İslami Cihat: Direnişin yıllarca sürecek savaş hazırlığı var
İslami Cihat’ın Lübnan temsilcisi İhsan Ataya, Direniş Ekseni’nin desteğine ilişkin tartışmalardan, Gazze direnişinin savaş kapasitesine dair birçok konuda YDH’nın sorularını cevapladı.
İslami Cihat’ın Lübnan Temsilcisi İhsan Ataya, YDH ile yaptığı söyleşide, Yemen’in kendisi için dahi kullanmadığı Bab el-Mendeb silahını Filistin için kullandığını söyledi.
Direniş Ekseki’nin Gazze’yi yalnız bıraktığına ve yeterince destek vermediğine dair eleştiriler yapılıyor. İran’dan ve Lübnan’dan savaşı bitirecek adımların atılmadığı söyleniyor. Filistin direnişinin bir parçası olarak İslami Cihat bu eleştiriler konusunda ne diyor?
Öncelikle, Direniş Ekseni bu operasyona ortak bir şekilde karar vermedi. Dolayısıyla da önceden bir vaat vermemişti ki o vaatlerini yerine getirmemiş olsun. Direniş Ekseni, hiçbir alanda direnişi terk etmedi; Direniş Ekseni’nin diğer üyeleri Siyonist rejimin her saldırısına şu ya da bu şekilde karşılık verdi.
Daha önceki dönemlerde de herhangi bir suikast veya saldırı olduğu zaman Direniş Ekseni’nin diğer üyeleri, özellikle de Lübnan Direnişi Hizbullah, hemen durumla ilgili bir değerlendirme, bir takip, bir analiz yapar, bu olayın failleriyle ilgili istihbaratı toplar ve bunu derhal her kim olursa olsun Direniş Ekseni’nin bileşeni olan tarafa iletirdi. Ona istihbarat ve lojistik desteği sağlardı.
Üçüncü olarak da Aksa Tufanı savaşı başlar başlamaz hemen aynı gün Direniş Ekseni bileşenleri bir araya geldi durum değerlendirmesi yaptı. Herkes kendi imkanları ölçüsünde kendi rolünü icra edebileceği bir alanda operasyonlara başladı. Hizbullah, ertesi gün Lübnan’dan İsrail’i vurdu.
İran, ilk günden itibaren diplomatik harekete başladı. İran Dışişleri Bakanı bölge turuna çıktı. Siyonist medyanın Hamas’ı IŞİD gibi göstererek ileri sürdüğü yalan, çarpıtma ve iftiralar konusunda Arap ve İslam ülkelerinin liderlerini aydınlattı. Hamas’ın ve direnişin hedeflerine dair gerçekleri aktardı.
Aynı şekilde Irak direnişi, Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerine saldırılar yaptı. Ayrıca Yemen, stratejik açıdan çok önemli olan adınlar attı. Siyonistlere ait gemilerin ve Siyonistlere mal taşıyan gemilerin Kızıldeniz’den ve Babu’l Mendeb’den geçişini engelledi.
Hatta şunu da hatırlatmak gerekir ki. Yemen beş altı yıl önce kendisine saldırılar yapıldığı dönemde dahi çok zor şartlarda olmasına rağmen Babu’l Mendeb silahını kullanmamıştı. Bu silahı ilk defa Gazze için kullandı.
Dolayısıyla Direniş Ekseni’nin savaşa müdahale etmediğine veya yetersiz olduğuna dair söylenenler, duygusal değerlendirmelerdir. Bu tür şeyler söyleyen gruplar veya kişiler ya duygusal davranıyor veya kendi beklentilerini dile getiriyorlar.
Halbuki Aksa Tufanı gibi büyük savaşlarda duygusallık bir kenara bırakılmalı ve sahadaki gerçekliğe uygun olarak bir siyaset ve yol izlenmelidir. Netice itibariyle bu tür görüşlere sahip olan insanlar, duygusal hareket ettikleri için görüşleri isabetli değil.
