Hz. Ali’den (as) Tefsir Kaideleri (V): Kur’ân’ın Hass ve Mukayyedi Dikkate Alınarak Âmm ve Mutlakı Tefsir Edilir
Hz. Ali’nin (as) tefsir yöntemi olarak bize bıraktığı en büyük miras, ayetleri doğru sınıflandırmayı müfessirin olmazsa olmaz şartlarından saymasıdır. İmam’a (as) göre tefsirdeki sapmaların başlangıç noktası, insanların Ehlibeyit’in ilmine baş vurmadan kendi akıllarını esas alarak hangi ayetin hangi kısma girdiğini belirlemeleri veya ayetlerin taksimini bilmeden tefsire dalmalarıdır. Genel anlamlı ayetler özel anlamlı, mutlak ifadeli ayetler kayıtlanmış ayetlerle birlikte tefsir edilerek Kur’ân ayetleri birbiriyle çatıştırılmamalıdır. Bu hususta İmam’ın (as) tutumu çok katı ve nettir. Müslümanların tefsirdeki sorunlarının temeline indiğimizde hem ayetlerin sınıflandırması hem de ayetlerin anlam derecelendirmesinde Ehlibeyit’i esas almadıklarını görürüz.
Dinî fırkaların aynı kitabı referans almalarına rağmen, bazen birbirine zıt kutuplarda yer almalarının birinci nedeni, Peygamberin (saa) Ehlibeyit’e başvurma emrine riayet etmemeleridir. Ehlibeyit, tefsirden önce ayetin tasnifini bilmeyi şart koşmuştur. Onların muhkem dediklerine müteşabih, müteşabih dediklerine muhkem, âmm dediklerine hass, hass dediklerine âmm vb. demek, başlangıçta yanlış yola girmektir. İlk kavşakta doğru çıkışı kaçırınca yolun ileriki aşamalarında çoğu zaman düzeltme imkânı bulamamışlardır. Allah’ın isim ve sıfatlarından bahseden ayetlerin muhkem ve müteşabih ayrımını doğru yapmadıktan, yani müteşabih bir ayete muhkem ayet hükümlerini uyguladıktan sonra, murad-ı ilahîye nasıl ulaşabiliriz?
İmam Ali (as), ayetleri ikili, üçlü, dörtlü, beşli… altmışlı şekillerde taksim etmiştir. Onun ikili taksiminde en başta muhkem ve müteşabih ayetler yer alır. Nâsih/nesheden ayetler muhkemdir. Nâsihin altına hass, mukayyed, mufassal, mübeyyen ayetleri yerleştirebiliriz. Bunlara karşılık mensuh, âmm, mutlak, mücmel, müphem ayetleri de Müteşabih içine dahil edebiliriz. Bilgi eksikliği yüzünden müteşabih olan ayetlerin anlamı netleştikten sonra muhkem kapsamına girer. Umumî lafızların tahsis ve mutlak lafızların takyid edilmediği kesinleştikten sonra, muhkem ayetler altında yer alır.
Âmm lafız, delalet ettiği fertleri herhangi bir sınırlandırma olmadan kapsar. Hass ise tek anlam veya belirli sayıdaki fertlere delalet etmek için konulmuş lafızdır. Örneğin “Bütün alimler programa davetlidir.” ifadesi geneldir. Alim diyebileceğimiz; evli, bekar, din alimi, fizik alimi vs. alimlik anlamını taşıyan bütün fertleri içine alır. Ancak “Sadece din alimleri veya sadece bekar alimler davetlidir.” şeklinde tahsis ettiğimizde söz, genel olmaktan çıkıp belirtilen özelliklerdeki şahısları kapsar. İmam Ali’nin (as) Kur’ân’dan verdiği bir örnek: “Ey insanlar! Sizden cehenneme uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin kesinleşmiş bir hükmüdür.”[1] ayetindeki “Ey insanlar!” ifadesi genel olup insan diyebileceğimiz bütün fertleri kapsar. Ancak; “Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. Onlar cehennemin uğultusunu işitmezler, canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar. En büyük dehşet de onları tasalandırmaz. Melekler onları, “İşte bu size vaad edilmiş olan (mutlu) gününüzdür” diyerek karşılar.”[2] Ayetleri bazı insanların cehennemden uzaklaştırılacağını gösteriyor.
