birçok binanın yanı sıra UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Marakeş’teki eski şehri çevreleyen ünlü kırmızı duvarların bazı kısımları hasar gördü. Son olarak açıklama yapan Fas İçişleri Bakanlığı, ölü sayısının 2.122’ye, yaralı sayısının ise 2.421’e yükseldiğini açıkladı.
Fas, gelişmekte olan ve çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşan tipik bir Arap ülkesi. Bazı bölgeleri oldukça modern ama toplumsal refahtan payını alamamış kırsal kesimleriyle zamanın çok gerisinde kalmış, modern öncesi dönemlere sizi alıp götüren tarihselliğinin sinema filmlerine fon teşkil ettiği bölge sayısı hiç de az değil. Afet, kartpostalları ve turistik reklam posterlerini süsleyen manzaranın ve oryantalist klişelerin Fas’ından çok uzakta, yoksulluğun ve yoksulların ülkesi olan Fas’ın diğer yüzünü gözlerden gizleyen tüm perdeleri yırttı attı. Aynı afet, Fas’ın gelişmemişliğini, fakirliği ve çaresizliğini bir kez daha ortaya çıkardı, hala çamur ve taştan binalarda neredeyse ilkel bir hayat süren, günde iki dolarla yaşayan insanların gerçekliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Resmi istatistiklere göre bu kesim Fas nüfusunun üçte birini oluşturuyor.
Fransız sömürgecilik döneminde, Fas’ın toprakları, pragmatik ve faydacı bir bakış açısıyla, “kullanışlı” ve “kullanışsız” Fas diye ikiye ayrılmış. Bu ayrıma tabi olan bölgelerin arasında, yakın tarihte depremin pençesinde kıvranan bölgeler de bulunmaktaydı. İronik olan, bu köylerin sömürgecilik döneminden kalan şekliyle, neredeyse olduğu gibi Fas’a miras kalmış olması ve o günden bugüne neredeyse hiç değişmemesidir. Fas’ın 67 yıllık bağımsızlık süreci boyunca bu köyler, değişmeyen, donmuş zamanın içerisinde, turistik tanıtımlarda yer bulmuş statik kareler olarak kaldı.
Fas, Kral II. Hasan’ın neredeyse kırk yıla yakın süren yönetimi boyunca, toplumun zengin seçkinlerinin ve fakir kesiminin oluşturduğu keskin tezatlarıyla “Paradoksların Fas’ı” olarak tanımlandı. Bu dönemde, iktidardaki azınlığın lüks içinde yaşadığı, genel halkın ise yoksulluk, dışlanma ve baskı altında hayatını sürdürdüğü bir atmosfer hüküm sürdü. Kral VI. Muhammed’in tahta çıkmasından bu yana, ülke babasından kalan bu paradoksları daha da derinleştirerek bir evrim geçirdi. Şehirlerde ve büyük metropollerde yaşanan kalkınma furyası, zenginle fakir arasındaki uçurumu daha da derinleştirdi.
*****
Fas’ta yaşanan deprem Arap dünyasındaki insani yardımlar meselesini ve bu yardımlara ulus-devletlerin yaklaşımını yeniden gündeme getirdi. Bir açıdan aslında doğal afetler ülkelerin birbirleriyle ilişkilerini yeniden değerlendirme fırsatı verir. Zor zamanlarda yardım elinin uzatılması ülkeler arasındaki buzları eritirken karşılıklı iyi niyet ve duyguların bir ifadesidir. Ancak iyi niyetle uzatılan elin geri çevrilmesi ve yardımların reddedilmesi, iki ülke arasındaki gerilimi daha da tırmandıran, dolayısıyla krizi derinleştiren bir olgudur.
Fas yönetiminin son felakette başka nedenlerin yanı sıra Polyesaryo meselesindeki gerilimin etkisiyle Cezayir’in insani yardım teklifini reddetmesi, Arap dünyasında ciddi tartışmalara yol açtı. Sadece dört ülkenin yardımları kabul edilirken yardım teklifinde bulunan altmış ülkeden biri olan Cezayir’in uzattığı el havada kaldı. İnsani yardım meselesini politize eden, insani meselelerle politik meseleleri aynı düzlemde değerlendiren bir tutumdu bu. Özellikle de Fas’taki sömürgeci geçmişi olan İspanya’nın yardım önerisini kabul ederken komşusu Cezayirinkini etmemesi en çok tepki gören konulardan biriydi. Bazı bölgelerde taş üstünde taş bırakmayan yıkıcı depremin ardından Fas yönetimi, sadece İspanya, İngiltere, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yardım tekliflerini kabul etti. Almanya ve Türkiye gibi ülkelerin yardım teklifleri ilk etapta kabul görmedi. Ancak Fas İçişleri Bakanlığı, yardım tekliflerinin “ihtiyaç değiştiği takdirde” yeniden değerlendirileceğini açıkladı. Bu durum, reddin ya da onayın arkasında, gerçekten mağdurların ihtiyaçları, uygulama teknikleri vb. ile ilgili hesaplamalardan çok siyasi hesaplamaların olduğunu gösteriyor.