Amerika, savaşın başından beri, bu savaşın genişlemesini ve bölgeye yayılmasını istemiyordu. Savaşın genişlememesi için de hemen Siyonist rejimle diyaloga geçti ve İsrail’e yoğun askeri destek de verdi. Bununla birlikte savaşın bölgeselleşmesini de istemedi. Çünkü Amerika şunu çok iyi biliyor ki bu savaş büyürse yani bölgesel ve uluslararası bir savaşa dönüşürse Hizbullah elindeki uzun menzilli ve nokta vuruşlu füzeleri kullanacak ve bu da Siyonist rejimin çöküşünü daha da hızlandıracaktır. Dolayısıyla Amerika, bu savaşı sınırlı bir çerçevede tutmaya çalıştı.
Aksa Tufanı Direniş Ekseni’nin koordinasyonu ile yapılmış ortak bir operasyon değil; peki savaş başladıktan sonra Gazze’deki direniş gruplarıyla siyasi bürolar ve Direniş Ekseni’nin diğer bileşenleri arasında bir koordinasyon var mı?
Hem Gazze içerisiyle dışarıdaki siyasi liderlik arasında koordinasyon var hem de Gazze içerisindeki direniş gruplarının kendi arasında bir koordinasyon hatta daha üst bir birlik var. Onların kendi aralarındaki koordinasyonu daha az kayıp verilmesini sağlıyor ve daha az sayıda silah ve mühimmat harcanıyor. Dolayısıyla hem Gazze içerisinde tam bir koordinasyon ve işbirliği var hem de dışarıda tam bir koordinasyon ve işbirliği var.
Peki Gazze içindeki direniş ile Direniş Ekseni’nin diğer bileşenleri arasında bir koordinasyon var mı? Örneğin Gazze direnişi Hizbullah’a, Irak direnişine veya İran’a benim şu ihtiyacım var veya saldırılarınızın dozunu arttırın veya şöyle yaparsanız Gazze’nin yükü hafifler diye bir iletişim var mı?
Savaşın ilk gününden itibaren, Direniş Ekseni bileşenlerinin hepsi birbiriyle iletişim ve koordinasyon içerisinde. Hatta daha önceki savaşlarda askeri alanlarla veya güvenlikle ilgili ortak operasyon odaları vardı. Şu an ise buna ilaveten hem siyasi tavırların koordinasyonu hem de enformasyonun koordinasyonu için ortak merkezler var.
İçeriyle dışarı arasında sürekli bir bilgi akışı var. İçeridekilerin ihtiyaçları veya talepleri de dışarıdakiler tarafından imkanlar ölçüsünde karşılanıyor.
Silah ve mühimmat konusuna gelince… Gazze abluka altında olduğu için zaten uzun zamandır dışarıdan silah ve mühimmat alınmıyor, bunlar Gazze içerisinde üretiliyor. Dışarıdan para ve diğer türlü yardımlar da uygun kanallarla içeriye iletiliyor.
Direniş Ekseni’nin uzun yıllar önce Gazze’de kendi askeri ihtiyaçlarını karşılayan bir askeri altyapı kurduğunu biliyoruz. Ancak Gazze abluka altında olduğu için o üretimin yapılacağı hammadde veya ekipmanların Gazze’ye girmesi de oldukça sorunlu. Bu sebeple savaşın uzaması bunların üretiminde sıkıntıya yol açar mı?
İçeride silahların üretimi ve hammadde temini konusunda birden fazla aşama var. Çok önceden yapılan çalışmalar neticesinde çok uzun bir savaş planlamasıyla bu aşamalar nitelikli bir şekilde sisteme kavuşturuldu.
Burada en önemli sıkıntı en fazla şu olabilir. Örneğin şu an sahada İsraillilerin mevcudiyetinden dolayı uzun menzilli bir füzenin üretildiği yerden atılacağı yere intikali konusunda sıkıntılar olabilir. Ancak üretim ve tedarik konusunda herhangi bir sıkıntı söz konusu değil.