Bir önceki yazımızda nesih konusuna değinmiştik. Ehlibeyit imamları, sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin neshin kapsamını oldukça geniş tutmuşlardır. Bir hükmün tamamen değişmesi yanında kısmî olarak değişmesini de nesih kapsamında değerlendirmişlerdir. Buna göre genel bir hükmün daraltılmasını, müphem bir kelimenin açıklanmasını, mutlak ifadenin kayıtlanmasını da nesih saymışlardır. Ancak şu farkla; kıble değişiminde olduğu gibi bir hükmün kaldırılıp yerine başka bir hükmün getirilmesi halinde tebdil neshi, genel bir hükmün bazı fertlerden kaldırılması durumunda ise kısmî nesih gerçekleşir. İlk dönemlerin aksine müteahhirûn ulema, sadece tebdil neshini kastederek anlamda daraltma yoluna gitmişlerdir. Dolayısıyla âmm bir ayetin anlamı tahsis edilmemişse bütün fertlerini içine alır. Tahsis edildiğinde ise kısmî nesih gerçekleşmiş olur.
Hükümler tearuz ettiğinde amm hassa, mutlak mukayyede, mücmel mufassala başvurularak anlaşılır. Umumî bir ayetin hassını bulmadığımızda murad-ı ilahînin genel olduğunu anlarız. Kendisiyle umum kastolunan âmm (el-Âmmu’l-lezî yurad bihi’l umum), yani lafzın mefhumuyla bütün fertlerine ve masadakine şamil olduğunu anlarız. Mesela “Allah sizi rızıklandırır.” derken istisnasız herkesi kapsar.
Ancak çoğu zaman umumî lafzın kapsamına giren bütün fertler kastedilmez. Bunun da farklı şekilleri vardır. Örneğin, günlük konuşmalarımızda kullandığımız bazı ifadelerden -Kur’ân’da da benzerleri geçer- umumî olduğu halde aklen hususî anlam kastedildiğini anlarız. Mesela “Sel her şeyi aldı götürdü”, “Falan kişi her şeye sahiptir.” gibi ifadeleri, istisnasız her şey olarak anlamayız. Nitekim sel, çoğu şeyi götüremez. Bu tür ifadelere, kendisiyle husus murad olunan umum denilir. Başlangıçta zaten genel anlam kastedilmediği için böyle ayetleri genelleştirmek oldukça tehlikeli sonuçlar doğurur. Yahudilerin üstün ırk inancının en önemli gerekçelerinden birisi kendisiyle husus kastedilen lafzı genel anlamda kabul etmeleridir. Baştan, genel anlamda kullanılmayan ayetlerin hükmünde sonradan bir değişme meydana gelmediği için nesihten de söz edilemez.
İmam Ali’ye (as) Allah’ın (cc) kitabında âmm ve hass hakkında soruldu. Dedi ki; Kur’ân’ın lafızlarından âmm ve hass olanlar vardır. Daha sonra İmam (as) dört kısma ayırdıktan sonra her birine örnekler vermiştir.
1. Lafzı âmm olduğu halde hususî mana kastedilenler.
2. Lafzı hass olup manası umumî olanlar.
3. Lafzı âmm manası da âmm olanlar.
4. Lafzı hass olup manası da hass olanlar.
İmam’ın verdiği örnekler:
1. Lafzı âmm olduğu halde hususî mana kastedilen ayetler:
“Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi ve sizi alemlere (el-âlemin) üstün kıldığımı hatırlayın.”[3] ayetindeki el-âlemîn/alemler lafzı, genele muhtemel olmasına rağmen hususi anlamdadır. Allah (cc), İsrailoğullarını kendi dönemlerindeki toplumlara; bir çeşit helva olan men, bıldırcın eti, taştan nehirler fışkırtması vb. bazı özelliklerle üstün kılmıştır. Yahudilerin seçkin millet sapkınlıklarının sebebi, alemler kelimesini hususî anlamda anlamayıp genelleştirmeleridir.
Aynı şekilde: “Gerçekten Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu âlemler üzerine seçkin kıldı.”[4] ayetinde de el-âlemîn/alemler kelimesinde durum aynıdır. Kendi dönemlerindeki alemlere seçkin kılınmışlardır.