******
Bir diğer konu ise İsrail. Başbakan Netanyahu’nun yanı sıra İsrail Savunma ve Dışişleri Bakanları, iki ülke arasındaki sıcak ilişkilere atıf yaptı ve sıkıntılı zamanlarında “Faslı dostlarına” yardım eli uzatmaya hazır olduğunu duyurdu. Fas, Trump’ın başkanlığı döneminde 2017 yılında Kudüs’ün İsrail’in başkent ilan edilmesinden tam üç sene sonra Telaviv yönetimiyle ilişkilerini normalleştirmişti. Ancak iki ülke arasındaki gizli ilişkilerin bu tarihten çok öncesine gittiği herkes için sır olan bir mesele değil. Normalleştirme anlaşması, mevcut ilişkilerin resmileştirilmesi ilanından başka bir şey değildi, bunu kamuoyuna izah edebilmek için Fas Krallığı, İsrail’in ayrılıkçılık sorunu yaşanan Polyesaryo bölgesinin Fas sınırları içerisinde olduğunu tanımayı kabul ettiğini, ilişkilerin normalleşmesinin de böyle bir tanıma karşılığında gerçekleştiğini deklare etti. Filistinlilere kan kusturan İsrail yönetiminin Fas’a insani yardım teklifinde bulunması bir çok Faslının tebessüm etmesine neden olmuştur elbette.
İslam dünyasındaki birçok felakette olduğu gibi Fas depreminin ardından yerel bazı ulema, felaketi ilahi bir ceza ya da uyarı olduğu yönünde yaptığı açıklama ve yaptığı vaazlar, Arap dünyasında bitmek bilmez din tartışmalarını bir kez daha tetikledi. Geleneksel ve muhafazakar ulema, dinin özgün kaynaklarında olduğu oldukça tartışmalı bir takım argümanlarla klişeyi bir kez daha tekrarladılar. Binaları yapanların çaldığı malzemeyi, oturuma uygun olmayan binalara izin veren merkezi yönetim yetkililerini, gerekli denetimi yapmayan belediyeleri eleştirmeye gerek duymadan doğrudan meseleyi “ahlak” ve ilahi cezayla bağdaştırmaları, kanaatimce ulemayı değersizleştiren bir şey. Bu da sosyal medyada doğal afete maruz kalan Fas ve Libya’nın dışında kalan ülke insanlarının erdem ve ahlak timsali insanlar olup olmadığına dair sarkastik paylaşımları beraberinde getirdi. Kısacası Fas’ta yaşananların aslında geçtiğimiz Şubat ayında Türkiye’de yaşananları baya andırdığı söylenebilir.
*****
Geçtiğimiz Pazar günü ise başka bir Arap ülkesi olan Libya’da başka bir doğal afet yaşandı. Uluslararası basının Fas depremine odaklandığı sırada meydana gelen, birkaç saat içerisinde yaklaşık 6 bin insanın ölümüne, yaklaşık on bin insanın kaybolmasına neden olan sel felaketi, yarattığı yıkımla büyük bir şok yarattı. Kayıplarla ilgili olarak ise herhangi bir umut yok, zira büyük bir bölümünün bir sahil kenti olan Derne’de deniz dalgaları arasına karışıp gittiği düşünülüyor. Daha da kötüsü ise salgın hastalıklar riski.. Hayatını kaybeden insanların cesetlerini yanı sıra telef olan binlerce hayvan var ve kısa sürede bunlar kaldırılmazsa büyük bir epidemiyolojik kriz yaşanabilir.
Libyalı yetkililer, felaketin boyutunun Libya’nın tahammül ve gücünü aştığını belirterek uluslararası topluma acil yardım çağrısında bulundu. Libya’nın sorunu ise Fas’tan farklı olarak yaşanan iç savaşı bir türlü geçmişte bırakıp, imzalanacak bir barış anlaşmasıyla taçlandıramamış olmasıydı. Bunun yarattığı sonuç ise Libya halkını iki düşman kampa ayıran iç savaş geçen sürede ülke kaynaklarını heder ederken işin bununla sınırlı kalmayıp insani yardımların etkili ve hızlı bir şekilde afet kurbanlarına ulaştırılmasını da olumsuz etkilemesiydi.
Yaklaşık altı bin kişinin ölümüyle sonuçlanan ve Derne şehrinin neredeyse köyleriyle birlikte haritadan silinmesine neden olan, binlerce kayıp insan ve onbinlerce yerinden edilmiş insan, Arap dünyasının içinde bulunduğu zelil durumu, iç savaşları, fakirliği, gelir eşitsizliğini, insana değer verilmemesini, otoriter yönetimleri, özgürlük ve insan hakları alanında yaşanan faciaları unutturacak mı yoksa çok daha sarsıcı bir şekilde hatırlatarak Arap halklarının silkinip kendine gelmesine mi yol açacak. İkinci ihtimal zayıf görünüyor ama yine de Allah’tan umut kesilmez.(İslam Özkan/Politikyol)