Amerikan hegemonyası çökerse ne olur?
7 Ekim'den sonra ABD'nin Ortadoğu'daki hegemonyasının çöküş yaşamaya başladığına dair çok sayıda işaretler belirmeye başladı.
Yeni Şafak yazarı Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, Amerikan ekonomisinin para basma yoluyla kontrolsüz bir finansal büyüme ile idare ettiği yılları geride bıarktığını, bunun yanında siyasi ve askeri hegemonyasının da çıkmaza girdiğini kaydetti.
ABD Ortadoğu'yu idare edemez hâle geldi. Sadece Ortadoğu'yu değil, hakimiyet iddiasında olduğu çok sayıda coğrafyayı da. Buna ABD Hegemonyasının çöküşe geçmiş olması da diyebiliriz. Çöküşün derinlerdeki sebepleri üzerine bu köşede çok şey yazmış olduğumu biliyorum. Onun için buraya girmeyeceğim. Ama kabaca, belli başlıklar altında hatırlayacak olursak, 1970'lerden başlayarak sermaye ve emek verimliliğinde yaşadığı kayıplar, buna mukabil vergiler ve ücretlerdeki maliyet artışları, üretimin ucuz maliyetli coğrafyalara kayması ABD ekonomisini aşındırmaya başladı.
İçi boş büyüme rakamları
ABD bunu telafi etmek ve alışageldiği üzere dünyanın artığını çekebilmek için kontrolsüz bir finansal büyümeye gitti. Basılan paralar verimlilik kaybına uğrayan ekonomisine dönmedi ve emlak, borsa, bono piyasalarında büyük balonlar oluşturarak ciddi krizlere yol açtı. (Bu balonlar elyevm şişmeye devam ediyor).
İlan edilen büyüme ve istihdam rakamlarına aldanmayalım. Bunların içi boş. Elinde kalan son üstünlüklerden birisi olan hi-tech sahasındaki üstünlüğü de kaybetti. ABD'yi canavarlaştıran ve sağa sola saldırtan dinamik de bu oldu. Biden'ın, ABD'nin dönüşü olarak ilan ettiği süreç tam da budur.
Rusya'yı ezerek Çin’i baskılamak
Gelin görün ki işler hiç de planlandığı gibi gitmedi. Evet, kafa dengi Birleşik Krallık ile beraber Rusya'yı ve Rusya-Ukrayna savaşını bahane ederek, NATO'yu pekiştirdiler. AB'yi, Avro bölgesini, hiç değilse belli bir zaman zarfında sıkı bir şekilde kontrolleri altına aldılar. Aslında bu “başarı”, eğer başarıysa, Trump devrinde ihmale uğrayan ve Macron tarafından “beyin ölümünün gerçekleştiği “ iddia edilecek derecede zayıflayan, imparatorluk ağındaki sert çekirdeği oluşturan NATO'yu ihya etmekle alâkalıydı. Buna Pasifik'de Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Avustralya'yı da alan AUKUS'u dâhil edebiliriz. Bu aslında Demokrat Parti bünyesinde faaliyet gösteren bir Neocon projesiydi. Niyetleri, Çin'in Rusya üzerinden geçen Kuzey hattını işlemez hâle getirmek, Rusya'yı ezerek Çin'i baskılamaktı. Plâna buzulların erimesiyle açılan Kuzey Kutbu ticâret yolunun ele geçirilmesi ve daha uzun bir vadede Sibirya'nın paylaşımı da dahildi. Çin bu meydan okumaya karşı pasif bir vaziyet aldı ve geri durdu. Ama dolaylı yoldan, Kuzey Kore'den Rusya'ya silah sevkiyatında misalinde olduğu üzere Rusya'yı desteklemeye devâm etti. Buna ilaveten Rusya'nın Avrupa'ya gaz ve petrol ihracatını devam ettirdi.
Hindistan
Ama esas mühim olan Hindistan'ın ne yapacağıydı. Muhtemelen İngilizler Hindistan'ı, Rusya karşıtı denklemlerine dahil edeceklerini düşündüler. Ama, Ortadoğu'da hayli Batı yanlısı bir çizgiye gelmiş olan Hindistan Rusya ile bağlarını Batı'nın istediği ölçüde koparmadı. Son zamanlarda NATO'nun, aslî mevzisi olan Avrupa üzerinde savaş rüzgârları estirmesinin esas sebebi, Asya'da denklemleri istediği gibi kuramamasıyla alâkalı görünüyor.