Uzun bir süre önce 60 gün kadar süren bir savaş olmuştu. O dönemde direniş çok daha uzun sürebilecek savaşlar için hazırlıklar yapmıştı. Bu çerçevede çok büyük stoklar yapılması gerektiği değerlendirildi. Yaklaşık 10 yıldır da bu yöndeki hazırlık ve stoklar sürdürülüyordu.
Bu konuyla bağlantılı olarak ben karşı bir argümandan bahsedeyim. Bu karşı argümana göre savaşın başında İran’ın ve Hizbullah’ın potansiyelleri Amerika’nın çekinmesine neden oluyordu. Bu yüzden de Amerika savaşın yayılmasını istemiyordu. Fakat savaş uzadıkça ikisinin de potansiyelleri görüldü. İran da Hizbullah da belirli bir sınırda durdu, onlar da savaşın bölgeselleşmesini istemedi. Dolayısıyla Amerika Direniş Ekseni’nin eylem sınırlarını gördüğü için Yemen’i vurdu. Amerika’nın Yemen’i vurması demek de biz bölgesel savaştan çekinmiyoruz mesajıydı. Siz bu karşı argümanı nasıl değerlendiriyorsunuz?
İhsan Ataya: Sizin bahsettiğiniz bu karşı argüman ve Yemen’in vurulması son zamanlarda gündeme geldi. Ancak savaşın başından itibaren Amerika ve İngiltere bölgeye uçak gemilerini, savaş gemilerini bölgeye yığdı. Amerika en başında İsrail’in bu çaptaki bir savaşa karşı koyamayacağını biliyordu.
Eğer savaşı genişletmek niyetinde olsaydı, Hizbullah ertesi gün İsrail’e saldırılara başlayınca bunu bir fırsat olarak görür ve diğer Batılı müttefikleriyle birlikte Hizbullah’a ve diğer yerlere saldırılar başlatabilirdi. Ancak bunu yapmadılar.
Son dönemde gerçekleşen yemen saldırısı, Salih Aruri’nin Lübnan’daki, İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanlarından Seyyid Razi Musevi’nin Suriye’deki şehadeti, Kirman saldırısı, Netanyahu’nun hükümette daha uzun süre kalabilmek için aptalca veya duygusal adımlarla savaşın seyrini değiştirmemesi için gerçekleştirilen eylemlerdi.
Onlar bu saldırılarla biz savaşı genişletmekten korkmuyoruz mesajı vermek istediler. Yani savaşı genişletme tehditlerinin içi boş ve bir gerçekçiliği yok.
Gazze Direnişinin Direniş Ekseni ile olan ilişkilerini açıkladınız. Peki Gazze direnişinin bu eksenin dışındaki Arap ve İslam ülkelerinden örneğin Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Katar, Pakistan vs. gibi ülkelerden beklentileri nedir?
Daha önce Gazze abluka altına alınıp saldırılar yapıldığı zamanki dönemlerde de soykırıma hedef olduğu şu anki dönemde de Gazze halkının sürekli bir feryadı vardı: Gazzeliler her zaman “Ey Arap ülkeleri, ey Müslümanlar, ey dünyanın şerefli ve özgürlükçü insanları neredesiniz?” dedi.
Şu an Gazze’de yaşananlar, yayılan görüntüler ve gerçekler, dünyanın her yerindeki insanların vicdanlarında bir karşılık buldu. Sadece Arap ve İslam ülkelerinde ve özgürlükçü ülkelerde değil, Siyonist rejimin müttefiki olan ülkelerde bile tepkiye neden oldu.
Bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşen bu katliamlar ve soykırım, Batı’yı çok zor durumda bıraktı. Batılıların sürekli propaganda ettiği demokrasi, insan hakları, STK’lar ve benzeri sloganlar bunları çok mahcup duruma düşürdü.
Gazze’de olanlara sessiz kalmaları onlara bir darbe oldu. Bütün bunlar Batılı liderleri ve hükümetleri çok mahcup duruma düşürdü. Güney Afrika’nın Uluslararası Ceza Mahkemesine yaptığı 85 sayfalık bir iddianameyle Gazze’deki soykırımı belgelendirip dava açması, diğer ülkeleri ayrıca sıkıntıya soktu.