“Orada, onlara bir kadının (Belkıs) hükümdar olduğunu gördüm ve kendisine her şey verilmiş ve bir de çok büyük tahtı var.”[5] Ayette geçen “her şey” ifadesinin kapsamı oldukça geniştir. Ancak aklen ve örfen bunun sınırlı olduğunu anlamak zorundayız. Nitekim Belkıs’a, erkekleri kadınlara üstün kılan birçok şey verilmemişti.
“Bir azap var ki Rabbinin emriyle her şeyi mahvedip gider.”[6] Rüzgâr çoğu şeyi yok ettiyse de geride bıraktığı şeylerin de olduğu açıktır.
“Sonra insanların, hep birden Arafat'tan döndüğü yerden siz de dönün,”[7] İnsan kelimesi umumî olsa da bazı insanlar murad edilmiştir. Çünkü cahiliye döneminde Kureyşliler Arafat’a çıkmazlardı. Müzdelife’ye kadar çıkarlardı. Bu ayetle onlara, Arafat’a çıkıp Resulullah (saa) ve ashabının çıktığı yerden gelmeleri istendi. en-Nâs/insanlar kelimesi lafız olarak umumî olsa da anlamı hususîdir. Yalnızca Peygamber (saa) ve ashabını kapsar.
“Ta ki insanların, peygamberler geldikten sonra Allah'a karşı bir mazeretleri, bir bahaneleri kalmasın.”[8] Bu ayette geçen insanlar, genel olsa da Medine’deki Yahudiler kastedilmiştir.
“Ey iman edenler; Allah'a ve peygamberlerine ihanet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olursunuz.”[9] Ayet genel olsa da Ebu Lübabe b. Abdulmünzir hakkında inmiştir.
“Onlar (Müminler) öyle kimselerdir ki, insanlar (en-nâs) kendilerine, İnsanlar (düşmanlarınız) size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı.”[10] Ayetin başında geçen en-nâs/insanlar umumî bir lafız olsa da Nuaym b. Mesud kastedilmiştir. İkinci en-nâs kelimesiyle de bütün insanlar değil, Ebu Süfyân komutasında Uhud savaşına katılan Kureyş ordusu kastedilmiştir.
2. Lafzı hass olup manası umumî olanlar.
“İşte bundan dolayı İsrailoğulları’na şöyle yazmıştık: “Bir cana kıymaya veya yeryüzünde fesat çıkarmaya karşılık olması dışında, kim bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir can kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”[11] Ayetin lafzı özel olarak İsrailoğulları hakkında inmiştir. Ancak bütün kulları için geçerlidir. Beni İsrail ve diğer toplumlar için geçerlidir. Ehlibeyit’e göre Kur’ân’da bunun örnekleri çoktur. Çünkü her dönemde ayetlerin müşahhas anlamını araştırırlar. Mefhumî anlamla yetinmezler. Mesela Fatiha suresinde “bizi sırat-ı müstakime ilet.” Ayetinin lafzî anlamıyla yetinmezler. Mücessem anlamını da belirtirler. Buna göre Hz. Ali (as) sırat-ı müstakimdir.
“…Melek (melekler) saf saf dizildiği zaman”[12] ayette geçen “melek” lafzı tekil olduğu halde “melekler” anlamındadır.
3. Lafzı âmm manası da âmm olanlar:
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık.”[13] İnsanlar kelimesi âmm bir lafız olup bütün insanları kapsar. Hepsi aynı anne ve babanın çocuklarıdırlar. “Hamd alemlerin rabbi olan Allah’adır.” ayetindeki âlemin/alemler lafzı da umumî anlamdadır. [14]
Hass olup hass anlamda kullanana örnek verilmemiştir. (Veysel Çelik - Hürseda)
[1] Meryem, 19/71.
[2] Enbiyâ, 21/101-103. Risâletu’l-Muhkem ve’l-Müteşabih, s. 11.
[3] Bakara, 2/122.
[4] Âli İmrân, 3/33.
[5] Neml, 27/23.
[6] Ahkaf, 46/25.
[7] Bakara, 2/199.
[8] Nisa, 4/165.
[9] Enfâl, 8/27.
[10] Al-i İmrân, 3/173.
[11] Maide, 5/32.
[12] Fecr, 89/22.
[13] Hucurat, 49/13.
[14] Risâletu’l-Muhkem ve’l-Müteşabih, s. 23-26.