"İsrail, ABD’yi savaşa dahil etmek için elinden geleni yapıyor"
Kritik gelişme Ortadoğu'dan geldi. ABD Hegemonyasının Ortadoğu'da kurmuş olduğu İsrail-İran denkleminde -bu denklemi son yazımda uzun uzun anlatmıştım- yüksek bir gerilim ortaya çıktı. 7 Ekim ve arkasından gelen Netanyahu'nun azılı İsrail sekterleriyle beraber kurmuş olduğu koalisyon hükûmeti kanlı Gazze savaşını başlattı. Biden ve yanındaki Neoconların bunu ne kadar hesap etmiş oldukları tartışma konusudur. Demokratların iktidara geldiklerinde, hem İsrail hem de Suudi Arabistan'a karşı son derecede eleştirel bir çizgide beyanatlar verdiklerini hatırlayalım. İran ile nükleer gelişmelerin kontrolü anlaşmasını canlandırmak; zaman içinde İran'ı uluslararası sisteme dahil etmek, iki devletli çözüm, Suud veliahtının Kaşıkçı cinayetiyle ithâm edilmesi vb ifadeler dillerinden düşmüyordu. Ama İsrail radikalizmi buna şiddetle direndi. Evvela Rusya-Ukrayna savaşında oyuna girmedi. Rusya ile örtük bir anlaşma içinde Ortadoğu'nun fitilini ateşledi. Biden ve ekibi tutuşmuş bir şekilde İsrâil'e tam bir destek sergilediler. Bölgeye donanma gönderdiler. Bunu düşünerek değil, bir refleksle yaptılar. Ama işler çığrından çıktı. Yaptıkları son açıklamalar, Uluslararası Mahkemede soykırım ile yargılanan ve yalnızlaşan İsrail'i taşımakta ne kadar zorlandıklarını ortaya koyuyor. Mahkeme kararı İsrail'in soykırım yaptığına dair hüküm verecek olursa, onun suç ortakları durumuna düşecekleri çok aşikâr. İsrail ise kanlı senaryosundan asla vazgeçmiyor. ABD'yi savaşa dahil etmek için elinden geleni yapıyor. Son saldırı her ne kadar İran'a mal edilmek isteniyorsa da aslında bunun bir Mossad işi olduğundan cidden şüphe etmek için çok sayıda sebep var.
ABD, kendi kendisini idare edebiliyor mu?
Hâsılı, ABD'nin artık çok ciddî bir kontrol kaybına uğradığı ortada. Soğuk Savaş sonrasında kurulan eğreti tekmil denklemler çöküyor. Ortadoğu'daki gelişmeler tam da bunu ortaya koyuyor. Savaşı engelleyemiyor. Dışında kalamıyor. Eğer dâhil olursa işlerin nerelere kadar gideceği ayrı bir muamma. Hoş, dünyâyı idâre edemeyen ABD kendi kendisini idâre edebiliyor mu? Ne oldu o meşhûr check and balance sistemine? Kamuoyunun neredeyse Amerikan İç Savaşını hatırlatacak derecede kutuplaşmış olması, Kongre baskını ABD'nin iç yapısındaki derin çatlakların habercileri. Son Teksas hadisesi artık ABD'nin çok ciddî bir rejim sorunu yaşadığını işâret ediyor.
Amerikan hegemonyası çökerse ne olur?
ABD hegemonyasının zayıflaması, ondan şikayetçi olanlar için bir bayram gibi değerlendiriliyor. Oh olsun demekle iş bitmiyor. Dikkat etmek lâzım. Eğer bu aşınmalar, taşıyıcı sütunların kırılması sadece ABD'yi alakadar etmiyor. Bu, tekmil dünya mimârisinin yıkılması mânâsına geliyor ki, bu yıkımın altında kalmayacak hiçbir ulus ve devlet yok... Mahâret bu çöküşü en az zararla atlatabilmek…(Yeni Şafak)