Gazze’deki durum tüm dünyaya şunu da anlattı: Amerika artık önceden olduğu gibi tüm ülkelere emir veremiyor. Diğer ülkelerin Amerika’nın talimatlarıyla hareket ettiği dönemler artık yok.
Bu savaşın yaklaşık olarak ikinci haftasında Arap ve İslam ülkelerinin bir toplantısı oldu. Arap ve İslam ülkeleri bu toplantıda ateşkesle ilgili bir karar aldı. Ancak bu ülkeler ateşkesi kimden talep ediyor?
Siz İsrail’e petrol göndermeye devam ediyorsunuz, ticaretinizi sürdürüyorsunuz ve hatta diplomatik ilişkilerinizi dahi kesmediniz, elçilerinizi dahi çağırmadınız. Ama yazılı bir metinde ateşkes talep ediyorsunuz. Peki bunu kimden talep ediyorsunuz? Bu trajikomik bir durum. Bunun Amerika’yı ve Siyonist rejimi durdurmaya yeterli olmadığı görüldü.
Bu ülkelerin hepsi acizlik içerisinde. Kiminin ekonomik ilişkileri var, kimisi birtakım anlaşmalar imzalamış, kimisi Amerika’dan çekiniyor, kimileri Amerika’yı kırmızıçizgi olarak görüyor. Bu yüzden aldıkları bu kararın hiçbir etkisi olmadı.
İsrail rejimi, ocak ayının başından itibaren, savaşta üçüncü aşamaya geçtiğini açıkladı. Üçüncü aşamayla birlikte de Gazze’deki askerlerinin önemli bir kısmını çekti. Halbuki İsrail rejiminin Savunma Bakanı Yoav Gallant, aksa Tufanı’ndan yaklaşık 10 gün sonra 3 aşamalı bir plan açıklamıştı. Bu plana göre ilk iki aşamada zaten Gazze’de direniş tamamen yok ediliyordu ve 3’üncü aşamada da Gazze’de İsrail’in istediği bir siyasi yapı ve güvenlik sistemi kurulacaktı. Sitemizde yer alan bir makalede İsrail rejiminin bu çelişkisine dikkat çekildi ve bu 3’üncü aşamanın İsrail’in savaş planının 3’üncü aşaması değil, Direniş’in zaferinin 1’inci aşaması olduğu vurgulandı. Siz Filistin direnişi olarak bu ‘3’üncü aşamayı’ nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyonist rejimin açıkladığı bu 3’üncü aşama, tankların, zırhlı askeri araçların ve İsrail ordusunun seçkin birliklerinin direnişin vurduğu ağır darbelerle imha edilmesinin ve verdiği ağır kayıpların sonucu oldu.
İsrail ordusunun psikolojisi bozuldu. İsrail rejimi bu durumu toparlamak ve verdiği kayıpları azaltmak için geri çekilmeye başladı. Şu an havadan sivilleri ve kendilerince belirledikleri hedefleri vuruyorlar.
Onlar saldırılarını sürdürürken Direniş de onlara karşılık veriyor. Onların 3’üncü aşaması yedikleri darbelerden dolayı geri çekilmelerini ifade eden bir aşama ve dolayısıyla da sizin makalenizde seçtiğiniz başlık çok isabetli.
Direniş Ekseni, Aksa Tufanı’nda ‘Yıpratma Savaşı’ stratejisi uyguladı. Çünkü İsrail’le savaşmak sadece İsrail’le savaşmak değil. İsrail’le savaştığınız zaman bütün bir küresel Batı dünyasıyla savaşıyorsunuz. Aksa Tufanı bu gerçekliği de somut bir şekilde ortaya koydu. İsrail’le savaş sadece İsrail’le sınırlı olsaydı buna sadece Hizbullah, hatta sadece Gazze de yeterli olurdu. Direniş Ekseni İsrail’le savaşırken bütün bir Batı dünyasıyla hatta dolaylı olarak Arap ve İslam dünyasıyla da mücadele etmek zorunda kalacağı için bu savaşı ‘yıpratma savaşı’ stratejisiyle zamana yayıyor. Askeri bir terim olarak ‘yıpratma savaşı’, topyekun savaş ilan etmeden zamana yayarak yapılan savaş demektir ve bu savaşla düşmanın nefesini tüketmeyi hedefler.
Direniş Ekseni şu an bu stratejiyle savaşıyor; ancak Gazze’nin kuşatma altında olduğu dikkate alınırsa bu stratejinin şöyle bir handikabı var. Bildiğimiz kadarıyla Gazze’ye silah ve mühimmat giremiyor; ama İsrail tüm dünyadan istediği kadar silah ve mühimmat alıyor. Dolayısıyla bu strateji başarısız olabilir mi? İsrail rejimi savaşın 2025’e kadar süre ceğini söylüyor, Gazze direnişi daha ne kadar direnebilir?
Direniş bir yıldan fazla da savaşmaya hazır. Direnişin ne silahı biter ne de cephanesi. Biz bu savaşta Amerika’nın heybetinin kırıldığını düşünüyoruz. Çünkü bu savaşta Amerika ve Batı Siyonist rejimin yanında yer alıyor; hatta bu savaşı onlar yönetiyor.
Amerika, dünyadaki egemenliğine karşı olan bu tepkileri daha fazla arttırmamak için savaşı kendisi idare etmeye çalıyor. Onlar da yenilginin farkındalar; ancak bunu bir siyasi zaferle sonuçlandırmaya çalışıyorlar.
Tam bu noktada Amerikan planıyla ilgili bir soru sorayım. Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan, Davos toplantısında aslında İsrail’i kurtarma planı denebilecek bir plan açıkladı. Bu plana göre İsrail Filistin’de iki devletli çözüme razı olacak ve bunun sayesinde de kendisinin güvenliğini garanti altına alacak buna karşılık da tüm Arap ülkeleri İsrail’le ilişkilerini normalleştirecek.
Hamas’ın geçtiğimiz yıllarda siyasi belgesinde yaptığı değişiklikle 1967 topraklarında kurulacak bir Filistin devletini kabul ettiğini açıklaması da düşünülürse ‘iki devletli çözüm’ çerçevesinde bir barış yapılabilir mi?
Bugün bir başka Amerikalı yetkili de iki devletli çözümün mümkün olmadığını söyledi. Amerika da iki devletli çözümün mümkün olmadığını çok iyi biliyor. Amerikan Başkanı Donald Trump, tüccar kafasıyla baktığı için Amerika’nın aslında gerçek niyetini gösteren ‘Yüzyılın Anlaşması’ planını açıklamıştı. Filistin devletinin aslında bir aldatmaca ve bir yalan olduğu böylece ortaya kondu.
Dolayısıyla iki devletli çözüm Amerika’nın da bir tercihi değil, bunu da Trump da diğerleri de zaten açıkça ortaya koydu. Ayrıca işgalci rejim de Filistinlilere asla ne devlet ne de devlete benzer bir şey vermek istemiyor.
Oslo anlaşmasından bu zamana kadar batı Şeria’da on binlerce yerleşim kuruldu. Kudüs ve çevresini Yahudileştirme faaliyetleri zaten devam ediyor.
Bütün bu şartlar altında Siyonist rejimin böylesi bir şeyi istemeyeceği son derece açık. Ayrıca şu ana kadar henüz iki devletli çözüm konusunda uluslararası çevrelerden ortaya atılmış bir teklif de yok.
Suudi Arabistan, 2002’de Lübnan’da yapılan Arap zirvesinde, İsrail’in 1967 topraklarında bir Filistin devletini kabul etmesi halinde tüm Arap ülkelerinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmeyi öngören bir barış planı sunmuştu.
İsrail, bunların hiçbirini dikkate almıyor. Onlar da bir plan uygulayabilecek durumda değiller. Dolayısıyla bu durum, kısır olan bir kadınla kocasının doğacak çocuğumuza ne ad koyalım diye tartışmasına benziyor. (YDH)